2 dönem milletvekili yaptıktan sonra Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini yürütürken 30 Ekim 2016'de tutuklanan ve 240 yıla kadar hapsi istenen Gültan Kışanak, Türkiye'de yargının iktidarın denetiminde olduğunu belirterek "90'lı yıllarda Başbakan Tansu Çiller'in Kürt iş insanlarına ve aydınlarına yönelik bir ölüm listesi vardı. Şimdi de iktidarın bir tutuklama ve ceza listesi olduğunu düşünüyorum. Mahkemeler de bu listeye göre ceza uyduruyorlar" dedi.
2 yılı aşkın süredir Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Kışanak, cezaevinde çıktığında ilk yapmak istediği şeyin güneşin doğuşu veya batışını izleyebileceği, gökyüzünün derinliklerine dalıp, özgürlük duygusunu doyasıya yaşayabileceği bir yerde bir bardak çay içmek olacağını söyledi.
Bir dönem HDP Eş Genel Başkanı da olan Gültan Kışanak'ın WDR'de yer alan söyleşisi şöyle:
Bize verilen bu cezayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim şahsımda, yerel demokrasiye, demokratik siyasete, ifade özgürlüğüne, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine ceza yağdırdılar. Bu dava siyasi bir davadır, verilen ceza da siyasi bir cezadır. Tabi ki tepkiliyim, ama sadece özgürlüğümden yoksun bırakıldığım için değil, tüm bu demokratik değerlerin, mücadelenin suç gibi gösterilmesine öfkeliyim. Bunu hiç kimsenin kabul etmemesi gerekir, yoksa gün gelir hiç kimse konuşamaz, sokağa çıkamaz, iktidara karşı siyasi bir muhalefet örgütleyemez.
19 yaşındayken de 12 Eylül darbe sonrası Esat Oktay’ın vahşi işkenceleriyle gündeme gelen Diyarbakır Cezaevi’nde kaldınız. Neler yaşadınız?
Korkunç bir dönemdi. Günün yirmi dört saati işkenceydi. Hala o yılları anlatmak bana çok zor geliyor. Esat Oktay kendisi bizzat işkencelere katılıyordu. Zaten kadınlar koğuşu olarak, ilk dayağımızı Esat Oktay koğuşa girdiğinde ayağa kalkmadığımız için yedik. Cezaevinin tüm görevlileri askerdi, bir tane bile kadın görevli yoktu. Bir gün asker/gardiyan, yeni gelen yüzbaşının koğuşa girdiğinde bir tekmil kalkarak esas duruşta sıraya dizilmemiz gerektiğini, artık cezaevinde askeri kuralların geçerli olduğunu söyledi. Esat Oktay yanında köpeği Co ve yaklaşık 20 askerle koğuşa girdi. Tabii biz ayağa kalkmadık, Esat Oktay'in talimatıyla, Co ve askerler bize saldırdı. Coplar, kalaslar, asker palaskaları, ellerinde bulunan ne varsa rast gele bize vurmaya başladılar. O gün beni yaka paça, işkence yaparak koğuştan aldılar ve daha önce Co'nun kaldığı küçük bir odaya koydular. Co'nun pisliği ve kemik artıklarının bulunduğu o odada yaklaşık altı ay kaldım. Betonun üzerinde yattım, yatak verilmedi; yemek, su ve tuvalete çıkma ihtiyacı bile bir işkence aracına dönüştürüldü. Her gün bir kaç kez askerler tarafından falakaya yatırıldım, işkence gördüm. Bütün bunlar, Esat Oktay'a ve diğer askerlere "Emredersiniz komutanım" demediğim ve esas duruşa geçmediğim için yaşadım. Diyarbakır cezaevinde kaldığım iki yıl boyunca işkence görmediğim bir gün olmadı, kimi gün askeri marşları söylemediğim için Türkçe bilmeyen Duriye ananın yanında görüldüğüm, dolasıyla Kürtçe konuşmuş olabileceğim için, kimi gün güldüğüm için... Ama umudumu hiç yitirmedim. İyiliğe güzelliğe ve insanlığa dair umudumu koruyarak, o cehennemden aklımı yitirmeden çıkmayı başardım.
Şimdi yeniden cezaevindesiniz. Neler hissediyorsunuz?
Büyük bir haksızlığa uğradığımı hissediyorum. “Tarih tekerrür mü ediyor, Kürtler hiç mi rahat yüzü görmeyecek?” diye düşünüyorum.
Demokratik kazanımların pamuk ipliğine bağlı olduğunu, her an güçlü olanın zayıf olanı ezmek için fırsat kolladığını ve bu fırsatı bulmakta çok da zorlanmadıklarını düşünüp, haksızlığa göz yuman herkese, her şeye kızıyorum. Ama her zaman galip gelen duygum yine umut oluyor. Özgür, eşit ve demokratik bir gelecek umuduna tutunarak, bu haksızlığın da üstesinden geleceğimi biliyorum.
Türkiye yargısının şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye'de yargının tamamen merkezi iktidarın denetimi altında çalıştığına inanıyorum. Benim yargılandığım dava da buna örnek gösterilebilecek bir davadır. 90'lı yıllarda Başbakan Tansu Çiller'in Kürt iş insanlarına ve aydınlarına yönelik bir ölüm listesi vardı. Bu listede olan hemen hemen herkes faili meçhul bırakılan bir cinayete kurban gitti. 90'lı yılların az çok sorgulandığı dönemde bu gerçek ortaya çıkmıştı. Şimdi de iktidarın bir tutuklama ve ceza listesi olduğunu düşünüyorum. Mahkemeler de bu listeye göre ceza uyduruyorlar. Ortada demokratik hukuk kurallarına uygun adil bir yargılama yok.
Devlet 1994'te de Kürt siyasetçileri tutuklamıştı. Aradan 25 yıl geçti, durum yine aynı. Bugün yaşananlar doksanların devamı mı? Yoksa doksanlara geri mi döndük?
Kürt sorunu konusunda devletin temel refleksi, her defasında yeniden ortaya çıkıyor... Kürtler demokratik siyasete tutunmaya çalıştıkça, halkın iradesi güçlendikçe mutlaka bir yerden bir darbe geliyor. Bu sürecin darbecisi de AKP oldu. Yüzde 10'luk seçim barajı Kürtleri siyaset dışı bırakmak için konulmuştu. Ama Kürtler bu barajı aşınca, karşılarında bu kez de cezaevi duvarını buluyorlar. Demokratik dünyanın artık bunu kabul etmemesi gerekir. Kürtlerin yönetime katılabilecekleri demokratik siyaset kanallarının açık olması, barışı da beraberinde getirecektir.
Cezaevinde en çok neyi özlüyorsunuz?
F Tipi Cezaevleri üçer kişilik odalardan oluşuyor. Çok az insan görebiliyorsun ve çok sınırlı sohbet imkanın oluyor. Sosyalleşme imkânının bu kadar sınırlı olması bende en çok kalabalıklara özlem duygusu yarattı. Ailemi, arkadaşlarımı, sokakları, miting meydanlarını özlüyorum tabii ki. Ama kitap okuyarak, yazarak, güzel hayaller kurarak, özlemlerimi umuda çeviriyorum.
Özgürlüğünüze kavuştuğunuzda ilk olarak ne yapmak istersiniz?
Ufuk çizgisini görebileceğim, güneşin doğuşunu veya batışını izleyebileceğim, gökyüzünün derinliklerine dalıp, özgürlük duygusunu doyasıya yaşayabileceğim bir yerde oturup bir bardak çay içmek isterim. Sanırım, cezaevinde günün yirmi dört saati, gözümün önünde duran duvar, demir parmaklık ve tel örgü görüntüsünün yarattığı tutsaklık duygusunu atabilmek için buna ihtiyacım olacak. Bir de bol kahkahalı bir sohbet ortamı olsa hiç fena olmaz.