“Money, Money Money!” Sayende gözlerimiz faltaşı kapalı!
Hükümet ve yandaşlarının bellek imha projeleri hızla devam ediyor. “Ucube” heykeli yıkmak, Atatürk anıtını yakmak, Atatürk’ü çizgi romanda tokatlanırken, işkence görürken vb. hallerde göstermek ‘demokratlığın’ değil, devletin yokluğunu, yoksunluğunu gösterir. Şundan artık kuşkumuz kalmadı: Cumhuriyeti yıkıp bölüp yok etmek için bir yandan siyasiler kendi dünya görüşleri doğrultusunda halk arasına nifak tohumları ekecek eylemler yaparken ve iktidarlarını bu doğrultuda kullanırken, oy atacakların belleğinde kuşkular yaratma çalışmaları, projeleri de sürmektedir. Eski canileri, yeni kahramanlar ya da azizler haline getirmek bu projelerin başında gelmektedir. Totem oraya yatırım yapar. 88 yaşındaki Cumhuriyet ikonlarını da, sıradanlaştırıp bayağılaştırmak da bu projenin diğer yüzüdür. Hükümet karşıtlarının oy potansiyelini düşürmek için, kararsızlar, boykotçular, kuşkucular yaratma çalışmalarını ve yeni sanal mutluluk alanları ve özgürlükleri ‘simüle’ ederken, para sayesinde düdük öttürülecek yeni alanlar yaratma çalışmaları da sürmektedir. Böl ve yönet düsturunun gereği, totem para olmalıdır. Bir insan ya da bir ideal değil. Yeni dünyanın tanrıları böyle buyurur!
Herkesin kendini ait hissetmesi istenen tek ikon, tek totem para olmuştur. Evet, dinimiz, imanımız para olmuştur. Bu durum daha önce de yaşanmış ki atalar bu deyimi üretmiş. Atalarımızın deneyimleri totemimizin yadsınamaz parçasıdır. İnsandan totem yapılırsa, totemden kuşkulanmak da kolaydır, malum kuşku duymak bile insan olmanın, zayıflığın göstergesidir ya.
İktidarın bellekteki imge, simge ve anıtları, ikonların anlamlarını değiştirmek ve giderek bu anlamlarla yüklü belleği imha yolunda emin adımlarla ilerlediğini gösterir ki bugünkü iktidar karşıtı herkesin birleşmesini gerektirir. Ait olduğumuza inandığımız simgeler, totemler, inançlar ya da değerlere karşı geliştirilen kuşkular kişiler arasında, gruplar arasında, sonra da toplum genelinde ortak müştereklerin azalmasına, yok olmasına yol açmaktadır. Tehlike büyüktür. Caddelerdeki ilan panolarındaki Said Nursi afişleri, Mustafa Kemal fotoğraflarından büyüktür. Sıra özellikle ‘özgürlük’ kavramı etrafında bu yüzü ikonlaştırmaya, popülerleştirmeye gelmiştir. Bir filmle merak uyandırabilir, bilmeden reddedenleri Nurculuk yayınlarını okumaya yönlendirebilirsiniz. Popüler kültür ve medya el ele verip bu yüzü bir anda, her yerde kılmaya çalışmaktadır. (Öğrencilerim bilir: ubiquity diyoruz popüler kültürün bu en önemli özelliğine). Buna hoşgörü deniyorsa, bu hoşgörünün sonunda Anıt Kabir’in topa tutulmasını, recm cezasını, Cumhuriyet’e yakıştırdığımız her değerin yerle bir edilebileceğini de tahmin edebilmeliyiz. “Hadi canım paranoyak zeminli bir düşünce” derseniz, ben de size bu kaygısızlığımızın, “gaflet ve dalalet içinde olduğumuz” anlamına geldiğini söyleyebilirim. Bu sessizliğin, kayıtsızlığın gelecek kuşaklarca “hiyanet” olarak nitelendirileceğini de bilmemiz gerekir.
Para totemine bağlı uluslar arası kuruluşlar, dinlerin aynı matbaada para basmalarını, aynı mezbahada kesim yapmalarını da sağlayacaklardır. Gözlerimiz faltaşı ama kapalı olduğu sürece, dünyadaki bütün dinlerin kardeşmiş gibi gösterilmesi, yeni dünya düzenlerinde paraya hükmedenlerin hükmünün, iktidarının baki kılınması içindir. Bizler, damaklarımıza çalınan parmak balların tadını çıkarırken, canlarımızı yitirdiğimizin farkına varmamayı da öğrendik.
Haydarpaşa Garı’nda yangın haberini eve vardığımda öğrenmiştim. Karaköy’de vapurdan inerken, bir yetkili Anadolu yakasına gidecek yolculara vapurların Haydarpaşa’ya uğramayacağını söylüyordu ve yangın henüz başlamamıştı. Ben eve vardıktan iki saat sonra başladı yangın. Yetkililerin gösterdikleri yangın sebeplerine gel de inan. Yangını soruşturma komisyonu varsa eğer, Karaköy iskelesinde çalışanlara o gün, vapurların Haydarpaşa’ya uğramadan Kadıköy’e gideceği emrini kimin, saat kaçta verdiğini sorsun bir yol.
Barış Acar’ın http://www.uzunhikaye.org/icerik/kendi-kulturune-istilaci-olmak-1378 yazısını da okuyunuz ve Cumhuriyet’imizin yanlışları ile ilgili özeleştiri yaparken kimlerin ekmeğine de yağ sürebileceğimizi düşününüz. Yahudi bir arkadaşım, romantik edebiyat üzerine konuşurken lafı evirip çevirip türbana, türbanlıların özgürleştirilmesine getirmeye çalışırsa ben telaşlanırım. Hatta, anamda doğal duran başörtüsünün ve benim hayatım boyunca siyasi arenaya taşınmayan bu örtünün “türban olayı” haline getirilmesinin Yahudi cemaati tarafından desteklenip desteklenmediği sorularını da sormaya başlar kafam. Hal öyleyse, niyedir diye düşünür dururum.
Hatta hatta, “iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin (istilacıların) siyasi emelleriyle” birleştirmişler mi acep diye kaygılanırım. Gayrimüslim dostlarımı telaşlandıran ‘aflar’ ve yeni ‘serbestlikler’, anamın tabiri ile ‘dünyanın burnuna osuranları’ niye telaşlandırmaz diye ayrıca düşünürüm. Çift pasaportları mı vardır? Bu ülkede geride bıraksalar içleri cız etmeyecek denli az mı malları vardır? Yoksa, yad ellerde kasalarda mı durur yeşil totemleri? Ya da Miami’de falan kurulu düzenleri mi vardır? Bu memleketi vatanı gören hiç kimsenin vatanı bölmeye dolaylı ya da doğrudan katkıda bulunacak işlere karşı hassasiyet geliştirmemiş olmasına şaşırırdım, şimdi üzülüyor ve kızıyorum. Hele hele, tuzu kuru ama vicdanlı arkadaşlarımın bu yolda sömürülmesi bana çok dokunaklı geliyor, çook!
Yeni yıl dileklerim ne yazık ki teker teker çıkMAMAya başladı. Öğrencilerden başladık. Öğrencime dokunma kampanyasına attığım imza için, onlara sadece edebiyat vb.bilgi değil hayat dersi verdiğimiz için teşekkür etmeye gelenlerin yanı sıra, okula para verdikleri için terbiyesizlik edebileceklerini sananlarla da yeni yılın ilk günlerinde bir kez daha yüzleştik. Haliyle paralı eğitimin itaat kültürü ile flört alanlarını da yeniden düşünmeye başladım.
Kemalist olun olmayın, Mustafa Kemal’in 20 Ekim 1927’de gençliğe hitaben söyledikleri bugün için de geçerlidir ve evrensel bir geçerliliğe sahiptir. Lâkin, ben damarlarında Cumhuriyet sevgisi dolaşan, geleceklerini şekillendirecek gençlerin de Cumhuriyet tarihi boyunca bölünüp kamplara ayrıldığına tanık olduğum için, bîümit başladım yeni yıla. Neyse ki en fazla bir iki gün sürüyor ümitsizliğim.
Tek demokratik yol seçim ise ve Mustafa Kemal simgesi, ikonu etrafında dönen Cumhuriyet erozyona uğradıysa, onu Allah’la yarıştırmaya çalışanların yanlış yaptıklarını göstermeli, seçimlere kadar kalan süremizi Cumhuriyet değerlerini yeniden öğretmek, bu ülkeyi oluşturan bütün ortak anlamların, kimliklerin kardeşçe ve bir arada (bu sözcüğü bilgisayardaki düzeltme programı ayırıyor!), yineliyorum BİRARADA, tutulması çabalarına ayırmalı, birlik ve beraberlik içinde çalışmalı ve yazıp çizmeliyiz.
Otoriter kişiliğin iktidarının özelliklerini kıyasıya eleştirebiliriz, hem de Ruhi Su’nun sesinden, Karacaoğlan dizeleri ile: “Sanırsın sadrazam tuğunan gider!” Beşiktaş’ta ikide bir trafik kesilip de saltanatperverler geçerken aklıma niyeyse hep bu dize geliyor.
Ama en azından yıkım işleminde gösterdikleri azim ve birlik beraberliği örnek almalıyız.
Nereden mi başlasak? Onları bir arada tutan araç gereçleri, değerleri, ikonları, totemleri erozyona uğratarak, aynı yöntemi uygulayarak onlara inananların onlardan kuşkulanmaları gerektiğine inandırarak. Nasıl mı, para totemini kullanarak tabii ki.
Ben para totemine dikkat çekerek başladım işe.
Dünyadaki İngilizce dilinin egemenliğine son vermeyi de ikinci sırada ele almalıyız. Vahşi kapitalizmin bana göre ikinci totemi İngilizce.
Hepimize kolay gele!