Vedat Özdan

03 Aralık 2010

Yeni tehlike 'crowding out' mu?

Vaşington Konsensusu, özellikle Latin Amerika’da tekrar eden, ama şimdiki adıyla yükselen piyasa...

1980 – 2008 arasında dünyanın derdi öncelikle istikrardı, şimdiyse büyüme. 
Vaşington Konsensusu, özellikle Latin Amerika’da tekrar eden, ama şimdiki adıyla yükselen piyasa ekonomilerinde de ortaya çıkan krizleri önlemek üzere dizayn edilmişti. Ve sıkı maliye ve para polikaları bu politika çerçevesinin omurgasıydı. 

Vaşington Konsensusu semptomlarla ilgiliydi

Çünkü kriz çıkan bu ülkelerde kronik sorun iç tasarruf yetersizliğiydi ve bunu dışarıdan (o zamanlar devletlerden ve uluslararası kurumlardan) borçlanarak kapatıyorlardı. Yapısal sorunlara çözüm olmayan, ancak semptomları hedef alan bu politkalar, bilahare nakit sıkışıklığına ve akabinde ulusal paraların aşırı değer kaybetmesine yol açarak, daha yüksek bir faiz ve enflasyon sarmalıyla, yeni bir dengeye yol açıyordu.
Kuzey Atlantik krizi olarak adlandırdığımız 2008 krizi ABD’de patlak verdi. Yegane donor ülke olarak II. Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel ekonomik düzenin sahibi ve mimarı olan ABD, 1929 buhranında yaptığı gibi çözüm olarak gevşek maliye politikaları ve para  uyguladı. Kendi krizinden etkilenen diğer ülkelere de G20 Londra zirvesinde “aynı şeyi de yapabilirsiniz” dedi. Böylece Vaşington Konsensusu bozulmuş oldu. Biz de bu tartışmanın teorik arka planını “G20’de U dönüşü” adlı yazımızla daha önce tartışmıştık. 

Anglo sakson gelenek anarşizmle örtüşüyor

Öte yandan kriz gösterdi ki, her koşulda krizlerin münhasıran müsebbibi devlet müdahalesi değil. Dahası, kendi iç dinamikleriyle piyasalar krizden çıkamıyorlar. Finans piyasaları, ki bu piyasalarda devlet müdahalesi konusundaki görüşler nerdeyse anarşizmle bire bir örtüşür, en gelimiş batı dünyasında da düzenleyici otoritelere muhtaç. 

Çin “devlet müdahalesi her koşulda kötüdür” önyargısını kırdı

Bu süreçte ilginç bir başka gelişmeye daha şahit olduk. Çin, devlet eliyle de iyi bir ekonomik performansın mümkün olduğunu gösterdi. Yani, Sovyetlerin dağılmasından sonra “sözde liberal düşüncenin” ideolojik hegemonyası altında kalan ve kımıldayamayan “sol düşünceye” devlet müdahalesi konusunda güven verdi.  Bu nedenle aklıselim, Vaşington Konsensusunun iyi yönleriyle devlet müdahalesinin bir arada olabileceği bir alternatifin mümkün olabileceği gerçeğini gördü. Bu yeni paradigma üzerinde daha çok tartışacağız.
Ancak bu konsensusa ADB şu anda tam destek veremiyor. Çünü sıkı maliye ve para politikaları konusunda hiç istekli değil. Şurası gerçek; son İrlanda krizi nedeniyle (aksini savunmasına rağmen) bu konuda (en azından bir süreliğine) Avrupa Merkez Bankası da ısrarcı olamayacak.

Yeni kriz tehlikesi yine devlet – banka ikilisinden

Şimdi size (tam da bu adam ne diyor dedirtecek türden) bir saptama: 
Basel III bankaları daha fazla likit rezerv tutmaya zorlayacak. Bu nedenle yeni dönemde bankalar rezerv olarak daha fazla devlet tahvili tutmak zorunda kalacak. Bu da borçlu devlet için harika bir sonuç, pek ala hazır müşteri demek!.. 
Yani krizden çıkmak için alınan önlem, borçlu ve cari açık problemi olan ülkelerde bir başka potansiyel kriz tehlikesine yol açacak.  
Döndük mü başa?
Bankalar çok güçlü, devletler borcu çevirmek için bankalara tahvil satıyor ve yatırımlara gitmesi gereken fonlara el koyuyor...
İyi de Vaşington Konsensusu biraz da bu nedenle sıkı maliye politikası demiyor muydu?
Peki yatırımı kim yapacak?
Daha da kötüsü, borcunu çeviremeyen ülkelerin başına ne gelecek? 
Daha önce yazmıştık: İkinci dip olmasın diye yapılanlar, ikinci dip ihtimalini güçlendiriyor ve para piyasaları klozet gibidir diye...
Bilmiyorum yeterince açık mı?