25 Temmuz 2013 10:30
Hürriyet’ten Yalçın Doğan, Şükrü Küçükşahin; Milliyet’ten Fikret Bila, Mehmet Tezkan, Kadri Gürsel; Taraf’tan Ceyda Karan, Yeni Şafak’tan Cem Küçük, Ali Bayramoğlu, Zaman’dan Mümtaz’er Türköne, Şahin Alpay; Radikal’den Cengiz Çandar, Murat Yetkin; Vatan’dan Güngör Mengi, Okay Gönensin; Sabah’tan Sevilay Yükselir, Star’dan Orhan Miroğlu; Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer, Orhan Bursalı gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Yalçın Doğan – Hürriyet
Güney komşumuz değişti
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den gelen Kürt temsilciler, Erbil’de toplanıyor. Barzani hedefi açıklıyor, “Dört ülkedeki Kürtlerin katılımıyla Kürt devleti”.
Türkiye ne yapıyor? İran, Irak ve Suriye ile yaşanan yanlışlıklar komedyası, AKP’nin “açılım” politikası ile birleşiyor. Adım adım Kürt devletine doğru gidiyoruz.
Güneydoğu’da Kürtler fiilen “Burası bizim” diyor. Dağlarda “önce vatan” yerine artık “önce PKK” yazıyor. Güneydoğu’yu yönetmek üzere her türlü hazırlık yapılıyor. En simgesel adımlarından biri, “bölgede PKK şehitliği” kurmak. İddiaya göre, asker buna engel olmak istiyor, hükümet askere engel oluyor. Her şey uyum içinde yürüyor.
Buna rağmen, önemli bir sorun henüz ortada. İçeride ve dışarıda çok baskı var, “Öcalan özgürlüğüne kavuşsun”. Açılım politikasının gelip dayandığı kritik eşik bu.
AKP bu eşiği nasıl aşacağını kara kara düşünüyor. Böyle bir adımın Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce atılması imkânsız. Sonra atılacak gibi olsa bile, bu adım AKP’yi siyasetten siler.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Şükrü Küçükşahin – Hürriyet
Helalühoş olsun söylemi
Sandıktaki sonuç ne olursa olsun Türkiye için şu gerçeği görmeli:
Muhalefet dahil siyaset yapma yöntem ve söylemi hızla değişmek zorunda.
Değişim gerçekleşmediği takdirde, ülkenin sürekli gerginlik ortamında yönetilmesi mümkün olamaz.
Hele, sınırlardaki yaşamsal gelişmeler art arta olumsuz yönde sonuçlar verir ve o sorunları çözmesi gerekenler yanlış teşhislerinde ısrar ederken bir de, ‘Dünyada tek dostumuz yok’ noktasına gelinmişse, yönetim iyice zorlaşır.
Dışarıda tablo berraklaşırken, iktidarın içeride de Gezi sürecini, ‘sıfır komşu’ politikasına çevirme, ‘ötekileştirmede’ yeni aşamaya geçmek için kullanır şekilde bir görüntü vermesi sadece geleceğe dair kaygıları arttırıyor.
Oysa, Gezi gösterileri başladığında, mesajları en iyi ve hızlı AKP’nin alacağını düşünenler çok ciddi orandaydı.
Ancak Başbakan ve çevresi o değişim/dönüşümü bu kez gösteremedi.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fikret Bila – Milliyet
De facto konfederasyon
Kürt Ulusal Konferansı’yla hızlanacak olan siyasi inşa süreci sonunda hedeflenen, dört ülkedeki Kürtleri kapsamak üzere “de facto konfederasyon”a ulaşmak. Konfederasyon’un dört parça için alacağı kararlar, bu parçalardan gelen temsilciler, siyasi partiler veya gruplar tarafından o ülkede hayata geçirilmeye çalışılacak. Türkiye’de, İran’da, Irak’ta ve Suriye’deki “özerk yapılar” birlikte hareket ederek, fiilen tek bir konfederal devlet gibi davranacaklar.
Öcalan’ın bu projesi dört parça ve bu parçalarda yaşayan Kürtlerin, ileride tek ulus olarak bağımsız devlete ulaşmaları açısından en önemli altyapıyı oluşturacak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Tezkan – Milliyet
Oscarlık Gezi yalanları
İktidar diyor ki; Gezi Parkı eylemcileri Beyoğlu esnafını mağdur etti..
Ama esnaf destek verdi, biber gazından kaçanları dükkana aldı, limon verdi, su verdi, ıslak havlu verdi..
İyi de bunlar eylemin ilk günleriydi, uzayınca esnaf mağdur olmaya başladı..
Olabilir..
Polisin orantısız gücü, havai fişek gibi birbiri ardına patlayan gaz bombaları, şiddet sever grupların fırsat bu fırsat demesi, İstiklal caddesine de İstiklal’e açılan sokaklara da darbe vurdu..
Bir miktar el ayak çekildi..
Satışlar düştü..
Bu gerçek.. İktidar adamları sık sık bu gerçeğin altını çizerek, esnaf güzellemesi yapıyor..
Esnaf da diyor ki; bizim ipimiz iki yıl önce çekildi..
Doğru.. Gelip geçenler rahatsız oluyor bahanesiyle masa sandalye atma yasağı kondu..
Sokakların tadı kaçtı.. Neşesi gitti..
Oysa böyle yerler sokaklarıyla güzeldir, sokaklarıyla çekim merkezidir..
Asıl el ayak o zaman çekildi.. Esnaf asıl o kararla mağdur oldu..
Asmalımescit böyle bitti, böyle bitirildi..
Demem şu; Beyoğlu’nun faturasını Gezi’ye kesmeyin!.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Kadri Gürsel – Milliyet
Medyaya ışık tutan ‘Gezi’ ve TGC ödülleri
31 Mayıs akşamı İstanbul halkı, Türkiye’nin toplumsal merkezi Taksim’de ve çevre semtlerde ülkenin bugüne kadar tanık olmadığı türden, sıra dışı ve çok önemli bir toplumsal olayın yaşandığını biliyordu, öğrenmişti.
Ama bildiği olay medyada yoktu.
Medya bu kez neredeyse herkesin bildiği bir hadiseyi bildirmeyen pozisyonuna düştüğü için oto-sansür de kendiliğinden faş edilmiş oldu.
Oto-sansürün bir anda çıplak gözle görünür hale geldiği bir ülkede, basın özgürlüğünün aslında halkın bilgilenme ve kanaat oluşturma özgürlüğü olduğunu anlatmak daha kolaydır.
Şundan eminim: Aklı başında olup da, 31 Mayıs toplumsal patlamasını, vuku bulduğu anda öğrenmek istememiş olan bir kişi bile çıkmaz Türkiye’de. Ama kendileri bildikleri halde, başkalarının bilmesini istemeyen muktedirler mutlaka olmuştur. Onlar zaten oto-sansür trajedimizin hazırlayıcılarıdırlar.
“Gezi”nin tüm Türkiye’ye verdiği mesajı şöyle yazıyorum: Kimlerin, ne zaman, neden, ne için, nasıl Gezi’de olduğunu, Kazlıçeşme’de toplananların bütün yönleri ve gerçekliğiyle bilmesi, demokrasimizin selameti için vazgeçilmez bir haktır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ceyda Karan – Taraf
Suriye’de ikinci cephe Kürtlere karşı açıldı
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Polonya’yı ziyaretinde Kürtlerin haklarına karşı çıkmadıklarını söyledi. Şerhi, “Suriye seçilmiş parlamentosu oluşana ve siyasal sistemi nihai şekline kavuşana kadar herhangi bir de facto bölge oluşmasını kabul etmeyiz” diye düştü. Dün ise Suriye’de ‘tek taraflı adımların’ daha fazla kan akmasına ve ‘iki taraflı’ olan çatışmayı ‘çok taraflı oyuncuların’ bulunduğu bir savaşa çevirebileceği ikazında bulundu.
İkaz doğru da akla ‘geçti borun pazarı...’ deyimi geliyor. Zira sahadaki durum işin çoktan ‘çok taraflı’ olduğuna işaret. Radikal İslamcılar sadece rejimle çatışmıyor. Kürtlerle işi ‘kan davasına’ dönüştürüyor. Hani Suriye’de ‘ikinci bir cephe açıldı’ desek yeridir. Üstelik lojistik desteğinin alenen Türkiye’den verildiği bir cephe...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cem Küçük – Yeni Şafak
Suriye, PYD ve Büyük Kürdistan
Kuzey Irak, PYD ve İran PJAK'ıyla Büyük Kürdistan'a giden yollar döşeniyor mu, bu bilinmez. Ama Ortadoğu ve dünya siyaseti açısından yepyeni bir döneme girmiş durumdayız. Eski Soğuk Savaş ya da sertlik yanlısı politikalarla bir yere varmanın da mümkün olmadığı görülüyor. Words (Çalıntı Hayatlar) filminde yaşlı adam (Jeremy Irons) yeni yazar adayına (Bradley Cooper), 'Hayatla hayal arasında ince çizgi vardır. İkisi de birbirine değmez ama bir arada yaşar' diyordu. Büyük Kürdistan hala bir hayal olsa da hayata geçmesi sürpriz olmaz. Kimse kendini kandırmasın.
Türkiye'nin yapacağı şey ise hayalle hayatı net bir şekilde ayırması. PYD lideri Salih Müslim, 'Öcalan bizim de liderimiz' diyor. Ve söylenenlere göre telefonunun arka fonunda Öcalan'ın resmi var. Türkiye pekala bu yapıyla iyi ilişkiler kurabilir ve bölgede eskiye oranla daha çok güç sahibi olabilir. 'Win win' stratejisi en iyi böyle işe yarar. Kürtleri yanına almış bir Türkiye ABD ve Almanya'nın planlarını zora sokabilir ve o zaman gerçekten bölgenin en büyük aktörü olur.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Kürt sorununda yeni sayfalar…
Kürtlerin ve Kürt meselesinde bölgenin önünde iki yol, iki model var.
Bunlardan birisi birleşme, devlet olma modelidir. Bu modelin sert çatışmalar, Kürtler arası hakimiyet kavgaları, Stalinist örgütlenmeler ve siyasi birimler üreteceğini kestirmek zor değildir.
Bu 19. Yüzyıl modelidir.
İkincisi ise Türkiye'deki barış sürecinin (yürür ve kesintiye uğramazsa) vaadettiği, Kürtlerin kendilerini yönetebilecekleri, bulundukları ülkelerde, o ülkelerle yol alabilecekleri demokratik entegrasyon modelidir.
Bu ise 21. Yüzyıl modelidir.
Bu açıdan mesele sadece Kürtlerin değil, siyasi iktidarın, Türklerin de masasındadır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mümtaz’er Türköne – Zaman
Kürt Ulusal Kongresi neden toplanıyor?
PKK, Irak’taki bölgesel yönetim ve Türkiye ile barışçıl ilişkiler geliştirdiği takdirde, Suriye’de doğrudan kendi siyasî otoritesine bağlı bir bölge oluşturabileceğini hesaplıyor. PKK’nın her cephede temel stratejisini değiştiren ana faktör Suriye. Suriye’deki belirsizlik PKK’ya hayatî fırsatlar sunuyor. PKK, Ulusal Kongre’yi Suriye’de Barzani’ye bağlı KDP ile arasındaki rekabeti yumuşatacak ve kendisine avantaj sağlayacak bir fırsat olarak görüyor. Bir de kamuoyuna yansıyan siyah ve beyaz renklerden ibaret bir resim var. Bu kongre, açıkça Pan-Kürdist bir gündemle toplanıyor. İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında dört parçaya bölünmüş olan Kürt nüfus arasında bir “strateji birliği” oluşturmayı hedefliyor. Bölünme paranoyalarını azdırıp korkalım mı? Ne de olsa Bağımsız Kürdistan için bir adım daha atılıyor.
Bu endişenin veya korkunun, endişe sahiplerinin sandığı gibi basit ve kestirme bir cevabı yok. Bağımsız Kürt Devleti, Büyük Kürdistan veya Pan-Kürdizm modern çağın ulusalcı hayallerinin gecikmiş bir örneği. Geç kaldığı için maliyeti veya bedeli çok yüksek. Gerçekleşebilmesi birçok şeyin bir araya gelmesine, uzun bir yolun kat edilmesine ve yol boyunca talihin yaver gitmesine bağlı. En çok da Türkçülerin onları itip-dışlayarak tek çare olarak kendi devletlerine mahkûm etmesi lazım. Bütün bu süreç boyunca ilk ikna edilmesi gerekenler ise Kürtler. Ulusal Kongre’de uçuşacak Pan-Kürdist hayallerinin hiçbiri, Kürtlerin bugünkü somut gerçekleri ile örtüşmüyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Şahin Alpay – Zaman
Seçimli yıllara doğru manzara
Önümüzdeki yıl mart ayında yerel seçimler, ağustosta cumhurbaşkanlığı seçimi var; 2015 Temmuz’unda da TBMM yenilenecek. Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı protestolarına karşı düzenlediği “milli iradeye saygı” mitingleri ile seçim kampanyasını başlattı.
Bu bilinçli bir tercihin sonucu mudur, değil midir, bunu bilecek durumda değilim; ancak o mitinglerle birlikte Sayın Başbakan’ın seçim kampanyasını “kutuplaştırma” stratejisi üzerine kuracağı anlaşıldı. Bu strateji geçen hafta İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği’nin iftarında belki en sivri ifadesini buldu. Başbakan, “Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik şimdi onlar mücadele etsin...” dedi.
İktidar partisinin toplumu ikiye ayırma (“ya benden yanasın ya da karşımda”) stratejisiyle seçimlere gideceği görüldü, ancak seçimli yıllara giderken Türkiye’nin genel manzarası bundan ibaret değil.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cengiz Çandar – Radikal
Türk medyasında ‘utanç verici’ durum
Yavuz Baydar, 2004 yılından beri Sabah’ın ‘Okur Temsilcisi’ yani ‘Ombudsmanı’ idi. 33 yıllık gazetecidir. Türkiye’de yazılı ve görsel basında ve Türkiye dışında, İsveç televizyonundan BBC’ye, büyük bir mesleki tecrübeyi ifade ettiği gibi, Türkiye’de sayıları pek fazla olmayan ‘gerçek’ ve ‘namuslu’ gazetecilerin başında gelir. Sabah’ın ombudsmanı olarak Gezi olaylarına yönelik yayın politikasını eleştiren okur mektuplarına yer verdiği için, son iki yazısı, gazete yönetiminin sansürüne uğramış ve yayımlanmamıştı. Yavuz Baydar, Tayyip Erdoğan iktidarı döneminde biçilen, ekmeğiyle oynanan ilk değerli gazeteci değil. Muhtemelen sonuncu da olmayacak.
Ancak baskıcı iktidarın midesine oturacak kadar önemli bir isim olduğuna da kuşku yok. Yavuz Baydar, 2003-2004 yıllarında Dünya Ombudsmanlar Birliği Genel Başkanlığı’nı yapacak kadar ‘uluslararası kalibre’ye sahip bir gazetecidir. Meslek alanında uluslararası değeri ve ünü vardır.
Böyle bir ismin, sadece ‘Ombudsman’ sıfatıyla işini layıkıyla yaptığı bir dönemde ve üstelik New York Times’ta Türk medyasının durumunu anlatan bir yazısı nedeniyle Başbakan’ın yakın akrabalarının kontrolündeki bir gazeteden atıldığı, haksız yere ekmeğiyle oynandığı, elbette ki, geniş bir coğrafyada ve birçok uluslararası kurumda yankılanacak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal
En kırmızı çizgi yüzde 10 engeli
Acaba baraj, muhalefetin istediği gibi yüzde 3’e düşürülse, başta Saadet Partisi (her şeye rağmen yüzde 2 oyu görünüyor) olmak üzere oyu ziyan olmasın diye ikinci tercih kontenjanından AK Parti’ye teveccüh eden muhafazakâr ya da diğer tarafta her an canlanabilecek laik sağ seçmen potansiyelinin kendisinden kaçacağından çekiniyor Erdoğan? Ya da BDP’nin anketlerde yüzde 6 küsur görülen oyunu daha fazla arttırıp Doğu ve Güneydoğu’daki muhafazakâr Kürt seçmeni de çekmesinden mi edişe ediyor? Tabii bu arada ikinci tercih kontenjanından CHP’ye, MHP’ye, hatta BDP’ye giden oyların da ilk tercihlere dönmesi söz konusu, ama acaba AK Parti bakımından bu göze alınamayacak kadar büyük bir risk mi?
Sebebi ne olursa olsun, sonucu Türkiye’de demokratik hayatın gelişmesi önünde en ciddi engellerden birisi olan yüzde 10 barajının, dış ve güvenlik siyasetinde ‘kırmızı çizgi’ ketinin kaldırılmasında payı olan AK Parti tarafından ‘en kırmızı çizgi’ olarak benimsenmiş olması. Maalesef tablo bu.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Güngör Mengi – Vatan
Bir öyle bir böyle
Erbil konferansı bölge ülkelerinde yaşayan Kürtleri tek devlette birleştirme hamlesidir.
İran’dan başlayıp Akdeniz’e uzanan siyasi coğrafyanın Türkiye’nin de dâhil olduğu dört ülkeden toprak talep edeceğini hâlâ anlamayan kalmış mıdır?
Sanırım hayır... Dışişleri Bakanı Davutoğlu dün “yeni çatışma sebepleri çıkaracak girişimlerden uzak durmak gerekiyor” dedi.
Krizin başındaki şahin Türkiye Esad’ın sonu ile ilgili hesap hataları yüzünden şimdi uyarı görevi yapan bir barış güvercini rolü benimsemiştir.
Ama sömürmemek lâzım.
BDP lideri Demirtaş’ın dediği gibi Eylül başında bir projenin, bir paketin ortaya çıkması gerekiyor.
Hükümetten beklenen, eylüle kadar ne yapacağını kamuoyuna açıklaması barış umuduna zarar vermemesidir!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Okay Gönensin – Vatan
En acil paket
Yerel seçim yaklaşırken, muhalefetin ana kampanya ekseni “hizmet” değil yüksek siyaset olacak, bütün içerik Gezi direnişi üzerinden yürüyecektir. Bunu CHP birçok kez ifade etti.
İktidar partisinin ise “hizmet”e ağırlık vermesi doğaldır, hem bu bağlamda bir “yaptık” listesine sahiptirler hem de yeni projeler getirecek deneyime sahiptirler.
“Demokrasi paketi” yerel seçimin siyasi ekseni olabilirse, siyaset de Gezi direnişi gibi tıkız ve yorucu bir daralmadan kurtulabilir.
Yeni anayasa çalışmasının fiilen durmuş olmasına karşılık “Demokrasi paketi” ile geniş kapsamlı bir reform hareketinin gerçekleşmesi imkânı vardır.
AKP hükümeti Gezi daraltmasına karşı demokrasi hamlesini koyduğu zaman barış sürecinin hayatiyetinin güvenceleri de sağlanmış olacaktır.
“Demokrasi paketi”nin aciliyeti çok açıktır, Hükümet’in de bunu değerlendirmesi ve paketin içeriğini en geniş şekle getirmesi herkese rahat bir nefes aldıracaktır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sevilay Yükselir – Sabah
Öcalan’la röportaj neden olmazmış ki?
Seçilir belli başlı gazetelerden 4-5 gazeteci ve İmralı'ya hep beraber gidilir ve Öcalan'la yüz yüze; "Nedir senin amacın? Ne yapmak istiyorsun?" ana başlıkları altında o röportajlar yapılır. Adam "İmralı'dan canlı yayın yapılsın" demiyor ki!
"Basın toplantısı" bile demiyor! Bu onun talebini aktaranların kullandığı söylem. O diyor ki; "Eğer devlet kabul ederse bir grup gazeteciyle görüşmek istiyorum."
Bence son derece makul ve medeni bir istek. Ben şahsen imkân olursa, eğer devlet Öcalan'ın bu talebine yanıt verirse, o bir grup gazetecinin arasında olmak isterim. Hem de çok isterim. Keşke Adalet Bakanı Sadullah Ergin böyle bir yol açsa.
Eminim çözüm sürecine çok faydası olacak bir buluşma olacaktır. En azından Öcalan'ın gerçekten çözümden yana mı olduğunu yoksa alavere dalavere yapıp bizleri faka mı bastırmaya çalıştığını gazeteciler olarak bizzat yerinde tahlil etmiş oluruz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Orhan Miroğlu - Star
Muhatapsız özerklik olmaz
Suriye’de değil Kürtler, kim ilan ederse etsin, herhangi bir özerklik ilanı peşinen muhatabı belli olmayan bir ayrılık ilanı olur.. Ne dünyada ne bölgede, kimse böyle bir özerkliğe saygı duymaz ve meşru da görmez. Merkezi iktidar-Baas Partisi- bugün için ve sadece Kürtler’i kapsayacak bir özerkliği kabul ederse, bu PYD ve Esad arasında var olduğu söylenen işbirliğinin tescili anlamına gelir.
Çünkü, hem Suriye yönetimi ve hem de yönetime karşı ayaklanan güçler, herhangi bir halk hareketine özel statü talebini müzakere edecek bir aşamada bulunmuyor.
Başından beri Kürtler’in Suriye’de yurttaşlık haklarından bile mahrum bırakıldığını söyleyen ve bu hakları savunan da Türkiye’ydi.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Utku Çakırözer - Cumhuriyet
'Kuran kursuna paso' vaadine ilahiyatçı vekilden sürpriz itiraz
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçen hafta İstanbul’da değişik dini cemaatlerin temsilcileri ve ilahiyatçılarla bir iftar yemeğinde buluştu. Katılan gazetecilerden öğrendiğimiz kadarıyla, Hak-Bir-Sen temsilcisi Ahmet Berber, “Kuran kursu öğrencilerine ‘CHP karşı çıkar’ gerekçesiyle ulaşım pasosu verilmediğini” şikâyet etmiş. CHP lideri de bu şikâyete, “İl başkanımız derhal bu konuya el atsın. Kuran kursu öğrencisi öğrenci değil mi? Tabii ki pasosu olacak. Başvuruyu biz yapalım” karşılığını vermiş.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Orhan Bursalı – Cumhuriyet
Özgür medya yoksa seçim ve demokrasi palavra
Kendimizi aldatmayalım, sansürün 105 yıldır ortadan kaldırıldığı falan yok. Neyi kutluyoruz!? Hele hele “Recep Bey Dönemi”, sansür ne kelime, gazeteciliğin fiilen ortadan kaldırıldığı zamanlardır...
Ama bu dönemin sorumlusu, basın ve yazarlar hakkında söylenmedik laf bırakmayan, bugünkü durumun yaratıcısı Başbakan bakın ne diyor:
“Basın özgürlüğü demokrasinin ayrılmaz unsurudur... Türkiye’nin demokratikleşme ve insan hakları alanında katettiği büyük değişime paralel olarak, haber alma ve ifade özgürlüğünde de çok önemli reformlar gerçekleştirdik ve ilerlemeler sağladık...”
Geçtikleri “İleri Demokratik Düzen” ne derece doğruysa, bu sözler de o kadar doğru! Siyasette yalanın bini bir para, deyişini mi anımsadınız? Hayır, lütfen genelleştirmeyelim.. Bu çok özel bir durum. Aynı kişi, “gazetecilikten dolayı hapishanelerde tutuklu yoktur” lafının da yaratıcısıdır. Patronlara, yazarına hâkim ol, yoksa kapıma gelip ağlama diyen de kendileridir... Daha neler neler... 64 kişi hapistedir! Çoğu sözde “terör örgütü” bahanesiyle!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
© Tüm hakları saklıdır.