Yarı Yol
Nasıl istersen öyle dinle, bakın,
Dalların zirvesindeyiz ancak,
Yarı yoldan ziyade yerden uzak.
Yarı yoldan ziyade mâha yakın.
Ahmet Haşim
Bundan yaklaşık bir yıl önce çıktılar yola.
Şu anda Santa Cruz’dan çıkmış, Jade Street Park’ı geçmiş Rio Del Mar yönünde deniz kıyısından ilerliyorlar.
San Francisco’dan ayrılalı iki gün oldu. Dün geceyi Half Moon State Park’ta geçirdik.
Onların satırlarından bir hayalin nasıl adım adım gerçekleşebileceğine tanık oluyoruz. En uzak, en ulaşılmaz gibi görünenlerin, bir kere yola çıkılmaya görsün nasıl yakınlaştığını gösteriyorlar bize.
Evet 15 yaşında kurmaya başlamışım ben bu düşü, dünyayı dolaşmak düşünü, gezgin olmak düşünü….
Sema’nın 15 yaşında kurmaya başladığı düşü, 25 yaşına kadar iyice süslenir. Süslenir ama, kendini göstermesi için daha epeyce bekleyecektir.
Sonra birden mezun olduk üniversiteden, başladı hayat gailesi dedikleri şey, gelecek kaygısı denilen şey…
Tıp fakültesi biter, biter ama gelsin TUS’lar, zorunlu hizmetler... Asistanlık dönemi...
Önünde koca bir beş yıl vardı, deliler gibi çalışıp, az yiyip, az uyuyup, az kazanıp, çok çile çekmek, çok susmak, hep haksız olmak demek olan asistanlık dönemi vardı. Nooldu? Hepsi geçti… ama hayaller rafa kalktı ve ne yazık ki çoğumuzun hayalleri hep o raflarda kaldı, onların yerini çok kazanmalı, evlenmeli, çocuk yapmalı, geç kalmamalı kaygıları aldı, kimileri bunlara hayallerim adını verdi.
Hepsi geçer geçmesine ama 30’lu yaşlar neredeyse devriliyor. Biter mi peki? Hayır daha ikinci uzmanlığın zorunlu hizmeti vardır.
Gitmezsek devletimiz diplomamızı vermiyor ve biz yıllardır bir türlü hayatımızı geçireceğimiz yeri seçemeden, bilemeden ordan oraya savruluyoruz.
Bi dakka şimdi, kim bu San Francisco‘yu, Galler’i, Londra’yı gerilerinde bırakmış ve yakında Meksika’dan aşağılara sallanacak olan çift? Tanıyalım biraz onları, onların hikayesinde alışık olmadığımız, şaşıracağımız, vay be diyeceğimiz epeyce şey var gibi görünüyor.
Ben doğma büyüme Ankara’lıyım, Sema ise Nazilli’de büyümüş. Her ikimiz de doktoruz, ben bir patoloğum, Sema ise pediatrik gastroenterolog.
İlker Akın ve Sema Berktaş, tamam doktorlar, ama ikisinin de daha temel bir özelliği, bisiklet tutkunu olmaları. Sema İzmir’de doktor ve bisikletli, İlker Sinop’ta doktor ve bisikletli. Kapadokya Bisiklet Festivalinde ikisi birden bisikletli olunca tanışıp aşık oluyorlar. Arada mesafeler var ama. Aşkları İlker’e Sinop-İzmir arasında az mekik dokutmuyor. Sonunda arkadaşları Sema ve İlker’i bisiklet üstünde başgöz ediyorlar.
Gel zaman git zaman sevgili İzmir’li bisikletliler bize güzel mi güzel bir düğün yaptılar, gelinlik ve damatlığımızla bisiklete bindik, 150 kadar bisikletli arkadaşımız bize eşlik etti.
Taze evliler, balayı için atlayıp bisiklete, Almanya’nın Nürnberg şehrinden başlayıp, Bratislava’da biten,15 günlük ve 600 km’lik bir orta avrupa turu yapıp dönüyorlar. Bu turun asıl büyük turlarının habercisi olduğunu o zaman daha kimse bilmiyor.
Eeeeeee insanoğlu bu ya, bişeyin ucu azıcık göründü mü duramıyor artık, merak ediyor ötesini, talep ediyor daha fazlasını. İşte bize de böyle oldu.
İlker’in de eşdurumundan tayini çıkıyor ve İzmir’de yaşambaşlıyor. Ama... Bir yanda hayaller var, bir yandan gidilecek ikinci bir zorunlu hizmet... Yani hayat bir süre sonra hızlanıp koşuşturmaya başlayacak, hele bir de çocuk filan devreye girerse, sonunun nereye varacağı hiç belli değil.
İkimiz de orta yaşına ulaşmış insanlar olarak yeniden böyle zor sıkıntılı bir göreve gitmeden önce hayallerimize zaman ayırmak istiyoruz.
Ara verelim diye düşünüyorlar; hayaller var, ertelenemeyecek hayaller. Ve basıyorlar istifayı. Peki nereye gidilecek?
Gitmek düşüncesi yerleşince iyice usa, nereye dedik ve hiç düşünmedik, ikimizin de kafasında Latin Amerika vardı.
Önce Güney Amerika turu düşünülüyor, sonra oraya gitmişken Amerika’yı da katetmek düşüncesi gelişiyor. Heyecan dorukta, günlerce çalışılıyor, harita üzerinde her yer gidilebilir oluyor ve her yol kısa.
Rotayla ilgili araştırmalar yapmaya başlayınca adına Panamerican Highway denen Alaska’dan başlayıp Güney Amerika’nın en güney noktası olan, ordan öteye yol olmayan, Ushuaia’da sonlanan bisikletçiler arasında da pek sevilen rotayı gördük, böylece aşağı yukarı rota hakkında bir fikir sahibi olduk.
Çok güzel ama, mesele sadece yer görmek değil ki, gidilen her yerde insanlara dokunulacak, konuşulacak, iletişim kurulacak... Yüzlerce hayata girilip çıkılacak. Bunun için iletişim ve dil gerekli. Sema da İlker de, kendilerini dil konusunda eksik buluyorlar.
Sonra birgün yine bir bisiklet turunda (1. Az Bilinen Antik Kentler Turu) bu yolculuğa çıkma amacımızın insanlarla iletişim kurmak, konuşmak, hissetmek, yaşamlarını anlamak olduğunu hatırladık, madem öyle ingilizce seviyemizi geliştirmek için 6 ay Londra’ya gidelim dedik. İşte şimdi Londra’dayız.
Londra’da 6 ay bitince bu sefer İngiltere turuna karar veriliyor ve 2 ay süren bir ada turu yapılıyor. Londra’dan trenle Edinburg’a oradan...
Liverpool’dan ayrılıp Galler’e doğru pedallamaya başladık. İlk gece bir ulusal parkın içinde konaklamaya karar verdiğimizde tehlike olup olmadığından emin olamadığımız bir tehditle karşılaşıp (Alaca karanlıkta tam kamp atacağımız yerin yanında çalıların arasından izlendiğimiz hissine kapıldık), tası tarağı toplayıp havanın iyice kararmasını bekledik. Sonra yine parka dalıp zifir karanlıkta, hiç ışık kullanmadan çadırı kurup hava aydınlanır aydınlanmaz da hızlıca toparlanıp kaçtık.
Kamp yeri bulmak konusunda biraz gerilimli geçen ama hem performans açısından hem de deneyim açısından büyük tur öncesi çok iyi oluyor bu tur.
Yaklaşık 14 gün çok tırmandık az indik. Çılgınca yokuşları var Galler’in, öyle ki %25 eğimli.Ancak Galler’i kuzeyden güneye geçip Bristol’e varıp da yine İngiltere coğrafyasına girince, düz yolda uçar gibi gitmeye başladığımızı gördüm.
Edinburg’da, Eric’le başlayan sonrasında wormshower’larda devam eden arkadaşlıklar ve Londra’da, 26 Temmuz critical mass etkinliğiyle biten ada turu. Yeniden Londra’da Sema ve İlker.
Aslında Nottinham’da iki gün kalmayı planlıyorduk ama Önder’le Vildan bize o kadar iyi baktılar ki dört gün kaldık.
Londra’ya veda etmek anlamına gelen son 15 gün. Heyecanla bekliyorlar New York uçuş gününü. Tevekkeli asıl tur o zaman başlayacak.
Newyork’a oradanda Seattle’a geçip Panamerican Highway diye adlandırılan bisikletçilerin,motorsikletlilerin veya herhangi bir araç kullanan ya da kullanmayan ama Amerika kıtasını baştan ayağa gezmek isteyenlerin rotasını pedallayacağız.
Vee yeni dünya, heyecanla beklenen yeni dünya. New York günleri, sonra Seattle.
New York’a geldik sonunda, 6 gün Sharon’da, 3 günde Nancy’de olmak üzere kalacağımız yerleri ayarlamıştık Warmshovers’tan. İlk evimiz bir komüniti evmiş meğer. Ne demek bu? Bir evde 5-10-15-20 kişinin yaşadığı, her birinin enteresan işlerle uğraştığı, bahçecilik, sanat, bildiri hazırlama, bedava bisiklet tamir atolyeleri kurma, anarşist ve aşırı dindar uçlarının birarada yaşayabilirliğini gösterme, tüketim delisi haline gelmiş toplumdan arta kalanlarla geçinebilme, sahip olduğu her şeyi bir başkasıyla paylaşabilme ustalığına sahip ama bir o kadar da temizliği ufak bir ayrıntı olarak gören insanların yaşadığı ev (en azından bizimki öyleydi).
Ve eksikler tamamlanıyor, Amerika turu başlıyor Seattle’den. Pasifik kıyıları yukardan aşağıya doğru inilecek, Ruby Beach, Quinant gölünde kamp, Long Beach, sonra Hayalkırıklığı Burnu
Aslında ağaçlar konuşabiliyormuş, balıkların dilini anlayabiliyormuşuz. Soğuk diye bişey yokmuş ve insan su altında nefes alabilirmiş. Yepyeni bir hayatı deneyimlemek sadece bir tek güne ihtiyaç duyuyormuş.
Şans mı dönüyor ne, Oregon eyaletinin başkenti Portlant’ta yola çıkmak üzere son hazırlıklar tamamlanmak üzereyken. Yağmurluk almak için girilen alışveriş merkezinin önünden birbirine kilitli iki bisikletten kilit kesilerek İlker’in bisikleti çalınıyor. Sema’nın bisikleti duruyor öylece, yalnız, eksik.
Çok sevimsizdi açıkcası, bir anda kendini çırılçıplak hissediyor insan, savunmasız, yaralanmış, yarı yolda kalmış...
Durun o kadar da korkunç değil, aslında zaten bisikletleri yenilemeyi düşünüyorlar, Sema’nınkini de satıp, iki yeni bisiklet toparlanıyor ve yollarına devam ediyorlar. Tabi, biraz bütçe delinmiş oluyor, biraz da zaman kaybı.
Son iki-üç haftada Oregon’un güneyinde hava şartları nedeniyle zorlu sürüşler yapmıştık. Bu sırada yeni bisikletlerimize biraz daha alışmış, bol bol denizaslanı ve fok bir de balina fışkırtısı görmüştük.
San Francisco’ya, pussuz, sıcak günler beklentisiyle pedallıyorlar, biraz da biran öncebir warmshowers kullanıcısının evinde çarşafalara dolanarak uyumak için...
2 hafta kadar sisli puslu havada pedallayıp sürekli tırmandıktan sonra nihayet geçen hafta Corte Madera’ya girmiş Kaliforniya’nın güzel güneşi ve renkleriyle karşılaşmıştık.
San Francisco’nun başka bir önemi daha var Sema ve İlker için, Critical Mass olarak bilinen ve dünyanın birçok şehrinde her ay sonunda yapılan bisiklet eylemlerinin başladığı şehir burası. Onların da hayali tabi CM’ye katılmak. San Francisco’da kaldıkları Jale de eyleme katılmak istiyor ve eylemin başladığı yere (30 km) arabayla gidelim diyor. Bisikletler arka askıyla bağlanıyor arabaya ve CM’ye doğru yola çıkılıyor.
Golden GateTrafik bildiğimiz İstanbul cuma akşamı köprü trafiğiydi,Köprü üzerine çıktıktan bir süre sonra trafik kısmen açıldı. Biz de hafiften hızlanmıştık ki önümüzdeki araba ani bir fren yaptı.Jale durabildi ama tam bir şey olmadı derken,arkadan gelen araç duramadı ve bir güzel bindirdi. Jale’nin arabasının arka kapısı, taşıyıcı ve bisikletlerle beraber tamamen içine çökmüştü. Her iki bisiklette kullanılamaz haldeydi.
Ağlamaklı olurlar. Ne yapacaklarını bilemezler. Jale soğukkanlı davranıp avutmaya çalışır onları. Polis, çekici filan derken bütün gece berbat olur.CM ise hayal kırıklığı. Asıl kötüsü, kocaman bir belirsizlik kalır geriye. Nooluyor? Bütün bu olanlar bir işaret mi? Jale sigortanın en kısa zamanda ödeme yapması için çalışır, Sema ve İlker’i ise biraz olsun sakinleşmeleri için Yosemite National Park’a kamp yapmaya gönderir. Beklemekten başka çare yoktur.
Sigorta şirketi bisikletlerin parasının büyük kısmını ödemişti ancak kırılan bisikletleri almamıştı. Üzerlerinde kullanılır durumda bir sürü parça vardı. Ama hala bana uygun bisiklet yoktu. Görünüşe göre tekrar San Francisco’da dolaşabileceğim kadar bisikletçi dolaşıp hem hasarlı bisikletleri alacak hem de bana uygun bisikleti olan birini bulmam gerekecekti.
Yeniden herşey yoluna girer. Sema’nın yüzünde yeniden gülücük tomurcukları açar. İlker’in gülen gözleri eski parıltısına kavuşur.
Kaliforniya kıyılarından güneye inerken Kuzey Amerika’nın şu çok bilindik ulusal parklarını göreceğiz.
Çadırlar kurulacak, sabah toplanacak, akşam yeniden kurulacak... Ağaçlar, ağaç kabukları, bitkiler,kökler...Yollar,yollar, yollar.
Denizdibi güzelliği ile ünlü Baja yarımadasına inip buradan Meksika’ya geçeceğiz, Meksika’dan Guetemala, Honduras, Nikaragua, Kosta Rika ve Panama’ya pedallayıp Kolombiya’ya ulaşacağız.
Yeni insanların evlerine konuk olunacak. Yeni yaşamlara dokunulacak... Heyecanla yazılacak bütün bunlar. Görüldü mü, okundu mu dostlar tarafından diye bakılacak, beklenecek...
Ekvator, Peru, Bolivya ve Şili’de dünyanın en kurak çölünde(Atakama), en yüksek göllerinden birine(Titi Kaka), ünlü antik İnka şehrine(Maçu Piçu) pedallayacağız.
Sema ve İlker olacak haritanın bir ucunda, bisikletlerinin üstünde... Oradan bakacaklar bize, biz de onların gözleriyle dünyanın bir ucundaki hayatlara, şehirlere,evlere...
Şimdilik turu Arjantin’de, Güney Amerika’nın en güney noktası olan ve bu turu yapan gezginlerin kutlama partileriyle turlarını noktaladıkları yer olan Ushuaia’da bitirmeyi planlıyoruz.
Şimdilik...Sema ve İlker. İki gezgin, iki can, bisiklet üstünde, dünyanın bir ucundan bir ucuna pedallıyorlar, hayallerinin peşinde...
Alıntılar:
www.bisikletbu.com
Twitter: @ymbymb