Vedat Özdan

25 Ocak 2010

2010 yılında yatırımcıları bekleyen küresel riskler

Zor bir dönemden geçiyoruz. Uyum maliyetinin büyüklüğü, nasıl telafi edileceği ve oyunun yeni kuralları henüz netleşmedi...

Zor bir dönemden geçiyoruz. Uyum maliyetinin büyüklüğü, nasıl telafi edileceği ve oyunun yeni kuralları henüz netleşmedi. Borçlu şirketler, daha geniş bir ifadeyle açık pozisyon taşıyan herkesin uyanık olması ve potansiyel risklerini hedge etmesi gereken bir yıldayız.  Peki nedir riskler?
Küresel finansal mimarinin nasıl değişeceğine dair ilk girişim Obama'nın bankalara ilişkin planıyla geldi. Konuyu dünkü yazımızda (24 Ocak 2010) ayrıntısıyla ele almıştık.
2010 yılında çokca seçim var: Popülizm diriliyor
Kongre'de Temsilciler Meclisi'nin 435 sandalyesi ve Senato'nun 100 sandalyesi için Kasım ayında ABD’de seçim yapılacak. Seçim öncesi yapılacak propogandalar ve alınacak önlemler çok önemli.
Malum, Demokratlar geçen hafta Massachusetts'te yapılan seçim sonucunda Senatoda 60 koltuk kaybettiler. Bunun bir nedeni, Obama'nın krize karşı aldığı önlemlerin yetersiz kaldığı eleştirisiydi.
Afganistan, İran, Çin, sağlık reformu, Obama’nın bankacılarla kavgası, yeni vergi düzenlemeleri, işsizliği azaltmak için alınacak ek önlemler, Fed’in ne yapacağı vesaire... yakından izlenmesi gereken hususlar.
Bu yıl; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Japonya, İngiltere, Brezilya, Avusturalya, Macaristan, Moldovya, Ukrayna, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Letonya’da da seçim var. Brezilya hariç bu ülkelerin hepsinde ciddi mali sorunlar bulunuyor.
Krizden ziyadesiyle etkilenen İngiltere’de muhtemelen Gordon Brown bir daha seçilemeyecek.  Ama asıl korkulan parlamentoda hiçbir partinin çoğunluk sağlayamaması. Parlamentosunda çoğunluğu olmayan bir ülkenin parasının ne hale geleceğini kendi ülke tecrübemizden biliyoruz, değil mi?
Peki bizde erken seçim? Neden olmasın? En azından 2011 sonrası için her 1.5 yılda bir seçim yapacağımızı “TÜSİAD Siyasi Reformlar Bölümü” sorumlusu Serkan Ersöz'ün çalışmasından biliyoruz. Olası bir erken seçim, IMF balonunun patlaması veya Macaristan’da olduğu gibi IMF anlaşması sonrasında işlerin daha kötüye gitmesi, Ergenekon, Doğan grubuna kesilen ceza, demokratik açılımın fiyaskoyla sonuçlanması ve  her zaman olduğu gibi PKK’nın ilkbaharda tekrar saldırıya geçmesi, oy oranının yüzde 30’un altına inmesi halinde Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığının tehlikeye girmesi nedeniyle hükümetin mali kural, açık, şu, bu dinlemeden kesenin ağzını iyice açması...
Baksanıza Çetin Altan ne yazmış: “Türkiye, 20-25 yıl süreceğe benzeyen çalkantılı bir döneme kaymakta...”
Gençler hatırlamayabilir. Demirel’in “enkaz devraldık” tabiri vardı.
Özetle, iktidarlar kötü dönemde seçime gitmek zorunda ve muhalafetin eli sağlam. İşsizliği azaltıcı, büyümeyi artırıcı popülist politikalar için zemin çok kuvvetli. Piyasaların itibar ettiği istikrar ve yapısal uyum politikaları için konjonktür hiç uygun değil.
Ülke notları düşebilir
Kriz sayesinde yeryüzünde kamu borcu artmayan ülke neredeyse yok. O nedenle derecelendirme kuruluşlarının gözü kulağı kamu borç stoğu artmış olan ülkelerde. Biliyoruz ki seçim öncesinde harcamalar artar, sonrasında ise azalır.
“Avrupa Para Birliği” ve “Avrupa İstikrar ve Büyüme Paktı” ile ilgili daha önce yazmıştık. O nedenle tekrar etmeyelim.  Euro ile ilgili de her an kötü haberler gelebilir.
Birleşik Arap Emirlikleri (Dubai), Yunanistan, Portekiz, İtalya, İspanya, İngiltere, İrlanda, Japonya, Ukrayna, Macaristan, Estonya, İzlanda, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Letonya... Bu ülkelerle ilgili de her an yeni kötü haberler gelebilir.
Nasıl mı ?
Yunanistan’ın Avrupa Para Birliği üyeliği askıya alınabilir, Ukrayna borçlarını ödeyemez, Potekiz’in, İngiltere’nin ve İrlanda’nın ülke notları düşebilir, Macaristan’da Nisan veya Mayıs ayında yapılacak seçimlerde sosyalistler kaybeder ve aşırı sağ parti Jobbik iktidara gelebilir, Jobbik lideri Fidesz “IMF ile var olan anlaşmayı tekrar müzakere edeceğim, 2010 bütçesini yenileyeceğim” diyebilir (Mevcut hükümet bütçe açığı oranını yüzde 3.8 ile sınırladı, ama Fidesz, ben yüzde 7 -,7.5 yapacağım, diyor?), sırf bu nedenle Macaristan’ın IMF ile olan ilişkileri bozulabilir ve ani bir yabancı çıkışı yaşanabilir...
Letonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Polonya’da hep çok partili koalisyon hükümetleri bakleniyor. Zor dönemlerde koalisyonların nasıl çabuk “çatırdadığını” da kendi tecrübemizden biliyoruz.
Maalesef bir ülkede olup biten, o ülkenin sınırları içinde kalmıyor. Etrafa da taşıyor. O nedenle dikkat diyoruz. Biz dikkat demeden bunları düşünenler uzun vadeli ABD kâğıtlarını almaya başladı bile...

Milliyetçilik, yabancı düşmanlığı  ve sosyal kargaşa artabilir

“Avrupa’da yükselen işsizlik ve Türkler” başlıklı yazımızda Selendi olaylarının benzerini, Avrupa’da, özellikle de Türk vatandaşlarımızın yoğun olduğu ülkelerde beklediğimizi yazmıştık. 2009 yılında birçok ülkede sosyal kargaşa yaşandı. Çin, Romanya, Letonya, Macaristan, hatta dünyanın en huzurlu ülkesi İzlanda’da bile.
Sosyal kargaşa potansiyeli bakımından Uzak Doğu çok daha büyük riskler taşıyor. Temel problem işsizlik ve yoksulluk.
Gazeteler kriz nedeniyle yabancılara yönelik saldırıların arttığını yazıyor. “Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’na” göreyse bunun nedeni kriz değil.  Ancak şurası bir gerçek ki kriz sonrası yaşanan iş kayıpları, reel (hatta nominal) ücret düşüşleri nedeniyle insanların “yabancılara” tahammülü azaldı.
İnsanlar tanımlayamadıkları, ama içlerinde yoğunlukla yaşadıkları ilginç bir endişe yumağı ile boğuşuyor. Medya da korku politkaları ile bu durumu artıran haberler yapıyor.
Maalesef hızlı değişimin yarattığı korku, insanı kendine benzeyenlerle daha sıkı işbirliğine itiyor.
Sosyal uyum bozuluyor, kutuplaşmalar artıyor. Bu nedenle hızlı değişim ve küreselleşmenin karşıt söylemi daha fazla milliyetçilik ve muhafazakârlık olabilir. Bu gelişme İslam düşmanlığını da artırabilir.
Petrol fiyatları düşerse Rusya karışabilir
Rusya 2009 yılında yüzde 8.5 daralacak. Vladimir Putin çok popüler bir lider. 2010 yılında halkına büyüme sözü verdi.
Rusya, dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz üreticisi. Enerji ihracatı Rus ekonomisinin temel sürükleyicisi. O nedenle petrol fiyatlarının akıbeti Rusya’yı ve bu nedenle de herkesi yakından ilgilendiriyor. Petrol fiyatlarının düşmesi halinde Rus bono ve tahvillerine olan talep çok düşer. 
Moskova borsası (MICEX endeksi) tepetaklak olur. O nedenle 2010 yılında Putin’in gözü hep doların değerinde olacak.
Korumacılık artabilir
Artık “Dünya Ticaret Örgütü” de dünyada korumacılığın artmaya başladığını kabul ediyor. Bu durum daha çok, yaşanan küresel krizden ve özellikle Çin ve ABD arasındaki dış ticaret dengesizliğinden kaynaklanıyor. Son dönemde artan milliyetçilik söylemleri ve anti – küreselleşme akımları da korumacılığı teşvik edebilir.
G-2 kapışması gerginliğe dönüşebilir

Dünya ekonomisinin ikinci büyük ülkesi büyük ihtimalle artık Japonya olmayacak. Japonya’nın yerini 2010 yılında Çin alacak. Şayet ABD’de Obama hükümeti Temsilciler Meclisi ve Senato seçimlerinden kayıpla çıkarsa ABD ve Çin, yani G-2 arasındaki gerilim artabilir.
Daha önce “2010’da Yuan değer kazanacak mı?” ve “2010 yılında yatırımcılar neye bakacak?” başlıklarıyla yazdığımız yazılarda “Yuan'ın değer kazanması yönünde kuvvetli bir dünya kamuoyu baskısı olibilir” demiştik.
Yuan'ın aşırı değersiz olması bir tür korumacılık olarak değerlendiriliyor ve karşı tedbirleri davet ediyor. Şayet Yuan değer kazanmazsa ABD gümrük tarifelerini artırabilir, Çin mallarına anti-damping uygulayabilir.
Karşılıklı önlemlerle Çin ekonomisinin krize sürüklenmesi, dünya ekonomisi için hiç de iyi olmaz.
Çin’in krize girmesi çok daha büyük tehlikelere kapı açar.
Beklenmedik krizler çıkabilir
İran’ın nükleer programı özellikle enerji piyasaları için potansiyel bir risk unsuru. Kuzey Kore aynı şekilde.
Milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve özellikle de İslam karşıtlığı yükselince “El – Kaide” eylemleri artabilir. El – Kaide, her ikisi de nükleer silahlara sahip olan Hindistan ve Pakistan arasındaki sorunların savaşa dönüşmesi için daha saldırgan olabilir.
1997 krizinin patlak verdiği Tayland’ın 82 yaşındaki kralı ve Nijerye Cumhurbaşkanı ölebilir, ki ikisi de halen hastanelik.  Kuzey Kore Devlet Başkanı'nın da bir ayağı çukurda.
Biraz uzun ve kötümser bir yazı oldu.
Toparlıyorum.
Kastamonu yöresinde yaşayanların gerçek olmadığını anlatmak için çok “kılıç salladıkları” o meşhur hayali tabelada yazdığı gibi, 2010 yılında özetle...
“Daş düşebülü... Ayı çıkabülü... Her şey olabülü...”