Avrupa Birliği (AB) bir ekonomik entegrasyon projesidir.
Biraz tarih
Adı bir zamanlar Avrupa Ekonomik Topluluğu’ydu. Ekonomik entegrasyon 1968 yılında gümrük birliği ile başladı. “Tek pazar” hedefinin kabulü ile Avrupa Ekonomik Topluluğu 1993 yılında AB’ye dönüştü.
Tek pazarın amacı; malların, hizmetlerin, sermayenin ve insanların serbest dolaştığı bir tek pazar yaratmak.
AB, Lizbon Anlaşması'yla dünyanın en rekabetçi bölgesi olmayı amaçladı. 1999 yılında Avrupa Para Birliği’ni kurdu. 2002 yılında kendi para birimi olan euroyu kullanmaya başladı ve ilginçtir her konuda rakip ABD oldu.
Biraz entegrasyon teorisi
Ekonomik entegrasyon Tercihli Ticaret Anlaşması ile başlar. En az iki ülke, bu anlaşma ile sadece belli mallarda üçüncü ülkelere göre birbirlerine karşı mütekabil tarife avantajı sağlar.
Gümrük tarifeleri, anlaşma sonrasında düşürülebilir de, sıfırlanabilir de. Serbest Ticaret Anlaşması'nda sadece belli mallar için sağlanan tarife avantajı tüm malları kapsar. Böylece anlaşmaya taraf olan ülkeler kendi aralarında dış ticareti gümrük vergisi ödemeksizin yapmaya başlarlar. Ancak diğer ülkelerle yaptıkları dış ticarette kendi tarfilerini uygulamaya devam ederler.
Serbest Ticaret Anlaşması'ndan farklı olarak Gümrük Birliği Anlaşması'nda ortak tarife uygulanır. Anlaşmaya taraf olan ülkeler birbirlerine gümrüksüz mal satarlar ve taraf olmayan ülkelerden yaptıkları ithalatta ise herkes aynı tarifeyi uygular.
Ekonomik ve Parasal Birlik, gümrük birliğinin bir adım daha ilerisidir. Anlaşmaya taraf ülkeler kendi aralarında gümrük vergisi olmaksızın ticaret yapar, anlaşmaya taraf olmayan ülkelerden ithalat yaparken herkes aynı tarifeyi uygular ve tek bir para birimini kullanır. Yani para politikaları da ortak olur. İşte AB’nin de kısmen geldiği entegrasyon noktası burasıdır. Bir sonraki aşama ise tam ekonomik entegrasyondur, ki buna “Politik Birlik” diyenler de vardır.
Gelelim AB krizinin entgrasyon teorisi çerçevesindeki analizine...
AB’nin daha ileri düzeyde ekonomik entegrasyon rüyasına en büyük darbe İngiltere’den geldi. 1999 yılında kurulan Avrupa Para Birliği’ne (APB) İngiltere gibi çok büyük bir ortak girmedi. İngiltere’nin katılmamasıyla APB birlik içinde ayrı bir oluşuma yol açtı. Ayrı toplantılar, ayrı organizasyonlar, ayrı kurallar, ayrı politikalar... Özetle, para politikasında serbest olan ülkeler ve olmayanlar diye iki ayrı blok oluştu.
Son kriz gösterdi ki, sadece para politikasıyla AB rüyasını gerçekleştirmek mümkün değil. Çünkü proje, maalesef önüne geçilmeye çalışılan ABD dünyanın en büyüğü olmadan ilerleyemiyor.
Peki bundan sonra ne olabilir, ne yapılmalı?
Sarkozy’nin Merkel’i ikna etmek için euroyu terk etme tehdidini doğru okumak lazım. Bu nedenle Yunanistan haftasonu bir açıklama yapar ve borçlarını konsolide ederse şaşmam.
Ancak şurası bir gerçek, sorun devam ederse, ki büyük ihtimalle edecek, APB’nin varlığını sürdürebilmesi için sorunlu ülkelerin sistem dışına çıkarılması gerekiyor. Bunun çok büyük bir maliyeti olur elbet. Sonra kalanların maliye politikalarıyla ilgili ulusal egemenlik haklarından vazgeçmesi gerekiyor. Yani AB’nin tıpkı ABD’de (federal bütçe) olduğu gibi vergi koyma, harcamaları kısma yetkisi olması ve böylece bir “eyalet”te bir sorun çıktığında bunu hafifleştirici politika araçlarına sahip olması gerekiyor. Ayrıca kurallara uymayanlara yaptırım uygulanabilmesi gerekiyor.
Maastrciht kriterlerini yıllardır Fransa ihlal ediyor, ama yaptırım sıfır! Bu mekanizmalar sağlıklı bir şekilde kurulmadan parasal birliğin çalışması mümkün değil. Yani ülkeler istedikleri gibi harcar ve vergi koyar-kaldırırsa parasal birlik çalışmıyor.
Bir gerçek: Entegrasyon tecrübesinde iki adım sonrasını düşünmek için bugün bir adım atmak mümkün değil. Ya yola devam, ya hüsran...
Şimdi bir soru: Sizce sorunlu ülkelerin APB dışına çıkarılması ve kalan ülkelerin maliye politikalarıyla ilgili ulusal egemenlik haklarını AB’ye devretmeleri konjonktür olarak mümkün mü?