“Müslümanlar: Hepimizi havaya uçurmak istiyor. Onları Amerika’dan atacağım.
Meksikalılar: Kadınlarımıza tecavüz ediyor, Meksika’ya karşı duvar öreceğim.
Çinliler: İş yerlerimizi elimizden çalıyor, onları bu ülkeden kovacağım.
İranlılar: Onlarla yapılan nükleer anlaşmayı tanımayacağım.
Gazeteciler: Hep yalan yazıyorlar.
Siyahlar: Hiç güvenilmez.
Hillary: Kazanırsam hapse attıracağım.”
Böyle bir dehşet listesiyle halkın karşısına çıkan Donald Trump bir felaket senaryosu olarak Amerikan Başkanı seçiliyor.
Kendisini anında ve ilk olarak iki lider kutluyor. Rusya Devlet Başkanı Putin, İsrail Başbakanı Netanyahu. Bu da Trump’ın başkanlığı döneminde iki kutsal müttefikini gösteriyor. Zaten seçim kampanyası boyunca, herkese garip ve saçma sapan ifadelerle saldıran Trump Rusya ve İsrail’e arka çıkıyor. Kampanyasını Rusya ve İsrail canı gönülden destekliyor.
İsrail Orta Doğu’da Amerika’nın geçit vermez kalesine dönüşüyor. Bu da, biz de dahil olmak üzere, Ortadoğu’da başta Araplar ve Suriye, devamında İran’ın başına büyük dertler açabilecek bir potansiyelin habercisi.
"Unpredictable"
Sağ, solu hiç belli değil. Bugün söylediğinin tam tersini ertesi gün söyleyebiliyor. İş “yapmaya” gelince, ne yapacağını kimse kestiremiyor.
Bu nedenle kendisi Amerikalılar tarafından “unpredictable” olarak tanımlıyor, yanı “ne yapacağı belli olmaz, ne yapacağını tahmin etmek mümkün değil.”
Dünyayı yönetmeye kalkan bir ülke için, kendi ülkesinde ve dünya için büyük tehlike. Adamın hem ne yapacağı belli değil, hem de yaptığının doğru ya da eğri olup olmadığını bilmeden, attığı adımdan ne zaman ve neden geri döneceği belli değil. Amerika’nın dış politikası, dolayısıyla bütün ülkeler açısından büyük bir risk.
Çok abartılı bir örnek olmak üzere, sadece onun kimliğini göstermek üzere, günün birinde bir ülkeye savaş ilan edebilir, ertesi gün, “Affedersiniz, ben onu demek istememiştim” diyebilir.
Amerika’nın bu saatten sonra ne yapacağını kestirmek epey güç.
En cahil başkan
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, Amerikan başkanları arasında “en hazırlıksız, donanımı en çok yetersiz, iç ve dış politika açısından en cahil Başkan Donald Trump.”
Bu gözlem ve tanım bana ait değil, Amerikan ana akım medyası dahil, bütün Batı medyası bu tanımda birleşiyor.
İleri, geri herkes sataşıyor, ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Kendisiyle diyalog kurmak hayli zor. Çünkü, kendi haklılığına sonuna kadar inanıyor, çevresindekilerin dediğine pek aldırmıyor.
Yine ana akım Amerikan medyası ve Batı medyası kendisi hakkında şu nitelemelerde bulunuyor:
“-Yalancı,
-Irkçı,
-Seks düşkünü,
-Egosu şişmiş,
-Demokrasi ve insan hakları için bir tehlike,
-Dışlayıcı ve ötekileştirici.
Nasıl seçildi?
Partisinde başkanlık için aday adayı olduğundan itibaren ve bütün seçim kampanyası boyunca, herkesin küçük görüp, inanılmaz eleştirilere hedef olan, bu nitelemelere rağmen ve hatta partisinin bile seçimi kazanacağından kuşku duyduğu biri, nasıl oluyor da, başkan seçiliyor?
Ana akım medya onun karşısında.
Amerikan toplumunda ağırlığı bulunan ünlü politikacılar, sanatçılar, bilim adamları onun karşısında.
Anketlerde haftalar boyu ve hatta son viraja girildiğinde, Hillary’nin gerisinde.
O zaman nasıl seçiliyor?
Sistem karşıtları sayesinde.
Trump Amerikan toplumunda bazı çelişkileri keskinleştiriyor ve buna oynuyor:
-Yoksullar ve zenginler arasındaki,
-Siyahlar ve beyazlar arasındaki,
-Eğitimsizlerle eğitimliler arasındaki, çelişkileri keskinleştiriyor.
Amerikan halkını sisteme karşı çıkmaya çağırıyor.
Hayır, elbette kapitalizme karşı değil, hatta Amerika’nın en büyük kapitalistlerinden biri.
Sadece toplumsal duyarlıkları harekete geçiriyor. En yoz, dağın başında oturan çobanın anlayacağı bir üslupla. Saldırgan deyimlerle.
“Ben sizden biriyim” duygusunu aşılayarak.
Buna karşı, Hillary sistemin fedakar savunucusu. Batı'nın ve ana akım medyanın Trump’ın karşısında yer almasının köklü nedenlerinden biri burada.
Bernie Sanders
Aslında daha yarışın çok başında, daha iki partide de, aday adayları belli olduğunda, Demokrat Parti içinde Hillary’nin rakibi olan Bernie Sanders de, sistemin karşısında yer alan biri.
Sanders kendisini “demokrat sosyalist” olarak tanımlıyor. Bu tanımıyla Amerikan sisteminin tam karşısında yer alıyor. Tam anlamıyla “bu düzen değişmelidir” diyor.
O kadar ki, aday adaylığı yarışında Sanders’in kendisine slogan olarak seçtiği şarkı, hepimizin çok yakından tanıdığı, yine demokrat sosyalist eğilimli John Baez’in artık destan olmuş şarkısı:
“We shall overcome.”
“Biz yeneceğiz.”
Ancak, Trump’a göre çok farklı, karşılaştırılmaz bile, ne yaptığını bilen, ülkesini ve dünyayı çok iyi kavramış biri.
Eğer Hillary yerine Trump’ın rakibi Sanders olsaydı, sonuç yine aynı olur muydu?
Sistem karşıtı iki rakibin kapışması olurdu.
Biri özde karşıt ve kökten değiştirmek istiyor, diğeri saldırgan üslupla ve herkese sataşarak, sokak ağzıyla toplumun en alt kesimlerine ulaşıyor.
Dünyada savrulma dönemi
İngiltere, yine hiç kimsenin beklemediği bir referandum sonucuyla, Avrupa Birliğinen ayrılma kararı veriyor.
Avusturya, ırkçı eğilimler iktidara geliyor.
Macaristan, demokrasi ve insan haklarının artık pek de önem taşımadığı bir yönetime teslim oluyor.
Fransa, aşırı milliyetçi akımlar güçleniyor.
Almanya, benzer tahdit altında.
İspanya, bölünme tehlikesini atlatmaya çabalıyor.
Ortadoğu, bir savaştan ötekine koşuyor.
Orta Asya ülkelerinde, diktatörler iş başında, babadan oğula geçen sistemler.
Çin, insan hakları ile temel hak ve özgürlükler, basın ve ifade özgürlüğü başta, yerlerde sürünüyor.
Ülkelerin pek çoğu huzursuz, kendi içinde barışık olmayan, kutuplaşmış topluluklar. Dinsel inanışların iyiden iyiye çatıştığı, azınlıkları dışlayan görüşlerin ağır bastığı talihsiz bir dönem.
Ve dünya çapında küresel hale gelen terör ve uyuşturucu belası. Nerede, ne zaman patlayacağı belli olmayan bombalar.
Yetmezmiş gibi, şimdi de Trump.
Dünya gerçekten küresel bir azgınlaşmayı yaşıyor. Trump’ın seçilmesi buna tuz biber ekiyor.
Ve biz
Putin ve Netanyahu’nun kutlamaları dışında, seçilmesinden sonra Trump’dan istekte bulunan ilk kişi Başbakan Binali Yıldırım, Fethullah Gülen’i istiyor.
Trump’ın bu konuda ne düşündüğü ve nasıl karar vereceği bilinmiyor.
Onun dışında, Trump’ın izleyeceği dış politika Türkiye’yi nasıl etkiler?
İsrail’i sağ kolu sayan birinin, Orta Doğu’daki çatışmalarda her şeyi İsrail’e soracağı ve ona göre davranacağını tahmin etmek mümkün.
Bu bizim için aleyhte bir etken.
Suriye ve Mısır politikasında Rusya ile birlikte hareket etmesi mümkün, o da bizim için dezavantaj. Türkiye politikası şu anda “unpredictable”, tahmini zor.
Her ne kadar seçimden sonraki ilk konuşmasında ılımlı bir üslup kullandıysa da, güvenmek kolay değil. Çünkü, hep kullandığı bir söz var: “Güçlü olan kazanır”.
Tam Nietzsche vari bir söz, “yere düşene vurulur.” Ya da Kemal Tahir romanındaki gibi, “Kurtlukta yere düşeni yemek kanundur.”