Ekonomi

"2001 krizini yaşamayacağız ama haşlanacağız"

"Bence Erdoğan iktidarını bu kadar uzun sürdürebildiği için çok başarılı bir politikacı"

10 Kasım 2017 15:57

Eski Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı ve öğretim üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe,  2001’dekine benzer bir krizin yaşanmayacağını belirterek, "2001 krizini yaşamayacağız ama haşlanacağız" dedi. Karatepe, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın uzun süredir iktidarda olmasını "Başarılı" olarak yorumlayarak, "Bence Erdoğan iktidarını bu kadar uzun sürdürebildiği için çok başarılı bir politikacı" yorumunda bulundu.

Gazeteduvar'dan İrfan Aktan'ın sorularını yanıtlatan Karatepe, " Türkiye’ye sermaye akımı vardı. Ama bu akım Türkiye’ye benzeyen bütün ülkelere oldu. Üstelik Türkiye bu akımdan, diğer ülkelere göre daha az yararlandı" şeklinde konuştu.

Karatepe, Varlık Fonu'nun gelirlerinin nereden geleceğiyle ilgili soruya da  "Kaynaklarından biri varlıkların, örneğin kıyı şeridindeki arazilerin, satılmasıyla olacak. İkincisi, devredilmiş varlıkların mevcut faaliyetlerinden elde ettiği kâr payları vb, gelirleri olacak. Üçüncüsü de borçlanmayla, sahip oldukları varlıkları ipotek ederek bulacağı krediler yoluyla elde edeceği kaynaklar" ifadesini kullandı.

Karatepe'nin Aktan'ın sorularını verdiği yanıtlar şöyle:

Peki, adı konmuyor veya yandaş medya tozpembe bir tablo çiziyor diye ekonomik kriz teğet mi geçmiş oluyor? İktidar medyası güllük gülistanlık bir atmosfer resmederken, o gazetelerin üstüne sofra kuran yurttaşlar, eksilen taamların farkına varmıyor mu?

Gazete Duvar yazarı Ümit Akçay geçen haftaki “Dolar-faiz kıskacı” başlıklı yazısını şu paragrafla bitirdi: “2017 sonuna yaklaşırken, bir yıl sonra kredi genişlemesi reel olarak yeniden sıfıra yaklaştı, yani durma noktasına geldi. Böyle bir atmosferde, kurda yaşanan atakların sürmesi durumunda faiz indirimi şöyle dursun, artırmak kaçınılmaz hale gelebilir. Bu durumda, işsizliğin, enflasyonun ve faizlerin aynı anda arttığı bir ‘korku tüneli’ ile karşılaşabiliriz. Kısacası 2017 sonu itibariyle, bir süredir farklı yollarla ertelenen krizin yeniden gündeme gelmesiyle karşı karşıya olabiliriz.” Türkiye’nin böylesi bir korku tüneliyle karşı karşıya kalma ihtimaline ne kadar olasılık veriyorsunuz?

Ümit’in bu tespitine katılıyorum. Merkez Bankası faiz politikası açısından uzun zamandır Cumhurbaşkanının baskısı altında. Şu anda Merkez Bankası’nın uyguladığı Geç Likidite Penceresi’ndeki (GLP) faiz oranı neredeyse cari enflasyon oranı kadar. Yani Türkiye’de reel faizin hemen hemen sıfırlandığı bir dönemdeyiz. Dolayısıyla kurların bu hareketini bu faiz seviyesiyle sürdürmemiz mümkün görünmüyor. 2017 sonu itibariyle Merkez Bankası’nın ciddi bir faiz artırımına gitme ihtimali çok yüksek.

Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan neden faizlerin düşürülmesi konusundaki ısrarını sürdürüyor?

Bence Erdoğan iktidarını bu kadar uzun sürdürebildiği için çok başarılı bir politikacı.

Buna ekonomi politikası dâhil mi?

Hayır ama sorumluluğu sürekli başkasına yıkmayı başarabiliyor. Örneğin faizlerin yüksekliğiyle ilgili sorumluluğun tamamını bankacılık sektörüne yıkıp çıkıyor. Oysa faiz oranlarının yüksek olmasının sebebi bankacılık sektörü değildir. Enflasyonun yüzde 12’ye dayandığı bir ortamda siz faizleri nasıl düşürebilirsiniz? Eğer faizleri düşük tutarsanız, reel faizleriniz sıfır ya da negatif olur. Bu da insanların tasarruf yapmasını engeller, para biriktirmelerinin anlamı kalmaz. Türkiye’nin makro göstergeleri, mevcut haliyle bile faizlerin artırılmasını gerektiriyor. Ama Erdoğan faizleri bir politik araç olarak ortaya koyup kendi ekonomi politikasından kaynaklanan sorunları bankacılık sektörüne yüklüyor. Merkez Bankası faiz oranı bir etkendir, bir politika aracıdır ama piyasa faiz oranı bir neden değil sonuçtur. Şu anda oluşan yüzde 15 civarında bir mevduat faizi var. Enflasyonun yüzde 12 civarında seyrettiği bir ülkede bu çok yüksek değil.

Yani faizler yüksek değil mi?

Mevcut enflasyon verisini dikkate aldığımızda, değil. Bu seviyesi iyi mi peki, o da değil. Ama sadece faiz oranları değil, Türkiye’nin bütün makro göstergeleri bozuk. Açıklanan rakamlar büyük gibi görünse de büyüme rakamlarıyla ilgili de ciddi sorunlar var. İstihdam, döviz kuru sorunu sürüyor. 3.90 üzerine çıkan bir Dolar kurundan bahsediyoruz ki, nereye dayanacağı konusunda öngörüsü yok. Böylesi bir ekonomide faizlerin yukarı çıkması kaçınılmaz. 2000’li yıllardan sonra Türkiye dünyadaki kolay ve bol paradan iyi bir biçimde yararlanmayı seçti. Bunu da yüksek faiz ödeyerek, döviz kurlarını düşük seviyede tutarak yaptı. Bu paraya erişince ekonomik refah yükseliyormuş gibi yapıldı. Oysa başkasının parasıyla ekonomik refahı uzun müddet sürdüremezsiniz. Buna bağlı olarak Türkiye’nin üretim süreçleri çok değişti, üretim safhalarında ithal girdi kullanım oranı yükseldi. İhraç ettiğimiz ürünlerin yaklaşık yüzde 60’ını ithal girdiyle üretir hale geldik. Çünkü döviz kurunu düşük tuttuğunuz zaman ithal girdiler, yurt içinde ürettiklerinizden daha ucuz hale geliyor. Bu politikanın olumsuz etkisini büyüme rakamlarında, kişi başına düşen milli gelirde gördük. Ayrıca Türkiye son yıllarda artan siyasi riskleriyle beraber sadece dünyadaki para hareketlerinden dolayı değil, kendi öznel koşulların yarattığı sonuçlara da ekonomik olarak katlanmak zorunda kaldı, kalıyor.

Tüm siyasi krizlere rağmen AKP’nin uluslararası sermayeye kolaylık sağlamada, onunla ilişkilerini sıcak tutmada ve Türkiye’ye sıcak para akışını sağlamada kendisi açısından mahir davranabildiği, bu yolla ekonomik krizlerin teğet geçmesini sağladığı tespitine katılıyor musunuz?

Türkiye’ye sermaye akımı vardı. Ama bu akım Türkiye’ye benzeyen bütün ülkelere oldu. Üstelik Türkiye bu akımdan, diğer ülkelere göre daha az yararlandı. Yüksek faiz verdiğiniz zaman sıcak paranın akması normaldi. Türkiye, dünyadaki 2008 krizinden sonra da bundan yararlanmaya çalıştı. Ama artık işler değişmeye başladı. Bir kere para pahalı hale geliyor. FED’in 2018’de dört kez faiz artırması bekleniyor.

Varlık Fonu’nun parası nereden gelecek?

Kaynaklarından biri varlıkların, örneğin kıyı şeridindeki arazilerin, satılmasıyla olacak. İkincisi, devredilmiş varlıkların mevcut faaliyetlerinden elde ettiği kâr payları vb, gelirleri olacak. Üçüncüsü de borçlanmayla, sahip oldukları varlıkları ipotek ederek bulacağı krediler yoluyla elde edeceği kaynaklar. Nitekim Çinli bir bankayla 5 milyar dolar kredi kullanmak için görüşmeler yapıldığı haberlere yansıdı. Varlık Fonu’nun yurtdışından kamuya kaynak sağlayacağı söyleniyor. Oysa finansta temel bir kural vardır: Bir ülkenin kredibilitesi en yüksek olan kurum, o ülkenin Hazine’sidir. Türkiye’de yerleşik hiçbir şirket, Hazine’ninkinden daha yüksek bir kredi derecesine sahip olamaz. Dolayısıyla bir ülkenin kaynak bulması açısından en itibarlı kuruluşu, o ülkenin Hazine’sidir.

Peki iktidar bu paralel hazineyi neden kuruyor?

Bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şey şu ki, istediklerini yapabilirler ve bizim de ne yaptıklarını sorgulama imkânımız olmayacak.

Röportajın tamamını okumak için tıklayın