Vedat Özdan

30 Ocak 2012

Kim bu ‘piyasalar’?

Benim arabanın radyosunda ilk iki kanal akşamları çok güzel alaturka...


Benim arabanın radyosunda ilk iki kanal akşamları çok güzel alaturka müzik çalar. Birisi TRT’nindir. Sanırım giderek daha fazla radyo sanatçılarını dinlemekten zevk alır oldum. O nedenle daha bir klasik adam olmaya başladım diyebilirim. Sanırım birkaç yıl sonra da babamdan da pek farkım olmadığını anlamaya başlayacağım. İnsan aslına rücu edermiş ya! Aslımız bu meyanda rakı ve alaturka müzik oluyor. 
Geçen hafta yine eve dönerken TRT’de bir grup aklı başında arkadaşın ortak bir projesiyle ilgili güzel bir sohbete denk geldim. İlk önce, bu sohbetin konumuzla alakası zayıf, ama çok önemli bir ayrıntısına değinmek isterim. Grubu bir araya getiren beyefendi yaptıkları müziği anlatırken: “Biz alaturka müzik yapıyoruz. Yerleşik yargının aksine ‘alaturka’ olmak kötü bir şey değildir”, dedi.  Bunu not ettim. Daha sonra çok güzel şarkıları pek güzel icra ettiler. Projeleri biraz daha olgunlaşsın sizlere onlardan da bahsedeceğim. Sohbet sırasında bayan hanende yaptıkları müziği tanımlarken “piyasa müziği” diye bir kelâm etti. O an şunu fark ettim: İktisat dünyasında çok sık kullanılan ve hatta liberal düşünce okulunun demokrasinin gelişimine yaptığı katkı nedeniyle onunla iç içe gördüğü ve müspet anlam yüklediği isim haliyle “piyasa”, güzel sesli hanendenin dilinde sıfat haliyle menfiydi. Sonra şunu idrak ettim, tıpkı alaturka gibi piyasa da sıfat haliyle dilimizde olumsuz niteleme yapıyor.
Sevgili Bader Aslan kadar iyi olmam mümkün değil, ama bir amatör iktisatçı olarak isim haliyle piyasayı kendi kelimelerimle tanımlamaya çalışayım: Piyasa, bir varlık veya bir hakkın o günkü veya gelecekteki bir fiyattan alıcıya devrine veya devretme taahhüdüne imkân sağlayan işlemin cereyan ettiği müzakere ortamıdır. Bu ortamın kalıcı veya organize olması, alıcı ve satıcının yüz yüze olmaları, bizatihi konuşmaları, kendi adlarına veya hesaplarına işlem yapmaları, müzakere sırasında varlığın başında bulunmaları şart değildir. Müzakere sürecinde alıcının ve satıcının almaya ve satmaya istekli olduğu fiyatı birbirlerine iletebilmeleri yeterlidir. Bu ortamın bir bina altında veya belli bir ülke sınırında olması da gerekmez… 
Özetle piyasa insan değildir, ama içinde insanların alım – satım müzakereleri yaptıkları bir ortamdır. Konuyu makro çerçeveden bakalım. İktisatçılar aşağıdaki özdeşliğe milli gelir özdeşliği derler:
Y=C+I+G+X-M
Terminolojik ayrıntıları ihmal ediyorum. Bu özdeşlikte Y ulusal gelirdir.  C özel tüketim harcamalarını, I özel yatırım harcamalarını, G kamunun yaptığı net tüketim, yatırım ve transfer harcamalarını, X yabancıların bizden aldıkları tüketim ve yatırım malları ile bizden satın aldıkları hizmetler için yaptıkları ödemeleri, I ise bizim yabancılardan aldıklarımız için onlara yaptığımız ödemeleri gösterir. 
Bir ülke gelirinden fazla harcarsa X – M negatif olur. Buna cari açık denir. Bizim en önemli yapısal sorunumuz cari açıktır. Şayet bu harfler, mal ve hizmet hareketlerinin yanı sıra sermaye hareketlerini de yansıtıyor varsayarsak, karşımıza ödemeler bilançosu denkliği çıkar. Çünkü açık kadar ülkemize yabancı sermaye girmiş demektir.
G de negatif olabilir. Çünkü net diyoruz ve çoğu ülkede kamu harcamaları kamu gelirlerinden fazladır. Buna da bütçe açığı diyoruz. İşte bu iki açığa birden “tasarruf açığı” deniyor. Ege Cansen hocamız buna tasarruf açığı değil “tüketim fazlası” demeyi öneriyor. Bence haklı! Çünkü tasarruf açığımız var dendiğinde akla gelen politikalarla, tüketim fazlamız var derken akla gelen politikalar aynı değil. 
Tasarruf açığı olanlar ile fazlası olanları bir araya getiren ilk mekanizma muhtemelen bankacılıktır. Bankalar, halen mevduat toplayıp kredi vererek bu işe aracılık ederler. 
20. yüzyıla şöyle bir bakınca şunu görüyoruz: Uluslararası ticaret artıkça tasarruf fazlası olanlarla açığı olanları bir araya getiren başka mekanizmalar oluştu. Bu mekanizmalara genel olarak para ve sermaye piyasaları deniyor. Bu piyasaların organize olanlarına borsa, olmayanlarınaysa “tezgahüstü piyasa” diyoruz. Bu piyasalarda tasarruf açığı olanlar, fazlası olanlara bono, tahvil, hisse senedi vesaire satarlar. Bir de vadeli işlemler piyasaları/borsaları vardır. Buradaysa emtialar, finansal varlıklar, bizatihi paranın kendisi vadeli işlemlere konu edilir.  Kuruluş amacı riski minimize etmek ve ticareti kolaylaştırmak olan bu piyasalar zamanla çok büyüdüler ve işleme konu varlıkla işi olmayan tasarruf fazlası kişi ve kurumları da kendilerine müşteri yapmayı başardılar. Çok geniş anlamda bu piyasaların tamamına “finansal piyasalar” deniyor.
Bir yerde tasarruf açığı varsa bu açık finansal piyasalardan borçlanarak finanse edilir. Bu piyasalarda size borç verecek olanlar tasarruf fazlası olanlardır. Burada ne açığı verenler münhasıran bir sınıf ya da zümredir, ne de bu açığı finanse edenler. Hatta bunların ayrı gerçek veya tüzel kişiler olması da şart değildir. Misal, bir şirket aynı zaman diliminde, yapacağı bir yatırım için bir yandan başkalarının tasarruf fazlasına, öte yandan elindeki nakit fazlası için başkalarının tasarruf açığını finanse etmeye talip olabilir. Örneğimizdeki şirket, bir insani yardım vakfı da olabilir, bir sendika da, bir emeklilik fonu da, bir hedge fon da, bizler gibi gerçek şahıslar da, şirketler de, merkez bankaları da, devletler de, uluslararası kuruluşlar da… 
Peki, ekonomi haberlerinde kullanıldığı haliyle kendisine insan ihtiyaçları, huyları ve davranışları atfedilen piyasa neyin nesi?
Önce birkaç saptama: Piyasa münhasıran iyi ya da kötü olamaz; münhasıran bir sınıfla ilişkilendirilemez. Çok değişik çıkar gruplarından gerçek ve tüzel kişileri konsolide eder. Bunlar hem alıcılar, hem de satıcılardır. Bu çıkar gruplarının tamamının kötü niyetli olmaları veya varlıklarının “apriori” olarak insanlık için “kötü” olması gerekmez. Alınan şeyin bizim değer yargılarımıza göre haksız, hukuksuz, haram, uygunsuz, ahlak dışı vesaire yollarla edinilmiş olması da gerekmez.  Aynı şekilde satılan şeyin bedelinin daha öncesinde haksız, hukuksuz, haram, uygunsuz, ahlak dışı vesaire yollarla kazanılmış olması da. Müzakere ortamına girenlerin hep böyle olduklarını, müzakereye konu varlığın veya hakkın bu yolla edinilmediği veya bedelinin bu yollarla kazanılmamış olduğunu da söyleyemeyiz. Öyle ya da böyle, bu konsolide varlıkla ilgili hüküm verirken zamandan ve mekandan bağımsız olur ve yargı belirtiriz.
Bir örnek vereyim: 74 milyon nüfusumuz var. O kadar makine –teçhizat, yatırım şu – bu bir yılda 134,5 miyar USD ihracat yapabildik. Alın size dünden kalma bir haber: “Facebook bu hafta halka arz edilecek. 10 milyar dolarlık kısmını halka açacak olan sosyal medya devinin değerini 75 milyar ila 100 milyara çıkaracağı tahmin ediliyor.” Facebook’un kurucusu kim? Mark Elliot Zuckerberg adlı, diş hekimi bir baba ve bir psikolog annenin tek çocuğu. 1984 doğumlu. Yani arkasında hazır lokma yok, kara para da yok! 
Nedensellik meselesi derindir. Derin meselelere girince de çıkması zor olur. Ama sırası gelmişken genel yayın yönetmenimizden yazar kadromuzda neden bir felsefeci olmadığını soralım. Meseleyi şunun için açtım: İnsanların aynı konuda yaptıkları müzakerelere bakınca tekrar eden davranışlar bize müzakerecilerin gelecekle ilgili beklentileri hakkında ipuçları verir. Bir X olayından sonra Y olayının geldiğini görmüşsek, daha sonra yine X olayı olunca sanki Allah’ın emriymiş gibi Y olacak diye ahkam keseriz ya, biraz öyle.  Örnek vereyim: Şikago Emtia Borsa’sında EUR/USD paritesiyle ilgili EUR satıp USD alanlar, bunun tersini yapanlardan çoksa, insanların EUR’nun değer kaybedeceği ve USD’nin değer kazanacağı beklentisinde olduklarına dair bir “bilgi” türetiriz.  Bu bilgi bize bundan sonra olabileceklerle ilgili bir kanaat verir, ama sadece garantisi olmayan bir kanaat. 
İktisatçılar, tüketim ve yatırım kararlarını modellerken, biraz mecburiyetten biraz da işin doğası gereği bu kararları verenleri rasyonel varsayarlar. İşte bu müzakerelerde tarafların saiklerini, beklentilerini ve davranışlarını anlamak ve belirsiz geleceğe dair geleceğe dair ipuçları çıkarmamıza yardımcı olmak üzere aracı olarak kullanılan karar verici konsolide – sanal “varlığa” verilen isimdir “piyasa”. Onu rasyonel birey olarak varsayan ve bundan sonraki davranışlarıyla ilgili bilgi türeten bizleriz. Piyasanın kendisi değil! 
Mesele, bu sanal varlığın fetişize edilmesi ve iktisat politikalarını, emek gücüyle geçinen çoğunluğu ihmal ederek, içinde hayatını idame ettirecek olanın ziyadesiyle üstünde gelir elde edenlerin çoğunlukta olduğu bu sanal varlığın tatminine göre dizayn etmekse, Aydın abiyle hemfikirim.