24 Haziran 2016 03:00
Adli Tıp Uzmanı ve çocuk hakları savunucusu Prof. Dr. Oğuz Polat, Türkiye ve dünyada çocuğa yönelik cinsel istismar vakalarının arttığını vurgulayarak “Türkiye'de geleneksel aile tipinin ön planda olması, bireyden çok aileye değer verilmesi ve korunması, toplum baskısı, muhafazakâr toplum yapısı, damgalanma korkusu, bilgi eksikliğinden dolayı çocuğa yönelik cinsel istismar olayları gizli kalıyor” diyor.
TBMM Çocuk İstismarını Önleme Araştırma Komisyonu’na sunulan Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, çocuklara yönelik cinsel istismar suçu giderek artıyor. 2008 yılında 4 bin 061 olan dava sayısı 2009 yılında 12 bin 635’e, 2010 yılında 16 bin 135, 2011 yılında 16 bin 828, 2012 yılında 17 bin 589, 2013 yılında 17 bin 948, 2014 yılında 18 bin 104, 2015 yılında ise 16 bin 957 ye çıktı.
Caydırıcılık adına ‘kimyasal kastrasyon’ uygulamasının dünya çapında yaygın olduğuna dikkati çeken Polat, “Uygulamayla çocuklara cinsel tacizde bulunan saldırganların 'erkeklik gücü’ azaltılıyor, ilaç kesildiğinde ise her şey normale dönüyor. Bu yöntemin Türkiye'de kanun tasarısı olarak hazırlanıp sunulduğu 2-3 yıl öncesinde Meclis bunu oy birliği ile reddetti. Halbuki bu çok işe yarayacak, toplumu psikolojik olarak baskılayacak bir yöntem. Ama maalesef biz bunu reddettik" görüşünü dile getiriyor.
Polat, anne babalara ‘kötü dokunuş’ hakkında sürekli uyarılarda bulunduklarını belirterek, "Kucağınıza alabilirsiniz, bu çocuğu sevme yaklaşımı ise sorun yoktur ama biz anne babalara diyoruz ki "Ne olursa olsun çocuğunuz, tanımadığı birisine, hatta tanıdığı biri bile olsa, belli şeylerin yapılmasına izin vermesin. Bunu öğretin" diyoruz. Fiziksel temas bugünün koşullarda potansiyel tehlike gibi öğretilmesi gereken bir şey haline gelmek zorunda. O kültürel yaklaşımımızı, dokunarak sevme yaklaşımımızı biraz azaltmamız gerekiyor. Çünkü doğru dokunuşla yanlış dokunuşu çocuğa bırakma sorumluluğu çok kabul edilebilir bir durum değil” diye konuşuyor.
Prof. Dr. Oğuz Polat’ın T24’ün sorularına verdiği cevaplar şöyle:
Pedofili nedir, belirtileri nelerdir?
Pedofiliden kastımız çocukları cinsel obje olarak gören 'herkes'. Yani bu, öyle bir şey ki bunun çocuklarla cinsel ilişkiye girme eğilimi taşıyan ve onlara yönelik saldırılarda bulunan veya bu saldırı planlayan kişilerin sayısının her geçen gün artıyor olması, çok büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor. O yüzden öncelikle olayı bilmek gerekiyor, hem de saldırganı doğru tanımlamak gerekiyor. Niye doğru tanımlamak gerekiyor? Çünkü bu saldırgan, genelde toplumda herkesle birlikte yaşayan, belli işi olan insanlar arasından çıkıyor. Yani, "Bak bu saldırgandır, bu katildir, bu hırsızdır" dediğimiz kriminal bir tiplemesi yok. Herkesin bunlardan biri olabileceğinin bir göstergesi olduğundan, çocukları koruyabilmek çok kolay olmuyor bu nedenle risk daha çok artıyor.
Peki çocukların korunması için neler yapılmalı?
En temel şey, çocukları güçlendirmek. Bilgiyle güçlenir insanlar. Çocukları bilgilendirirseniz ve onlara çok temel olarak, "Mayoyla kapattığın yerlere kimsenin dokunmasına, ellemesine izin verme" diye benimsetirseniz ve "Eğer bunu zorla yapmaya kalkıyorsa bağırarak yardım iste, ne olursa olsun 'Hayır' de" diye temel bilgi olarak benimsetirseniz, içselleştirmesini sağlarsanız çocuk kendini koruyacaktır. Çünkü bu çok önemli bir boyut. Meydana gelmeden önleyebilmek çok önemli bir boyut. Çünkü meydana geldikten sonra hem fiziksel hem ruhsal anlamda meydana gelen travmayı tedavi edebilmek çok zor. Kadrolar yetersiz, çocukların da iyileşme şansı her zaman yüzde 100'leri bulmuyor. Bu yüzden meydana gelmeden önlemeye çalışmamız lazım.
Çocuğun tacize uğradığı nasıl anlaşılabilir?
Çocuğun tacize uğradığını anlamak en zor kısım. Çünkü çocuk genellikle saldırganın kendisine söylediği, "Bak sen de suçlusun. Sen de bunun bir parçası oldun. O yüzden kimseye söyleme. Söylersen seni de hapse atarlar" sözlerine inandıkları için susuyorlar ve açıklamıyorlar. İkinci boyut da açıklamak istese bile kime söyleyeceğini bilemiyor. Kimle paylaşacağını bulamıyor. 'ALO İMDAT' hatları çok önemli, ama bizdeki ALO İMDAT hatlarının performansı gerçekten çok kötü, ALO 183 gibi. İyi iş yapabilen yerler değiller, yeterli değiller. Çünkü "Alo" dendiği an olay yerine ulaşmak lazım, fakat bizde böyle bir düzenek yok. O yüzden de çocuk saklıyor, suçlu olmaktan korkuyor. Eğer söylemeye karar verse kime söyleyeceğini bilemiyor. Onu bulsa bile orada her zaman yeterli hizmeti alamıyor. Ama çocuğun söylemesini sağlamak için çocuktaki belirtilere bakmak lazım. Çocuk, eğer birden bire, bıçak keser gibi akademik başarısı düşüyorsa, hijyen problemleri başladıysa, arkadaşlarıyla konuşmuyorsa, yani içine kapanma bulguları gösteriyorsa bu çocuğun bir derdi olduğunu gösterir. Başka bir derdi de olabilir, ama bunu da göz ardı etmemek lazım ve çocukla görüşmek lazım. Anne, baba ve öğretmenler bu konuda çok kilit insanlar. Onlar bilinçlenirse, böyle bir şeye atlamadan ulaşmak daha kolay olacaktır. Yoksa hukukçular, psikologlar, doktorlar olay olduktan sonra ancak konuya müdahil olacaktır.
'Çocuğun hayal dünyası' diye bir inanış var Türkiye'de, bu nasıl aşılabilir?
Evet, 'olmayanı varmış gibi anlatma' boyutu çocukların karakteristik özelliği olarak kabul edilir ama böylesine bir olayı çocuğun uydurması mümkün değildir. Çocuk böyle bir şeyi anlatıyorsa ve çıkar söz konusu değilse mutlaka dikkate almak gerekir.
"Çıkar söz konusu değilse..." kısmını biraz açalım mı? Hatırladığınız bir vaka var mı?
Çok ender de olsa bazen rastlanır, ben bir vakada hatırlıyorum. Bisiklet tamircisi, bisikleti var. Çocuk "Bisikleti ver, gezip geri getireceğim" diyor. Bisiklet tamircisi vermeyince diyor ki, "Beni taciz etti, kucağına oturtmaya kalktı, kaçtım" Ama yalan söylediği ortaya çıkıyor. Uzmanlar, bu konuda eğitim verdiğimiz kişiler, bizler, bu alanda çalışan profesörler, doğruyla yalanı ayırt edebilecek eğitimi alıyorlar.
Çocuğun beyanının önemini vurguluyorsunuz...
Durum, "Çocuk kandırabilir, yalan söyleyebilir" durumunda değildir hiçbir zaman. Bu nedenle çocuğun doğruyu söylediği kabulüyle başlamak lazım. Bunu ortaya çıkarmak o kadar zor değildir.
Türkiye'de yargının pedofile yaklaşımı nasıl?
Yargı çok önemli bir meslek grubu. Bu yüzden de bu konudaki en doğru meslek gruplarından bir tanesi. Çünkü onlar bilirse, hukuk karar verirse doğru sonuçlar gelir. Şunu da söylemek gerekiyor. Çok bilgili değiller, o yüzden de çocuğun ruhsal travmaya maruz kalabileceği, sorgulama aşamasında başının ağrıyabileceği, çocuğa zarar vereceğini düşünmüyorlar. Bu yüzden, onları bu konuda eğitmek çok önemli.
'Caydırıcılık' adına neler yapılabilir yargılama aşamasında?
Yargıda, ceza sistemlerinde, dünyada gelişmiş ülkelerde uygulanan 'kimyasal kastrasyon' var. Yani, çocuklara cinsel tacizde bulunan saldırganlara, dişarıdan ilaç vererek erkeklik gücünün azaltılmasına bağlı bir şey bu. Bu, ilacı kestiğiniz zaman normale dönmeyi sağlayan bir yöntem. Ama bu yöntemin Türkiye'de kanun tasarısı olarak hazırlanıp sunulduğu 2-3 yıl öncesinde Meclis bunu oy birliği ile reddetti. Halbuki bu çok işe yarayacak, toplumu psikolojik olarak baskılayacak, çünkü cezaların caydırıcılığı çok önemlidir. Ama maalesef biz bunu reddettik. Hatta medyada o zaman "Erkekliğimiz elimizden alınıyor" diye feryat figan edildi. Halbuki bizim çocukları korumak gibi bir derdimiz var. Çocukları korumak, Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış her ülkenin görevi. Bunu yapmak zorundadır. Vaka artışına baktığımızda kanunlarda revizyona ihtiyacımız olduğu gözüküyor zaten.
Türkiye'de vakalarda artış var mı?
Artış var, bu dünyada da böyle. Hem şiddet artıyor, hem bu tip olaylar artıyor. Türkiye'de daha da fazla arttığını görüyoruz. Bu yüzden de, sayılar tabii 'karanlık sayılar' dediğimiz siyah rakamlar. Türkiye’de geleneksel aile tipinin ön planda olması, bireyden çok aileye değer verilmesi ve korunması, toplum baskısı, muhafazakâr toplum yapısı, damgalanma korkusu, bilgi eksikliğinden dolayı çocuğa yönelik cinsel istismar olayları gizli kalıyor. İstanbul’da lise öğrencileri arasında yapılan araştırmaya göre öğrencilerin yüzde 2’si ensest saldırıya maruz kalmış.
Kurumsal istismar olgularında artış var. İşte Karaman'da olaylardan başlayıp bale okullarına kadar sarkan birçok olayı sıralayabiliriz burada.
Neden arttı?
Bireyselleşmenin çok ön plana çıkması ve değerler yerine zevk alma (hedonizm) kavramının çok ön planda olması bu tip olayları artırdı. Bizim gibi ülkelerde özellikle caydırıcı olabilecek olan yargı kararlarının yeterince keskin ve sert uygulanmıyor olmasının ve sıfır tolerans kavrama ulaşamamış olmamız da bunu tetikleyen faktörler arasında.
"Kurumsal istismar olgularında artış var" dediniz. Kurumsal anlamda ne gibi önlemler alınabilir?
Denetimin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yoksa servis şoförleri, antrenörler gibi çocuklarla birebir ilişki kurabilen meslek kollarına eleman alırken bunların daha önce sabıkalı olup olmadığını kontrol etmek, psikolojik testlerini yapmak çok zor olmasa gerek. Bunlar yapılırsa potansiyel tehlikenin önüne geçilebilir. Bu "Herkes suçlu" demek değil, ama "Ben kontrol ederek alıyorum böyle bir şey olmasın diye" diyebilmek lazım.
Dediğiniz gibi son olarak Karaman'daki Ensar Vakfı olayı gündeme geldi. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'nun da konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamalara tepki gösterilmişti. Bakanlık nezdinde bakılacak olursa hem Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hem de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından neler yapılabilir?
Meclis bununla ilgili bir komisyon kurarak önemli çalışmalar yaptı. Yapmaya da devam ediyor. Bakanlık da, panik yaparak medyanın yönlenmesi adına yapması gerekenleri yapamadı, talihsiz demeçler oldu orada. Ben bu konuda bakanlığın ve devletin samimi olduğuna ve doğru adımlar atmaya çalıştığına inanıyorum. Çocuğun siyaset üstü bir konumda olduğunu bilmek lazım. "Bizden değil"in dışında bir kavramdan bahsediyoruz. Bu konuda çalışan temel kuruluş Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve o bakanlığın da elemanlarının çok aktif olması gerekiyor. ALO 183 onlara bağlı mesela. Buradan başlayarak TİM'ler oluşturup ALO 183'e gelen vakaları doğru analiz ederek... Çünkü başvuru yaptığınız zaman size birçok sorular soruyor, onu söylüyor, bunu yapıyor. Orada kaçak göçek arıyor çocuk, kadın, şiddet mağduru her kimse iki dakika arayıp telefonu kapatacak, sonuçta ortada kalacak. Ben anlıyorum, acaba bir 'fake', aldatmaca araması mı diye korkuyor ama biraz daha güvenmek, toplumumuzun da biraz daha duyarlı olması lazım. Oradakiler de mesela günlük gelen aramaların yüzde 30'unun fake olduğunu söylüyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığı da çocuk haklarını öğretecek, birey olduğunu öğretecek.
Çocukların aile içinde sürekli mıncıklanarak sevilmesi, sürekli öpülmesi gibi alışkanlıklar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tek bir kriter var. Kötü model oluşturma davranışlarını biraz daha dışlayarak, her türlü davranışta kasıt önemli. Kucağınıza alabilirsiniz, bu çocuğu sevme yaklaşımı ise sorun yoktur ama biz anne babalara diyoruz ki "Ne olursa olsun çocuğunuz, tanımadığı birisine, hatta tanıdığı biri bile olsa, belli şeylerin yapılmasına izin vermesin. Bunu öğretin" diyoruz. Anlatmamız lazım ki 'kötü dokunuşu' o da farkına varabilsin. Sizin kast ettiğiniz günlük yaşam içinde fiziksel temas. Fiziksel temas bugünün koşullarda potansiyel tehlike gibi öğretilmesi gereken bir şey haline gelmek zorunda. O kültürel yaklaşımımızı, dokunarak sevme yaklaşımımızı biraz azaltmamız gerekiyor. Çünkü doğru dokunuşla yanlış dokunuşu çocuğa bırakma sorumluluğu çok kabul edilebilir bir durum değil.
'Pedofili' toplumdan topluma, gelişmişliğe göre farklılık gösterir mi?
Pedofili dediğimiz, çocuğun cinsel obje olarak görüldüğü durumda, çocuk seks turizmi var, çocuk fuhuşu var... O kadar geniş bir kapsamdan bahsediyoruz ki toplumlardan bağımsız olarak, her toplumdan çıkabililiyor. Eğer İskandinav ülkelerini konuşuyorsak, yani birey haklarının kurumların önüne geçmediği, çok değerli olduğu ülkeleri konuşuyorsak, Türkiye’deki vaka sayısı daha fazla. Ama işte Afrika’ya doğru gidiyorsak, orada görülen vaka sayısı çok daha fazla. Bireylerin haklarının önemsendiği ülkelerde bu sayı her zaman düşük. Yine de kültürel boyutta aşağı yukarı tüm kültürler çocukları önemsemeye çalışan kültürler olduğu için bunun birincil faktör olarak görülmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Acıbadem Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı kurucusu. Türkiye’yi Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi oturumlarında temsil etti.
İstanbul Tabip Odası Çocuk Hakları Merkezi'ni 1998'de kurdu. 2000-2003 yıllarında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı yaptı. 1992-2010 yıllarında Çocuğu İstismardan Koruma ve Rehabilitasyon Derneği Başkanlığı yaptı.
UNICEF'e 1992-2012 döneminde çocuk hakları ve güç koşullardaki çocuklar konusunda danışmanlık yaptı. Özellikle şiddet konusunda akademik çalışmalar yapan Polat’ın adli tıp, kriminoloji, çocuk hakları, çocuk istismarı, sokak çocukları konularında yayımlanmış 18 kitabı, ulusal ve uluslararası 120'yi aşkın çalışması var.
© Tüm hakları saklıdır.