Yıldırım Güngör

02 Şubat 2009

Doğa sporcusu doğanın dilini bilmeli

Bir doğa sporcusunun yapacağı ilk şey de doğanın dilini iyi öğrenmek olmalı. Doğanın dilinden anlamıyorsanız, sonu ölümle bitecek bir sürü kötü sürprize de hazır olmanız gerekir.

Bayramda Artvin’in Yusufeli ilçesindeydik… Atlas Dergisi için Kaçkar Dağları Milli parkı sınırındaki Güngörmez Dağına tırmanış yapacaktık. Güngörmez pek de bilinmeyen bir dağ. Kaçkarlara çok yakın olduğu kimsenin aklına gelmiyor. Yüksekliği 3 bin 523 metre ve tırmanışı da oldukça zorlu. Dağdaki ilk iki günümüz adeta bir sonbahar havasında geçti. Daha sonraki iki gün ise tipiden göz gözü göremez hale geldi. İki günde dağlarda neredeyse 1 metreye yakın kar birikmişti. Çadırımız neredeyse kara gömülmüş durumdaydı. Bulunduğumuz vadinin bir sürü çığ parkuru barındırması da ayı bir risk faktörüydü. 
‘Biz şansımızı zorlamadık geri döndük’
Kar ve tipi de devam ediyordu. Dönme kararımı tek başıma aldım. Herkes de uydu. Kimse de neden döndüğümüzü sormadı. Son gece dağlardan gelen çığ sesleri uykumu sık sık bölmüştü çünkü. Güngörmez’e çıkmayı düşlerken, dağı bulamamıştık bile. Bu dağları çok iyi bilen biri olarak bundan hiç gocunmadım. Eğer şansımızı zorlasaydık bu sezonun ilk çığ kazasını muhtemelen biz yaşayacaktık. Dağlarda geçirdiğimiz muhteşem birkaç günü kâr sayarak geri döndük. Dönerken bilinçli olarak aramızda 50 metreden fazla mesafe bırakmayı da ihmal etmedik. Çığ profili açmaya ise gerek bile duymadım. Çünkü kar ‘ben çığ yaparım’ diye bağırıyordu adeta.

‘Doğanın dilini iyi bilmek gerekir’
Yaşamım boyunca hiçbir zaman doğayla mücadele etmedim. Ona hep saygı duydum ve izin verdiği sürece ondan keyif aldım. Dağlarına çıktım ve sağ salim indim. Onun dilini iyi öğrendiğim için de başım hiçbir zaman doğa olaylarıyla belaya girmedi. Bir doğa sporcusunun yapacağı ilk şey de doğanın dilini iyi öğrenmek olmalı. Doğanın dilinden anlamıyorsanız, sonu ölümle bitecek bir sürü kötü sürprize de hazır olmanız gerekir.
‘Dağa çıkmayan biri bile bilir…’
Zigana çığ kazası çok üzücü bir durum. Gereksiz yere 10 insan yaşamını kaybetti. Bir sürü yetkili ve de uzman (!) bir şeyler söyleyecek ve olay kapanıp gidecek. Tıpkı Palandöken ve Aladağlar da olduğu gibi. Herkes kendine göre yorum yapacak. Oysa yaşamında hiç dağa gitmemiş biri bile kar yağdıktan birkaç gün sonra eğer hava ısınırsa tüm dağlardan gümbür gümbür çığ inebileceğini bilir. Bunun için karın çok fazla yağması da şart değil. Rüzgâr da vadilerde kar birikimine çok ciddi katkılarda bulunuyor.
‘Bu bir dağcılık kazası değil’
Üzerine basa basa söylüyorum bu bir dağcılık kazası değil. Bir doğa yürüyüşü yürüyüş kazası. Ancak her sırtına çanta takan dağcı kabul edildiği için henüz eğitim alan bu grup da dağcı olarak kabul edildi ve tüm fatura dağcılara kesildi bile. Kazanın analizini aşağıda kısaca yapacağım ama öncelikle bunu vurgulamak istese bir şey söylüyor ama hiç kimse kalkıp da dürüstçe: “Gitmemeleri gerekirdi. Parkurdan çığ düşeceğini anlamalılardı. Faaliyet iptal edilmeliydi” diyemiyor. Çünkü ne yazık ki çığ hakkında birçoğunun hatta oraya giden kurtarmacıların bile çok fazla bir şey bilmiyor.
‘Bilgisizlik yüzünden trajediyle sonuçlandı’
Geçen yıl 13 Ocak’ta fotoğraf çekmek için Zigana’daydım. Fotoğraf çekerken pistlerin bulunduğu tepenin zirvesinde bir grubun ortaya çıktığını gördüm. Bir saat sonra oteller bölgesine geldiler. Hava soğuk mu soğuktu ama çığ riski sıfırdı neredeyse. Kar bile donmuştu çünkü. Muhtemelen Trabzon- Gümüşhane yolunda inerek, bu vadiye giriyor, kuzeyden tepeye çıkarak oradan da otellere iniyorlardı. Konuşmalarından bir eğitim yürüyüşü olduğunu anlamıştım. Bu kaza tam bir yıl sonra birkaç gün arayla gerçekleşti... Muhtemelen yine bir eğitim yürüyüşüydü. Ne yazık ki bilgisizlik yüzünden trajediyle sonuçlandı.

‘Tek kişi bile çığı tetikleyebilir'

Vadi ideal bir çığ parkuru zaten. Neden çığ parkuru onu anlatmaya çalışayım. Bilinenin aksine çığlar yamaçlardan değil daha çok vadilerden gelir. Hele eğimleri 25-50 derece arasında ise bu tür vadilerden geçerken çok temkinli olmalı. Mümkünse de geçilmemeli. 25 derecenin altında akış az olduğu için, 50 derecenin üzerinde de kar tutunamadığı için çığ riski çok azdır. Çok yoğun kar yağdığı günlerde hele bir de tipi varsa tepelerin vadiye bakan yamaçları rüzgâr tarafından getirilen karlarla doldurulur. Yani vadiye sadece normal yağan kar dışında rüzgârın getirdiği kar da birikir. Yamaçlarda kar birikip birikmediği ise taş diplerine ağaç diplerine bakarak çok kolay anlaşılır. Tabi yine 'eğitim şart'a geliyor konu. Altta donmuş bir tabaka da olduğu için kaygan zemin üzerinde pamuk ipliği misali duran yüzlerce, binlerce tonluk kar kütlesi ısınana havayla daha da ağırlaşır ve yamaç duraylılığının bozulması üzerine harekete geçer. Bunun bozulması için öyle yüzlerce kişinin de geçmesine gerek yok. Tek kişi bile çığı tetikleyebilir. Muhtemelen bu grup da kendi tetikledikleri çığın altında kalmış.
‘Bu kazada en suçsuz olanlar kazayı yapanlar’
Oldukça geniş yamaçlardan akan kar aşağılar indikçe daralan vadide büyür ve onlarca metre kalınlığa olaşarak aşağılara akar. Bu nedenle bu kadar kar yağdıktan sonra hele hava da ısınmışsa bu tür vadilere kimsenin sokulmaması lazım. Bir sürü Kayak merkezimiz var ama doğru dürüst bir çığ uyarı sistemimiz yok. Bu işin başında olan yetkililerin bunun hesabını vermesi lazım. Bu işten para kazanan otellerin neden bu tür uyarı sistemleri için yatırım yapmadıkları, neden Uludağ da kayak yapan birinin kaybolduğunun da hesabı sorulmalı. Bu kazada en suçsuz olanlar kazayı yapanlar. Çünkü onlara bu eğitim doğru dürüst verilmemiş ki onlar da uygulasın
Sıkıldıklarını gördü ve üzüldü!
Birden anılarım tazelendi. Ya 1986 ya da 1987 yılı olabilir. Tam emin değilim. Dağcılık Federasyonun bir toplantısında Ömer Tüzel’in söyledikleri geldi aklıma. Ömer Çığ üzerine muhteşem bir sunum yapıyordu. Epey uğraşmış ve çığın tüm anatomisini akademik bir ciddiyetle ortaya çıkarmıştı. Sanıyorum o zamanlar yurt dışında yaşıyordu. Oradaki tecrübelerini de katarak hazırladığı bildirisini ne kadar da güzel sunuyordu. Ancak konuşma uzadıkça insanlar homurdanmaya başladılar. İnsanların suratlarındaki ifadeden rahatsız olan Ömer konuşmasını keserek özetle şunu söyledi:
“Sıkıldığınızı görüyorum ve çok üzülüyorum. Ben bunları zaten biliyor ve uyguluyorum ama kışın dağa giden sizler de bu anlattıklarımı bilmek ve uygulamak zorundasınız. Eğer anlattıklarım size sıkıcı geliyorsa bunu bilin ki bu ülkede çok dağcı çığ altında kalır.”
‘Şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz’
Ne yazık ki bu öngörü gerçekleşiyor ve biz dağcılık camiası olarak nedense bunu hiç mi hiç tartışmıyoruz. Her seferinde kol kırılır yen içinde kalır diyoruz ama daha sonra sorgulamıyoruz bile. Ama bu arada Dağlarda bolt olur mu olmaz mı tartışmasının yılmaz bekçileri olarak konuşmalar yapıyor, yazılar yazıyor ve dağlardaki boltları söküyoruz.
Sonuç olarak ölen kişilerin ölme nedenleri ne yazık ki doğanın dilini bilmemeleridir. Bunun başka bir açıklaması da olamaz. Aynı gün İstanbul’dan kalkıp Uludağ’a tırmanışa giden dört kişi doğa koşulları elvermediği için geri döndüler. Doğa onlara gelmeyin dedi, onlar da buna saygı gösterdiler. Çünkü biliyorlar ki bir gün doğa kendilerine izin verecek.
Son kazalar gösteriyor ki dağcılık eğitimi verenler de dahil hiç kimse çığ hakkında fazla bir şey bilmiyor. Bu nedenle şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz. Biz ne kadar iyi çığ eğitimi veriyoruz. Daha doğrusu bir dağcılık eğitmeni ne kadar çığ bilgisine sahip. Yoksa bildiklerinin dağcılık derslerinde anlatılması zorunlu gereksiz bilgi olarak mı öğrendi çığı? Çığ hakkında çok şey bildiğini sanan biri olarak 1998 yılında Kaçkar kış tırmanışı yaptığım bir haftalık süre içinde üzerinde yürüdüğüm onlarca çığdan çok şeyler öğrenmiştim. Yani öğrenmenin yaşı yoktur ve yazık ki Türkiye’de dağcılar çığ hakkında çok şey bildiklerini sandıkları için öğrenmek için uğraşmıyorlar bile.