İNGİLİZ BASININDA ÖNE ÇIKANLAR
Yakın zamana değin, piyasaların 2'inci Dünya Savaşı'ndan beri bu kadar ciddi bir sarsıntı geçirmediği yorumları sık sık yazılıp çiziliyordu. Fakat ekonominin içine düştüğü çukur, kimilerine göre bundan çok daha derin.
Financial Times'ın manşetinde, tarih cetvelini iyice gerilere çeken İngiliz İşçi Partisi'nin önde gelen bir üyesi, ''Son 100 yılın en kötü resesyonu'' diyor.
Ed Balls, İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un yakın siyasi müttefiklerinden biri. Geçmişte Gordon Brown'un baş danışmanı olarak çalışmış olan siyasetçi, bu resesyonun küresel etkisinin 1930'ların Büyük Buhran yıllarından daha yıkıcı olacağını söylüyor.
Aynı sözler bu sabah
Independent'ın ve
Guardian'ın manşetinde de yer alıyor.
Guardian'a göre Ed Balls'un karamsar tahmini, ekonomi konusunda İngiltere hükümetinin üst kademelerinden gelen bugüne kadarki en kaygılı gözlem.
Financial Times, ekonomideki gidişatın İngiltere siyaseti üzerinde de etkisini göstermeye başladığını bildiriyor.
Gazete, Gordon Brown hükümetine destek yüzde 12'lere inerken, ana muhalefet Muhafazakar Parti'nin popülerliğinin ise yüzde 42'ye tırmandığını gösteren anket sonuçlarını aktarıyor.
Türkiye üzerinde artan baskı
Gazetenin iç sayfalarında göze çarpan bir haberse, Türkiye ile ilgili.
Financial Times, IMF ile anlaşmaya varılması yönünde baskıların yoğunlaştığını yazıyor.
''Eğer Türkiye IMF ile görüşmelerde en az 20 milyar dolarlık bir kredi konusunda anlaşmaya varamazsa, Tayyip Erdoğan hükümeti yatırımcılar nezdinde güvenilirliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Ayrıca enflasyon ve faiz oranlarını tek haneli rakamlara indirebilmek için Türkiye'nin önüne yıllardan sonra çıkmış en güzel fırsat geri tepilmiş olabilir.''
Financial Times'a göre anlaşmaya önem veren piyasa gözlemcilerinin uyarıları böyle.
Fakat IMF'nin kredi için şart koştuğu kemer sıkma politikalarını Başbakan Erdoğan'ın kabul edip etmeyeceği bilinmiyor. Gazeteye göre Mart ayındaki yerel seçimlerden önce Erdoğan'ın halkın önüne zorlu bir İMF reçetesiyle çıkmak istemeyişi anlaşılır olsa gerek.
Fakat bunun yanısıra
Financial Times, Türk ekonomisinin şimdiye kadar Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla krize karşı daha iyi göğüs gerdiğini de yazıyor.
Gazetenin sözlerini aktardığı bir analistin ifadesiyle, Erdoğan'ın pazarlık masasındaki tutumu, Türkiye'de ekonominin görece daha güçlenmiş olan vasıflarından da kaynaklanıyor.
IMF heyetinin anlaşmaya varmadan Türkiye'den ayrılmasına karşın, bunun şaşırtıcı biçimde borsayı çok az etkilediğini yazan
Financial Times, ''çünkü yatırımcıların çoğu hele bir yerel seçimler atlatılsın İMF anlaşmasının bağlanacağını düşünüyor'' diye bildiriyor.
Bisikletlerin makus talihi
Times gazetesinin satırlarında, Fransa'daki bisiklet projesinin acıklı seyrini okuyoruz.
Bundan 18 ay önce Paris belediyesinin hayata geçirdiği bisiklet projesi, çevre örgütlerinden şehir planlamalacılarına değin geniş bir yelpazeden alkış toplamıştı. Paris'in bir çok noktasına yerleştirilen umumi bisikletleri makineye az miktarda para atıp kiralıyor, sonra işiniz bitince gene bir bisiklet noktasına geri bırakıyorsunuz.
Fakat
Times'a göre Fransızların bisiklet rüyasına vandalizm ve hırsızlık olaylarının gölgesi düştü. Gazete, Fransız medyasının izini sürdüğü kayıp bisikletlerin Doğu Avrupa'da ya da Afrika'da ortaya çıktığını yazıyor.
Belediyenin özel hazırlattığı bisikletlerden 8 bine yakını kayıplara karışırken, kısa sürede kullanılmaz hale gelenlerin sayısı daha da fazla.
Hasarın nedenlerini internette görmek mümkün
Times, video paylaşım sitelerine Parisli gençlerin koyduğu müzikli kliplerde, umumi bisikletlerin merdivenlerden aşağı hoyratça sürüldüğünü, bazılarının ağaç dallarına asılı halde bırakıldığını aktarıyor.
İsrail seçimleri
Daily Telegraph, İsrail'de seçim sandıklarından çıkacak sonucun şimdiden belli olduğunu düşünüyor. ''Tartışmasız sağa kayan bir İsrail''.
Gazete, merkezde yer alan Kadima partisi ile sağ kanat Likud arasında kıl payı bir farkla ya şu anki Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin, ya da sağcı lider Benyamin Netanyahu'nun başbakanlık koltuğuna oturucağını düşünüyor.
Her ikisi de anketlerde başa baş görünüyorlar.
Fakat
Daily Telegraph'a göre kim başbakan olursa olsun, neredeyse kesin görünen bir şey varsa, İsrail sağının ve dindar müttefiklerinin parlamentoda açık farkla çoğunluğu oluşturacağı.
Guardian'ın baş makalesi, İsrail sağının yükselişini ''tehlikeli'' diye niteliyor.
Nispi temsile dayanan seçim sistemi, İsrail'de koalisyon hükümetlerini de beraberinde getiriyor.
Guardian, marjinal oyları olan küçük partilerin hükümet pazarlığında anahtar konuma geldiğini yazarak, İsrail siyasetinde yıldızı hızla parlayan aşırı sağcı lider Avigdor Lieberman'a dikkat çekmiş.
Liebermann alarmı
İsrail vatandaşı Araplardan sadakat yemini talep eden Lieberman, aksi takdirde vatandaşlıktan çıkarılmalarını savunuyor.
Guardian'a göre, İsrail nüfusunun yüzde 20'sini hedef alan böyle bir politikanın savunucusu pazarlıklarda kilit konuma gelirse, barış sürecini yeniden yeşertecek bir zeminden bahsetmek hayli zor olacak.
(BBC Türkçe)
ALMAN BASININDA ÖNE ÇIKANLAR
Bugün Alman basınının tek yorum konusu, Federal Ekonomi Bakanlığı'nda yaşanan görev değişimi. Yorumlarda, bu mini siyasi krizdeki tutumu nedeniyle eleştiri okları Başbakan Angela Merkel'e yöneliyor.
Almanya'nın en yüksek tirajlı gazetesi
Bild'den bir alıntıyla başlıyoruz: "Biri istemiyordu, diğeri de yapamıyordu; üçüncü adaysa yapmamalıydı. Sonuçta Ekonomi Bakanlığı koltuğuna Karl-Theodor Freiherr zu Guttenberg oturuyor. Tıpkı çocukların, oyun oynarken körebe seçmesi gibi: 'Oooo, portakalı soydum, başucuma koydum, şimdi sen bakan oldun!' Oysa, bu çok daha ciddi bir mesele. Savaş sonrası en büyük ekonomik krizi yaşıyoruz ve bu nedenle 37 yaşındaki genç politikacının omuzlarına büyük bir yük bindi. Kesin olan şu ki, Hıristiyan Birlik Partileri ipte cambazlık yapmaya başladı - üstelik koruyucu bir ağ olmadan! Bu, hem Başbakan Angela Merkel, hem de Hıristiyan Sosyal Birlik Genel Başkanı Horst Seehofer için tehlikeli sonuçlar doğurabilir."
Bielefeld merkezli
Neue Westfälische gazetesiyse eleştirinin dozunu daha da ağırlaştırıyor:
"Angela Merkel neredeydi Allah aşkına? Kabinesindeki en önemli bakanlıklardan biri boşalıyor ve Başbakan iki gün boyunca ağzını açmıyor. Dün Hıristiyan Sosyal Birlik Başkanı Seehofer'in, talihsiz Michael Glos'un yerine Genel Sekreter Karl-Theodor zu Guttenberg'i atamasınıysa uslu uslu onayladı. Tıpkı bir ilkokul öğrencisi gibi! Oysa Başbakan, böyle bir durumda hemen dümene geçebilecek siyasi iradeyi gösterebilmeliydi. Bu kararsızlık, Merkel'in başına iş açabilir."
Frankfurter Allgemeine Zeitung da Merkel'i eleştiren gazeteler kervanına katılıyor: "Tüm bu gelişmelerden Angela Merkel de zarar görmüş durumda. Madem ki Michael Glos başarısız bir ekonomi bakanıydı, o zaman neden yerine daha önce atama yapılmadı? Böyle durumlarda asıl görev Başbakan'a düşüyor."
Son olarak başkent gazetesi
Berliner Morgenpost'tan bir alıntı aktarıyoruz: "Almanya ağır bir ekonomik krizle boğuşurken, ekonomi bakanının istifa etmesi gibi bir lükse sahip olabiliyor. Sanki ülkede her şey güllük gülistanlık! Ama tüm olup bitenlere rağmen, yine de ümitvâr olmak gerek: Bugüne kadar bakanlık koltuğunda bıkkın ve eli kolu bağlı 'değirmenci başı' konumunda biri oturuyordu. Glos'un halefiyse uluslararası bağlantıları güçlü bir dış politika ve güvenlik uzmanı oldu."
(Deutsche Welle)
ABD BASININDA ÖNE ÇIKANLAR
New York Times Bush yönetiminin İran’a karşı izlediği dışlayıcı tavrın bir işe yaramadığını hatırlatıyor. Gazete, bu nedenle Obama’nın İran’la diyalog politikasını, denenmesi gereken bir yol olarak görüyor.
"İran’a karşı hem yaptırımları hem de teşvikleri içeren bir politikanın, bu ülkeyi nükleer silah sahibi olma hevesinden vazgeçirip geçiremeyeceğini bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Bush yönetiminin bu konuda hiçbir çaba harcamadığı. Böyle bir politika sadece doğrudan diyalogu değil, güvenlik garantisi konusunda inandırıcı öneriler de içeren daha kapsamlı bir diplomatik açılımı gerektirir. Yeni yönetimin İran’la sadece nükleer programı konusunda değil, Afganistan ve Irak konularında da diyaloga girmesi gerekir. İngiltere, Fransa ve Almanya ile işbirliğini sürdürmenin yanı sıra Çin ve Rusya’nın da ikna edilmesini gerekir."
Tahran’la diyalog politikasına destek veren
Boston Globe da hem İran’ın hem de Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta ortak çıkarları olduğunu yazıyor. Gazete, İran’da Haziran ayında cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacağını da hatırlatıyor.
"Obama, İran’la diyaloğu cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce başlatmalıdır. Sertlik yanlısı Mahmut Ahmedinecad’ın elini güçlendirmemek için, Obama üst düzey görüşmelere yaz aylarında başlamayı düşündüğünü açıklamalı, ardından da İran’la ilişkilerde kapsamlı bir değişikliğe gitmeye hazır olduğunu vurgulamalıdır. Diplomatik ilişkileri yeniden kurma niyetinin bir işareti olarak da Tahran’da Amerikan çıkarlarını temsil edecek bir büro açmalıdır. İran bu açılımlara sert sözlerle cevap verebilir ama diyalog yöntemi mutlaka denenmelidir."
Washington Post ise Obama’nın nükleer silah peşinde koşan bir başka ülkeye, Kuzey Kore’ye yönelik politikasını mercek altına alıyor. Gazete, Pyongyang’ın son dönemde artan kışkırtıcı tavırlarını taviz koparma politikasının bir yansıması olarak görüyor.
"Geçmişte diktatör Kim Jong Il, ya bir füze ya da nükleer silah deneyerek; plütonyum üretimini sürdürerek; uluslararası gözlemcileri sınır dışı ederek hep bir kriz yarattı. Ve her seferinde de bu davranışlarından vazgeçmesi için Güney Kore, Amerika, Çin veya diğer ülkelerden bazı tavizler koparmayı başardı. Şimdi Obama’nın devraldığı miras, Bush’a bırakılan mirastan bile daha kötü. Obama yönetimi nükleer silahsızlanma görüşmelerine devam edip etmeme kararından önce, Pyongyang’ın bu tür şantajlarına boyun eğip eğmeyeceğine karar vermek zorunda. Geçmişte yaşananlar, Kuzey Kore’nin kışkırtıcı tavırlarını ödüllendirmenin, bu tür tavırların tekrarına yol açtığını gösteriyor."
USA Today hem finans sektörünü kurtarma paketinin, hem de ekonomiyi canlandırma paketinin önemli eksikleri olduğunu yazıyor. Ancak gazete, işsizliğin giderek arttığı bir ortamda yönetimin fazla seçeneği olmadığını vurguluyor.
"Wall Street’teki yöneticiler cezalandırılmayı sonuna kadar hak ediyorlar, ancak ekonomi açısından kredi musluklarının açık olması hayati önem taşıyor. Şimdi asıl tartışılacak konu, banka kurtarma paketinin nasıl hayata geçeceği ve 700 milyar dolarlık paketin yetersiz olduğu anlaşıldığında ne yapılacağıdır. Ekonomiyi canlandırma paketine gelince, paraların nereye harcanacağından çok, bir an önce harcanması önem taşıyor. Elbette her iki paketin de faturasını önümüzdeki yıllarda çok acı bir biçimde ödeyeceğiz. Ancak şimdi bu paketleri hayata geçirmezsek, bunun faturası çok daha ağır olacaktır."
(Voice of America - Saat farkından ötürü ABD basını 1 gün gecikmeli olarak yansıtılabilmektedir
)