The Economist dergisi bu hafta "Amerika'nın çirkin seçimi. Daha ne kadar kötü olabilir?" kapağıyla yayımlandı. Trump, geçtiğimiz hafta North Carolina'ya yaptığı ziyarette seçmenlerine, hem posta yoluyla hem de sandıklarda oy vermeleri için tavsiyede bulundu. Böylece Korona zamanı yapılacak 3 Kasım seçim sonuçlarının meşruluğuyla ilgili muhtemel tartışmalara yeni bir soru eklendi. Federal ve yerel yetkili makamlar Trump'ın çağrısına ilişkin olarak "bu bir first class suçtur" diye açıklama yaptılar. Seçim sonrası Amerika'yı büyük bir kriz mi bekliyor endişesi arttı.
Cumhuriyetçi Parti'nin Temsilciler Meclisi Grup Başkanı Kevin McCarthy, Trump'ın postayla oy vermeye karşı açmış olduğu savaşın Cumhuriyetçi Parti'nin aleyhine sonuç yaratabileceği uyarısında bulundu. McCarthy, Demokratlar postayla oy kullanırken, Korona nedeniyle sandıklara gitmekten çekinebilecek yaşlı Cumhuriyetçi seçmenlerin postayla da oy vermemeleri halinde 3 Kasım seçimlerini kaybedebilecekleri uyarısında bulundu. "Trump ile bu konuyu saatlerce konuştum. Korona'dan en çok kim korkuyor? Yaşlılar. Eğer onlar oy kullanmazsa biz mahvoluruz" dedi.
USA Today ile Suffolk Üniversitesi'nin birlikte yaptığı son araştırma, Demokrat Partili seçmenlerin yüzde 30'a yakın bölümünün, Trump'ın zaferiyle sonuçlanması halinde 3 Kasım seçimlerini adil olarak kabul etmeye hazır olmadığını gösterdi. Dünyanın en gelişmiş, en istikrarlı demokrasilerinden biri olan ABD'de, halk, demokrasinin temel kurum ve kurallarına olan inancını kaybediyor.
Birbiri ardına yayımlanan araştırmalar Amerikalıların başını döndürüyor. Bazı araştırma şirketlerine göre, ulusal yoklamalarda iki haneli rakamlarla önde giden Biden, RealClearPolitics'in son yayımladığı salıncak eyaletlerdeki yoklamada sadece 2,7 puan önde görünüyor. Amerikalılar her gün yayımlanan bu rakamların ne ifade ettiğini artık anlamıyor.
Aşı da politize oluyor
Washington Üniversitesi'nin son çalışması, Korona kurbanı Amerikalıların sayısının aralık ayı sonunda 410 bine ulaşacağını öngörüyor. Amerikalılar bu tahminden hem korkuyor hem de daha önce gerçekleşmemiş diğer tahminlerde olduğu gibi açıklanan bu rakamın Trump'ın eline koz verdiğini söylüyor. Zira, aynı üniversite, salgın başladığında 2 milyon insanın öleceğini ileri sürmüştü. Ancak daha sonra bu tahminin çok altında insan hayatını kaybedince Trump bunu Korona'yla mücadelede kendi başarısı olarak takdim etmişti.
Korona'ya karşı sabırsızlıkla beklenen aşı da politize oluyor. Trump, 3 Kasım seçimlerinden önce aşının piyasaya çıkacağını söylerken, Biden, "seçim aşısı" olarak nitelendirdiği bu aşıya karşı uyarıda bulunuyor. CBS'in son araştırmasına göre, Amerikalıların sadece yüzde 21'i bu aşıyı yaptırmaya razı olduğunu söylüyor.
Amerikalılar sokakta yürürken yabancı birine dahi gülümser. Helsinki'de kaldırımda tanımadığı birinin kendine gülümsemesi halinde bir Finlandiyalının karşısındaki kişinin, "deli, sarhoş ya da Amerikalı olabileceği" gibi 3 şık üzerinde duracağına dair bir yazıyı hatırlıyorum. Portland ve Kenosha'da süren sokak çatışmaları haberlerini izleyen Amerikalılar şimdi gülmeyi unutuyor. Komedi dizilerinin en fazla izlendiği, tiyatroda, en dramatik sahnelerde dahi kahkaha atabilen, siyaseti karikatürleştirilmiş ya da siyasi komedi olarak dinlemeyi tercih eden Amerikalılar eskiden olduğu gibi, kötü günler geçiriyor olsalar da tekrar gülmek istiyor. Bu kadar ölüm ve matem gülme ve eğlenceye izin vermiyor. Tom Mctague, "Güleriz, böylece kontrolü elimize alır ve diğerleriyle bağ kurarız. Korona'yla mücadele sırasında bunları kaybettik" diyor.
Beyazlar azınlık olacakları gelecekten korkuyor
Amerikalı seçmenlerin gençleştikleri, etnik ve kültürel çeşitliliklerinin arttığı biliniyor. Beyaz olmayan seçmenler bu yıl her zamankinden daha yüksek bir orana, oy verebilecek seçmenlerin 1/3'üne ulaşıyor. Hispanik seçmenlerin sayısı ilk defa siyahi seçmenlerin önüne geçiyor. İstatistikler, bugünTexas ve Arizona'da doğan her 10 çocuktan 9'unun Hispanik olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki 20 yıl içinde beyaz seçmenlerin çoğunluğu kaybedebileceğine dair tahminler yapılıyor.
Cumhuriyetçi Parti içinde çeşitlilik konusunda anlaşmazlık yaşanıyor. Bazı Cumhuriyetçiler, parti sıralarına daha fazla kadın ve daha çok etnik temsilci dahil etmeye çalışıyor. Kevin McCarthy, "20 yıl sonrasını düşünmeli ve partimizim ülkenin içinden geçmekte olduğu değişime ayak uydurmasını sağlamalıyız" diyor. Ancak, "Beyazların başkanı" olmaya karar vermiş "Trump'ın Partisi"yle bu anlayışı bağdaştırmak pek mümkün görünmüyor. New York Times'tan Peter Baker, "Kuşaklar boyunca görülmemiş şekilde iktidardaki bir başkan açıkça kendisini beyaz Amerika'nın adayı olarak ilan ediyor" tespitinde bulundu.
Vanderbilt Üniversitesi'nden Larry Bartels'ın yaptığı bir araştırma, Cumhuriyetçi seçmenler ve Cumhuriyetçi Parti'ye oy vermeyi düşünen bağımsızların yüzde 50'sinin "geleneksel Amerikan tarzı hayat"ın hızla kaybolmakta olduğu korkusunu dile getirdiğini gösteriyor. Araştırmaya göre bu kesim, "Gerekirse bir gün hayat tarzlarını korumak için güç kullanabileceklerini ifade ediyor."
6 Eylül Emek Bayramı
ABD'de 1 Mayıs "radikal sol" ile özdeşleştirilmiş olduğu için, "Emek Bayramı" 1894 yılından bu yana eylül ayının ilk pazartesi günü kutlanır. İşçi hareketinin zayıfladığı Amerika'da emek bayramı uzun zamandır sadece mangal partileri, insanları alışverişe teşvik ve tahrik eden indirim satışlar, yazdan önceki son plaj tatili şeklinde kutlanır.
Bugün 30 milyona yakın işsizle birlikte emek bayramının anlamını artık kimse bilmiyor. 40 milyon insanın evlerinden tahliye edilme riskiyle karşı karşıya olduğu bu dönemde, Facebook, Amazon, Apple, Microsoft ve Google'dan oluşan 5 dev teknoloji şirketinin değeri 5 trilyon doları aştı. "Borsa'ya bak ekonomi mükemmel gidiyor" diyenler, hisse senetlerinin yüzde yüzde 50'sinden fazlasının yüzde 1'in elinde olduğunu, nüfusun ekonomik olarak alt grubunu oluşturan yüzde 50'nin borsadaki payının ise yüzde 0.7 olduğunu hesaba katmıyor. Ekonomi düzeliyor diyenler, eşitsizliğin gittikçe arttığını, zenginlerin kazanç ve tasarrufları rekor seviyelere ulaşırken, yoksulların faturalarını ödemek, karınlarını doyuracak yiyecek almak için daha büyük güçlüklerle karşı karşıya olduğundan bahsetmek istemiyor. Gazeteci Megan Cassella mevcut durumu "İki Şehrin Hikayesi gibi resesyonun da iki hikayesi var." sözleriyle tanımlıyor.
Dış politika iç politika için mi?
Trump, dış politikada "gerçek barış elçisi" olduğunu söyleyerek yeni adımlar atıyor. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını ve ve iki ülke tam bir normalizasyonu sağlayacak belgenin "barış anlaşması" olarak önümüzdeki bir iki hafta içinde Washington'da imzalanması için hazırlık yapılıyor. Bu belge, İsrail'in Mısır ve Ürdün ile imzalamış olduğu diğer barış anlaşmaları gibi tarihi bir hadise olarak takdim edilecek. ABD'nin, Bahreyn ve Sudan başta olmak üzere diğer Arap ülkeleriyle de İsrail ile normalizasyona gitmelerini temin edecek görüşmeler yaptığı söyleniyor.
Sırbistan ve Kosova arasındaki ekonomik ilişkilerin normalizasyonunu öngören anlaşmanın Oval Office'teki imza töreninde iki ülkenin liderini yanına oturtan Trump, "Orta Doğu'da barış için büyük bir gün" dedi. Sırbistan'ın coğrafyadaki yerini bildiğini varsaydığım Amerikalıların bir bölümünün, "demek ki Kosova Orta Doğu'da" diye düşünmüş olabileceği aklıma geldi. Sırbistan'ın Kosova ile imzaladığı belgenin Kosova'nın bağımsızlığını tanımak anlamına gelmediğine ilişkin açıklamasının üstünde kimse durmadı.
Trump'ın Güvenlik Baş Danışmanı Robert O'Brien, aynı gün, Trump'ı "barış elçisi" olarak ilan ettikten sonra, "Barış bugün Balkanlar'a, Orta Doğu'ya geliyor, gelecekte daha fazla yere de gelecek" diye "müjde" verdi.
Seçim gerçeklerin sağlamasını yaparak belirlenecek olsa Trump'ın seçimi kaybedeceği kesin. Fakat maalesef siyaset algı üzerinden yürüyor. Trump'ın kampanyası gerçeği her gün yeniden inşa ediyor. Henry Kissinger'ın "siyasette gerçeği algı belirler," sözlerini hatırlıyorum. 31 Ağustos'ta Tel Aviv'den kalkan ve Jared Kushner'in de içinde olduğu Amerikan ve İsrail heyetlerini taşıyan İsrail Havayolu'na ait bir uçak Abu Dhabi havaalanı pistine öğleden sonra saat 3.38'te iniyor. Heyetler arasında konuşulacak meselelerden ziyade hepimiz uçağa bakıyoruz.
3 Kasım seçim sonuçlarını sadece Amerikalılar değil dünya da nefesini tutmuş bir şekilde bekliyor.
Uzmanlar Trump'ın seçimleri tekrar kazanmasının dış politika bakımından ciddi sonuçları olacağına dikkat çekiyor. Yeniden seçilmesi halinde dış politikadaki duruşunun halk tarafından onaylandığı anlayışıyla Trump'ın mesela NATO'dan çekilmeye kalkması ihtimali üzerinde duruluyor. Brookings Institute adlı düşünce kuruluşunun ABD/Avrupa Merkezi Başkanı Thomas Wright, bunun uzak bir ihtimal olmadığını söylüyor. NATO'nun herhangi bir üyesinin askeri tehdit altında olması halinde kollektif savunmayı öngören 5. maddesine dikkat çeken Wright, "Trump 5. maddeyi yeniden yorumlayarak, 'güçlü bir mektup gönderdim' demekle yetinebilir" diye uyarıyor.
Trump 4 Eylül'de düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin "Rusya'nın 2016'da olduğu gibi 3 Kasım seçimlerini manipüle etmek içinde müdahil olduğu iddialarına ne diyorsunuz" sorusuna cevaben "Bana neden hep Rusya'yı soruyorsunuz, Çin tehlikesini, Çin virüsünü sormuyorsunuz, Çin kendi yarattığı virüsün ülkesi dışına çıkmasına engel olmadı, bunu yok sayıyorsunuz… Ben Çin dışında herkesle iyi anlaşıyorum. Hillary seçilmiş olsaydı Kuzey Kore ile savaş çıkaracaktı, bu savaşın sonuçlarını tahmin edebiliyor musunuz? Rusya ile 'Nükleer Silahların Yayılmasını Önlemek' üzere çok güzel bir anlaşma üzerinde çalışıyorum. Almanya Kuzey Akım 2 boru hattı projesiyle Rusya'dan daha fazla gaz almak için anlaşma yaparken, NATO'da bizden Almanya'yı Rusya'ya karşı korumamız bekleniyor…" gibi cümlelerle "müesses nizamın" dış politikaya dair tüm parametrelerini alt üst ediyor.
Carl Bernstein ile birlikte Watergate skandalını ortaya çıkaran Washington Post'un efsane gazetecisi Bob Woodward'un Trump ile geçtiğimiz aylarda yapmış olduğu 18 saatlik mülakatlar sonucunda kaleme aldığı "Öfke" başlıklı kitabından basına aktarılan bazı bölümler iç ve dış politika gündeminin ortasına bir bomba gibi düştü. Bu kitaptakileri bir sonraki yazıma bırakmaya karar verdim. Burada sadece, Trump'ın Wooward'a Kuzey Kore Lideri Kim Jong ile karşılıklı mektuplarının içeriğini aktarırken, Kim Jong-un kendisine gönderdiği bir mektupta "ilişkimiz fantastik bir film" gibi dediğini övünerek vurguladığını söylemekle yetiniyorum.
Trump'ın Çin'e karşı söylemi her iki partinin seçmen tabanında da destek buluyor. Pew Research'ın yakın zamanda yaptığı bir araştırma, Amerikalıların yüzde 73'nün Çin'e karşı menfi görüşe sahip olduğunu, Çin karşıtlığının 15 yıldaki en yüksek seviyeye çıktığını gösterdi. Bu nedenle, Biden da salıncak eyaletler ziyareti arifesinde "Made in America" sloganıyla küreselleşme ve Çin karşıtı mesajlar verme ihtiyacı duydu.
Korona zamanı New York'ta acil servis
Geçen hafta sabah 4.30'da kendimi buradaki özel hastanelerden birinin acil servisinde buldum. (Korona sebebiyle değil). Ambulansla gelmediysen, acil servise kabul edilmek uzun bir mücadele gerektiriyor. Ön sorgulamayı geçtikten sonra önüme uzatılan okunması saatler alabilecek Korona formunu hızla imzalayarak acil servise adımımı atabildim. Acil servisin yan yana sıralanmış perde/paravanlarla bir birinden ayrılmış ya da hiç ayrılmamış bölümlerinde ölüme yakın olduğunu bilerek ya da bilmeyerek yatan insanlarla dolu olduğunu görünce kaçmak istedim. Bunun mümkün olmadığını bildiğim için sessiz sessiz sıramı beklemeye razı oldum.
Perdesi açık iki komşumun biri çok yaşlı, diğeri yaşlı (aradaki farkı bilmeden yazıyorum) ve yalnız kadınlardı. Çok yaşlı olan kadın hangi yılda olduğunu (İçimden uğursuz 2020 yılını hatırlamak istemiyor belki diye geçirerek) hemşirenin hiçbir sorusuna cevap veremezken, hiç kalmamış saçları için tarak istedi. Gençliğinde herhalde güzel saçları olan bir kadındı diye düşündüm. Yolda yürürken bütün bakışların ona çevrildiği, saçlarından rüzgarın geçtiği büyülü saniyeleri unutmuyordu. Yaşlı kadının acı içinde kıvranan, hayatla ölüm arasında gidip gelen hali karşısında, "yaşlanmaktan korkuyorum ama en çok da yalnızlıktan korkuyorum" diye sessizce itirafta bulundum. Zeki, bağımsız, başarılı görünmeyi arzu ederiz. Ancak en derin arzumuzun yalnız kalmamak olduğunu kendimizden dahi gizleriz.
Bu yaşlı kadın güneş battıktan sonra gökyüzündeki ilk yıldızları görmek için beklemiş midir? Odasında, hayatın dışına itilmişler gibi bakışları sabit, solgun bir ışığa bakarken doğan mehtabı düşünüyor mu? Suyun kayalara çarpan sesini duyuyor mu? Öldüğü zaman kimse bu yaşlı kadını hatırlayacak mı? Saçını taramak için kolunu kaldırdığında yüzündeki gülümsemeyi kim anlatacak? Hafıza parçalanmış bir hayal veya kırık bir söz mü? Ya da eskimiş kadife kumaşın küf kokusu gibi bir şey mi? Hafıza hatırladıklarımız değil de hayal ederek anlattıklarımız mı?
Bunları düşünürken karşımdaki sandalyede oturan bir hastane görevlisinin internetten almış olduğu iki pantolon yerine kredi kartından 4 pantolon için çekim yapılmış olduğunu anladığım hatalı ödemeyi düzelttirmek için yaptığı ve tam bir saat süren konuşmayı dinliyorum. Hayat aslında bu kadar sıradan ve basit diye düşünüyorum.
Dış diyarlardan gelenlerin New York'ta gözlerine çarpan ilk şey bu şehrin çok zengin etnik ve kültürel yapısıdır. Bunu sürekli yazıyorum, çünkü bu renk cümbüşü beni her seferinde şaşırtıyor. Sadece acil servisteki hastalar değil doktorlar, hemşireler, hasta bakıcılar, dünyanın farklı kıtalarından farklı ülkelerinden bir "rüya"nın peşine düşerek bu şehre göç etmiş insanlar. 6 saatlik beyhude bir bekleyiş sonunda bitap düşmüş bir halde "Belki Almanya'da bir hastane daha temiz daha konforlu olabilir, zaman zaman öfke ve yılgınlık duysam da başta herkese sağlık gibi temel bir insan hakkının hiçe sayıldığı affedilmez kusurlarını unutamasam da ben yine de bu şehri, bu zenginliği tercih ediyorum" diye kendi kendime fısıldıyorum.
Google'dan Intel'e, Instagram'dan Stripe en yenilikçi şirketlerin göçmenler tarafından kurulduğunu hatırlıyorum.
Sabah saat 7'de buzlu kahveleriyle, terliklerini sürüyerek yeni ve genç bir ekip geliyor. Yeni bir hayatı getiriyorlar. Nöbetlerini hızlı bir şekilde devraldıktan sonra, acil servisten sorumlu olduğunu düşündüğüm doktorun etrafına halka olmuş bir şekilde koridorun orta yerinde çok kısa bir toplantı yaptıktan sonra birbirlerini alkışlayarak neşe içinde işlerine başlıyorlar. Saat 11'de kendime ve hayata döndüren bir sesle soğuktan buz kesmiş bedenimi koltuktan kaldırarak koridordakilere bakmadan hızla çıkışa doğru yürüyorum. Dışarıya adım attığımızda gecenin keskin karanlığının kaybolmuş olduğuna sevinerek kendimi gündüzün merhametine bırakıyorum. Kendilerinden hayatları çalınmış gibi görünen maskeler arkasındaki çoğu kadın hastaları hatırlamak istemiyorum. Bu sahneyi geçmişte, uzakta, başka bir ülkede bırakarak yürüyorum.