Londra’ya turist olarak gelince siz ilk nereye giderdiniz bilmiyorum ama ben ilk iş kendimi parklara atardım. Hala da bu alışkanlığım devam ediyor. En sevdiğim park ise hala Hyde Park. Burada yürümek çok eğlenceli. Şehrin ortasında olması ulaşım açısından çok kolay. Tam bir buluşma noktası. Ortasında büyük bir yapay göl var, içinde de kuğular. Royal Park olduğu için bütün kuğular Kraliçenin korumasında.
Hyde Park, İngiltere’nin meşhur kralı 8. Henry döneminde yapılmış, halka açılma tarihi ise 1637. O günden bu güne popülerliğini korumaya devam ediyor. Hyde Park’ın yanında bir park daha var: Kensington Gardens Ben uzun süre burayı tek bir park zannediyordum. Gerçi aralarında onları ayıran bir sınır olmasa da meğer iki farklı parkmış bunlar. Hyde Park 142 hektar bir alana yayılıyor ve Londra’nın dördüncü büyük parkı.
Royal Park statüsüne giren Hyde Park, bu statüdeki 8 parktan sadece biri. Merak edip baktım nedir Royal Park statüsü diye; eskiden Kraliyet Ailesi’nin tatil amaçlı gittikleri ve ava çıktıkları alanları kamu hizmeti için kullanıma açtıkları parklarmış. Bu parklar bir vakıf tarafından yönetiliyor. Vakfın adı The Royal Parks Foundation. Başkanı Andrew Scattergood. Regent’s Park, Green Park, Richmond Park, Brompton Mezarlığı, Victoria Tower Gardens gibi parklar bu kapsamda.
Ana amaç şehrin içinde doğal hayatı koruyup sürdürebilmek. Parkın içinde yüzlerce farklı kuş türü korunuyor. Doğal hayatı şehrin içine getirebilmek ve insanların beden ve ruh sağlığını korumayı amaçlayan parklar aynı zamanda önemli kültür merkezleri.
Hyde Park’ta sincaplar etrafa mutluluk saçar, kuğuların fotoğraflarını her çekişimde sanki ilk kez çekiyormuş gibi heyecanlanırım. Papağanlar parkın ayrı sürprizlerdir. Her yürüyüşe çıktığımda parkın başka bir tarafını keşfederim ve bu bana çok eğlenceli gelir. Sadece hayvanlar ve bitkileriyle değil içindeki anıtlar da birbirinden çarpıcıdır. Kraliçe Victoria’nın eşi için yaptırdığı Albert Memorial, Royal Albert Hall’un karşısında tüm görkemiyle dikilir. Kensington Road’dan geçerken bütün ihtişamıyla dikkat çeker. Bakımı yıllarca sürdü hatırlıyorum.
Serpentine Gallery’nin yanında Zaha Hadid imzalı binayı çok severim. Yıllar önce bu muhteşem kadını bir konferansta dinleyip çok etkilenmiştim, genç yaşta ölmesi çok büyük kayıp.
Bir de Peter Pan’ın heykeline bayılırım. Önünden geçerken çocuklaşıyorum bir an.
Şu aralar parkın içindeki tenis kortları da çok yoğun. Biraz güneş şehrin tüm havasını bambaşka yapıyor. Kortlarda yer bulabilmek imkansız hale geliyor. Aman yanlış bir izlenim yaratmayayım; tesadüfi atışlar dışında iyi bir tenis oyuncusu değilim ben. Yılların gayreti var ama durum utanç verici.
Ayrı bir eğlence noktası da Pazar günleri yapılan “Speaker Corner”. Evde sıkılıp bunalıma gireceğinize, atlayıp gelip ne kadar çok fikir var etrafta görün derim. Zaten o gün iyi bir konuşmacı varsa kalabalığı uzaktan hemen fark edebilirsiniz.
Gölün etrafındaki Serpentine Cafe de çok hoştur. Bir kış, önündeki banklarda otururken suyun içinde yüzen boneli kadınları görünce şok olmuştum. Ben içliklerle otururken yüzenleri görmek üstelik bu bulanık suda çok tuhaf gelmişti. Ama sonra gördüm ki her hafta gelen ve belirlenmiş alanda yüzen bir grup var. Park onlara duş yeri bile yapmış.
İstanbul’dan arkadaşım Cemal Noyan bir ara adımı “Hyde Park Delisi” koymuştu. Burdan ona selam olsun. “Kızım senin işin gücün yok mu, niye her gün parkta yürüyorsun, dön ülkene.” diye bana kızardı. Cemal, belki bir bakarsın burada park müdürü olurum, belli mi olur. ?
Merak ettim bu kadar büyük bir parkı kim nasıl yönetir diye. Sonra gördüm ki Royal Park Vakfı’nın hem yönetim kurulu hem de icrasında çalışan çok sıkı bir kadrosu var.
Kimmiş bu insanlar diye baktım; CV’leri acayip iyi. Parkçı deyip geçmeyin, buralarda bu işler çok mühim, hele gönüllü çalışıyorsanız toplum içindeki saygınlığınız bir o kadar artıyor.
Mesela vakfın başkanı Loyd Grossman sanat ve sanat tarihi konusunda çok bilgili bir iş adamı. İngiliz tarihi ve kültürü konusunda uzmanlığı var ve sanat etkinliklerinde önemli bir karar verici.
Hyde Park’ta her yıl büyük konserler düzenlenir. British Summer Time konserleri olarak bilinen konserler akın akın turist toplar şehre. En son arkadaşım Sima’nın davetiyle gittiğim Barbra Streisand konseri için çimlerin üstünde kaç saat beklemiştik hatırlamıyorum ama sonunda değdi demiştik.
Aynı zamanda kışın açılan ışıl ışıl Winter Wonderland, Londralılar için yeni yılın habercisidir. Anlayacağınız parklar sadece yürüme ve nefes alma alanları değil, şehrin tarihini, kültürünü anlatan önemli mekanlar. Aynı zamanda da büyük bir ekonomisi var işin; şehre çok önemli bir turist trafiği yaratıyorlar. Her yıl yaklaşık 77 milyon ziyaretçinin geldiği bir park, Hyde Park. Covid döneminde de hepimize kucak açarak çıldırmamıza engel oldu.
Şu günlerde Hyde Park ayrı bir popülarite kazandı. Lady Diana’nın hayattayken yaşadığı Kensington Palace’ın bahçesinde onun adına bir heykel konuldu.
Annelerinin 60. yaşını kutlamak isteyen Prens William ve Harry, heykel sanatçısı Ian Rank-Broadley’ye sipariş verilen heykel ile Diana’yı ölümsüzleştirmeyi hedefliyor.
Uzun süreden sonra ilk defa dedelerinin cenazesinde bir araya gelen kardeşleri tekrar anneleri için bir arada görmek bana iyi geldi.
Kraliyet Ailesi’nin haberlerinin herkesi niye bu kadar ilgilendirdiğini hâlâ anlayamamış olsam da Diana’ya her daim hayran oldum ve benim ilgimi hep çok çekti.
Diana heykelinin açılışına davetli değilsem de (:)) konuyu takip etmeyi ihmal etmedim.
Heykel çok tartışmalı bir heykel oldu. Beğenenler de oldu beğenmeyenler de. Uzun süre konuşuldu, konuşulmaya da devam edecek gibi. Ben de kalkıp heykeli görmeye gittim. Açıkçası neden bu kadar çok tartışıldığını görünce daha iyi anladım.
Gördüğüm iş, hiç Lady Diana gibi değildi. Diana’nın o zarafeti, o dişiliği, o masum gülümsemesi, o çocuksuluğu heykelde yoktu. Daha güçlü bir kadın duruyordu orada. O da Diana değildi.
İkinci şok olduğum konu ise yanındaki çocuklar oldu. Bu üç çocuk kimdi? Gözüm annelerinden genç yaşta ayrılan Prens William’ı ve Harry’yi ararken bambaşka üç çocuk… Anladım ki Diana’nın evrensel olan değerlerini, kapsayıcılığını ve yardım severliğini anlatmak istemiş sanatçı. Tamam ama keşke Diana evinin önünde keşke kendi çocuklarına sarılarak o pozu verip ölümsüzleşseymiş. Ne bileyim, bir anne olarak ben öyle görmek isterdim o işi.
Bu heykel daha çok tartışılır… Her tartışmada bu şehre daha çok turist getirir. İngilizler iyi biliyor bu marka yönetme işlerini…
Kalın sağlıcakla...