27 Temmuz 2013 10:44
Hürriyet’ten İsmet Berkan, Melis Alphan; Milliyet’ten Mehveş Evin, Fuat Keyman; Radikal’den Murat Yetkin; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu; Zaman’dan Abdülhamit Bilici, A. Turan Alkan; Vatan’dan Okan Gönensin, Ruhat Mengi; Sabah’tan Tulu Gümüştekin; Habertürk’ten Umur Talu gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
İsmet Berkan – Hürriyet
İktidar tökezlerken (2)…
Yerel seçim sonucu ve bu sonucun yorumlanma biçimi Ak Parti’yi de Başbakan Erdoğan’ı da biraz daha kendi içine kapanmaya, biraz daha savunmacı çizgiye çekilmeye zorlayabilir.
İşte bu durum da, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili belirsizliği daha da arttırır. Ankara’da, Cumhurbaşkanlığı seçiminde eski Anayasal düzene dönülmesini, yani halkın değil parlamentonun oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmesini öneren sesler de duyulmaya başlandı.
Halkın oyuyla cumhurbaşkanı seçmekten geri adım atılmasını hiç beklemem ama bu seslerin duyulması bile Ak Parti’deki kafa karışıklığının ifadesi.
Öte yandan dün de yazmaya çalıştım, Başbakan Erdoğan gerek kendi Cumhurbaşkanı adaylığı ve gerekse partisinin gelecekteki genel başkanı konusunda kararı tek başına vereceğini o kadar belli ediyor ki, kimse gidip onunla bu konuları konuşamıyor bile.
Ve bu temel kararsızlık, siyaseten geleceği görememe hali, Ak Parti’yi içte de dışta da tökezletiyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Melis Alphan – Hürriyet
Otoritenin sıradanlaştırma politikası çöktü
Gezi direnişi dünyada kelebek etkisi gibi yayılan zamanın ruhunu Türkiye’nin de yakalamasını sağladı.
Bunu anlamamakta ısrar edip hata üstüne hata yapan statükonun sırtını sıvazlamayı yeğleyen herkes bu ülkeye ve topluma kötülük eder.
Gündelik siyaseti ve çıkarları öne koyarsak dünyaya yanlış ve köhne bir pencereden bakmayı sürdürürüz.
Attığımız her adım da Türkiye’yi ileri değil, geriye götürür.
Artık uyanmış, daha da ötesi bağırmaya başlamış bir toplumla karşı karşıyayız.
Geçiştirmeleri, kandırmacaları, güneşi balçıkla sıvamayı bırakıp silkelenmenin vaktidir.
Güç muhafazası için değil...
Daha fazla itibarsızlaşmamak için.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehveş Evin – Milliyet
Taksim’de hukuk katliamına devam
Taksim ve Gezi Parkı çevresinde inşaata devam edilebilmesinin iki hukuki koşulu var:
1- Kararda belirtilen sakatlıkları gideren yeni bir imar plânının hazırlanması,
2- İptal kararının Danıştay’ca bozulması ve bu sürecin idare lehine sonuçlanması.
Hoca, Anayasa hükmünü hatırlatıyor: İdare, mahkeme kararlarına uymak zorunda...
Mahkeme kararıymış, anayasaymış, kimin umurunda?
Peki yasalara aykırı biçimde, inatla sürdürülen inşaatın açıklaması ne? Bunun bir cezası yok mu? Yapılan usulsüz inşaatın faturasını kim ödeyecek?
Herkesin unuttuğu gerçeği, yeri gelmişken hatırlatayım: Gezi Parkı protestosu, “yol düzenleme” çalışmalarının hukuka aykırı olması nedeniyle çıktı. Ağaçların kesimi gayrı kanuniydi. Polis şiddetiyle birlikte Gezi, sosyal bir patlamaya dönüştü.
Bugün, sanki hukuku katletmemiş gibi davranıp, Gezi Parkı eylemlerini “dış mihraklar” veyahut “provokatörler”e bağlamaya kalkanlar, hukuku HALEN ayaklar altına almaya devam ediyor.
İşlerine gelen kararlar olunca “yargı” var. İşlerine gelmediğinde “yargı”, büyük komplonun parçası...
Oh, ne güzel dünya!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fuat Keyman – Milliyet
Peki CHP ne yapacak? (3)
Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı’na verdiği tepkide, Topbaş’ın çok önüne geçerek, İstanbul’u ben yönetiyorum görüntüsünü ve algısını yarattı. Bu algı, İstanbul’da, yurtiçi ve dışında hızla güçlendi.
“İstanbul’u kim yönetiyor?” sorusu sıklıkla sorulmaya başlandı.
Bu da, İstanbul için, bir yönetim, bir liderlik boşluğu sorununu ortaya çıkarttı.
İstanbul’u kazanmak, İstanbullunun “Evet” diyeceği, vizyonu, stratejisi ve güçlü takımı olan doğru aday, ilçeler temelinde de, adaylarla mümkün olabilir. Ankara için de aynısı geçerli. Ama Ankara’da, adaylar kadar, ittifaklar da önemli olacak gibi gözüküyor.
Bu nedenle de, CHP, ne yapacağına, ideolojik değil, parti içindeki iktidar oyunları temelinde değil; aksine, vizyon ve strateji temelinde karar vermelidir.
Göreceğiz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal
Mısır tablosunu Gül görüyor Erdoğan görmek istemiyor mu?
Erdoğan’a göre askeri yönetim ve Kahire’nin rantını yiyen eski müesses nizam, iki meydandaki kitlelerin birbirine saldırması ihtimalini gözlüyor ve bunu ülkede tam kontrolü sağlamak için gerekçe yapmak istiyordu. Erdoğan Adviye’dekiler kadar Tahrir’dekilerin de Mısır halkının parçası olduğunu söylemeyi tercih etmiyordu.
Erdoğan’ın Mısır’daki bölünmüş tabloyu göremediği söylenemez; MİT ve Dışişleri’nden Gül’e giden bilgi, daha ayrıntılı olarak önce Erdoğan’a geliyor. Peki, Erdoğan, Gül’ün Mısır’da gördüğünü kendisinin de görmüş olduğunu kabul etmek mi istemiyor? Bunu kabul ederse, oy çoğunluğunun azınlığı üzerinde denetimsiz yetkisini hedeflemekle suçlanan Mursi’nin hata yapmış olabileceğini kabul etmiş olmak mı istemiyor?
Sorular çoğaltılabilir. Mısır’dan alınacak daha çok siyaset dersi var. Ne de olsa devlet mekanizmasını, bürokrasiyi bundan 5 bin yıl önce icat etmiş bir milletten söz ediyoruz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Süreklilik
Denebilir ki Türk ''demokrasi'' anlayışı kültürel ve politik farklılıklara ve değerlere özel mekanlar ve özel yaşamlar çerçevesinde özgürlük tanınmakla sınırlı kalmıştır.
Türk demokrasisinin gösterdiği terakki ise, özel mekanların kamusallaşması ya da en azından çoğalması şeklinde değil, özel mekanlar ve dünyalar çerçevesinde ifade edilebilecek değerler ve farklılıkların sayısının artmasıyla ölçülmüştür.
Siyasi partiler de bu sayı artışını sağladıkları oranda demokrat olmuşlardır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Abdülhamit Bilici – Zaman
Ortadoğu politikasına tavsiyeler
Bölgedeki her ülkedeki tüm farklı taraflar bizi emniyet supabı olarak görmelidir. Bunun için herkese eşit mesafede olmak gerekir. Kendi içinde siyasi ihtilaf yaşayan ülkelerde (Mısır, Suriye, Filistin) veya mezhepsel ayrılık yaşayan ülkelerde (Lübnan, Bahreyn, vb.) biz tutkal görevi üstlenebilirdik. Hâlâ bu mümkün. Ancak bunun için herkesle görüşmemiz ve nezih bir arabulucu olduğumuzu kanıtlamamız lazım. Bunu hayli kaybettik. Bazı Filistinliler, “500 kere Gazze deyip, 5 kere Kudüs demiyorsunuz.” diyor. Fetih ile Hamas arasında taraf tutmak, Iraklı ve Mısırlı gruplar arasında ayrım yapmak Türkiye devletinin politikası olamayacağı gibi, ülke çıkarına da uygun değil.
Bölgeye model ihraç eden bir ülke olmadığımızı savunduk ancak model ithal eden ülke de olmamalıyız. Ortadoğu’da tek bir görüşün tüm doğruları belirlediği örneklerin ne gibi sonuçlar doğurduğu apaçık ortada.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
A. Turan Alkan – Zaman
Orta yolcu Müslümanlığın kaybı nasıl izah edilir?
The Times’a aralarında “bağzı” Türklerin de bulunduğu bir gürûh ilan vermiş, Gezi’den ötürü Türkiye’yi acı acı yermişler; önemli diplomatik çevrelerin buna benzer sert tepkileri olmuştu.
Üst üste konulup düz bakıldığında bu tepkileri anlamakta zorluk çekiyorum ve “dış mihraklar”ın, Türkiye’ye çamurlaşmak için bahane aradığını görüyorum ama yine de güzel işaretler değil bunlar. Bu küçük fiskeleri tamamlayan başkaca, özellikle iktisadi alâmetler de var. Her şeyden daha vahimi, gerginliğin artık bir tarz-ı siyaset olarak benimsenmiş görünmesi. Gerginlik safları sıklaştırmaya yarıyorsa da da karar mercilerini esir almış gibi sanki. O gergin ifadeler, o bir anlığına gelip giden acılı bakışlar ekranlardan görünüyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Okan Gönensin – Vatan
İstanbul’a aday olmak
Yerel seçimlerin odağına İstanbul Büyükşehir yerleşiyor. Hareketlenme, aday adayları en erken ortaya çıkan parti olmasıyla CHP’de başladı.
Suyu, çöpü, yolları, toplu taşımayı, altyapıyı, yeşilleri öne alarak İstanbul için düşününce CHP’nin umutlanması için bir neden görünmüyor.
Gökdelenler farklı bir tartışma konusu...
CHP’nin umutlanmasının nedeni, Taksim-Gezi olaylarının İstanbul merkezli olmasıyla şehirde yoğunlaşan anti-AKP rüzgârın yerel seçim tercihlerine yansıması ihtimalidir.
Seçmenin tercihlerine böyle bir etki yansıyabilir ama belediye ve hizmet denildiği zaman Büyükşehir’in de hatta diğer tüm ilçe belediyelerinin de ellerinin kuvvetli olduğuna kuşku yok.
İstanbul’un CHP’li ilçe belediyeleri de AKP’lilerle “hizmet yarışı” havasına girmişler ve kendi bölgelerinde olumlu notlar almışlardır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruhat Mengi – Vatan
Türkiye’nin seçeneği kaldı mı ki?
PKK üst yöneticilerinden Sabri Ok “Liderimiz Öcalan Hükümet’e 15 Ekim’e kadar süre verdi, beklenen adımlar atılmazsa o tarihte ateşkes bitecek” dedi.. Yine iyi zaman vermişler, bu süre “yerel seçimlere” kadar uzar, “sen onun dedin-ben bunu dedim”lerle zaman geçer, o arada artık Suriye ve Irak’ta neler olur, bunlar Türkiye’deki durumu nasıl etkiler, henüz bilinmiyor. Seçimler atlatılınca söylemler de değişiyor, umalım da yanlış politikalar yine terörle sonuçlanmasın, başka gençlerin başı yanmasın.
Zira Sabri Ok’un açıklamasına cevap alakasız bir bakandan, Ulaştırma ve Denizcilik Bakanı Binali Yıldırım’dan ve öfkeli bir ifadeyle gelmiş, diyor ki; “Türkiye Cumhuriyeti tehditlerle yola getirilecek bir ülke değildir. Bir pazarlık teranesi tutturmuşlar, ne pazarlığı? Biz duruşumuzu net şekilde ortaya koyduk; tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan”.. Güzel de.. Bu tanım içine “Güneydoğu’da özerk Kürt bölgesi” giriyor mu?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Tulu Gümüştekin – Sabah
Uzun mücadele
Artık vesayet rejiminin varlığından söz etmek mümkün değil. Ne var ki, altmış yılı aşkın hayatımıza egemen olan bu sistem, rakibini "düşman" olarak görüp onu yok etmek anlayışını topluma o denli yerleştirdi ki, "anlayış" değişikliği son derece sancılı geçiyor.
Mısır, bugün kendi vesayet sisteminden kurtulmak için verdiği mücadelenin daha başlangıcında, Türkiye'nin altmış yılda geldiği noktaya varmak için yeni yola çıktı. Benzer biçimde koşullanmış toplumların önemli bir bölümü, demokrasi için mücadeleyi, rakibini yok edeceği bir varoluş savaşı olarak görüyor. Demokrasinin, siyasi ve sosyal kayıpların ve kazançların en aza indirgendiği bir rejim olduğunu anlayana dek, toplumlar bu mücadeleyi değişik aşama ve oranlarda vermeyi sürdürecekler.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Umur Talu – Habertürk
Yanmış birkaç kemikten bir cenaze
Olur a, görmezsiniz, duymazsınız…
Haberiniz olsun!
13 yaşında bir çocuk…
18 yıl sonra…
Yanmış birkaç kemikten ibaret bir cenazedir nihayet!.. Sizin, bizim irkildiğimiz bu “cenaze anı” binlerce ailenin duasıydı…
Daha da kahredici.
Hani siz, biz hala “13 yaşında bir çocuk gözaltına alınıp nasıl öldürülür, nasıl yakılır, nasıl asit kuyularına atılır” diye çıldırabiliriz…
Yani o da bir an için tabi!
İçimizde bunları hiç duymamış olanlar var; onlar daha da “şoke oluyor” elbet.
Kimimiz, toz konduramadığımız “devletimiz”in, “ordumuz”un bunları yapabileceğine ihtimal vermiyordu…
Kimimiz ise ihtimal, duymak bile istemiyor
© Tüm hakları saklıdır.