Umut Özkırımlı

31 Ağustos 2013

Vicdanın mahallesi yok!

İsmini duymuştum ama onu tanımıyordum. İster “mahalleler arası” kopukluk deyin, ister cehalet, beş-altı ay öncesine kadar yazılarını okumuşluğum dahi yoktu. Twitter’da birkaç mesajına denk geldikten sonra önce (twitter’da) kendisini, sonra Hürbakış’taki yazılarını takip etmeye başladım.

İsmini duymuştum ama onu tanımıyordum. İster “mahalleler arası” kopukluk deyin, ister cehalet, beş-altı ay öncesine kadar yazılarını okumuşluğum dahi yoktu. Twitter’da birkaç mesajına denk geldikten sonra önce (twitter’da) kendisini, sonra Hürbakış’taki yazılarını takip etmeye başladım. Özellikle de Türk/Kürt sorunu ve barış süreci ile ilgili ezber bozan yazılarını.

Onunla ikinci karşılaşmam Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden yakın dostum Ferdan Ergut’la önayak olduğumuz “Adalet ve Saygıya Çağrı” kampanyası vesilesiyle oldu (daha sonra Bilgi Üniversitesi’nde çalıştığım yıllardan tanıdığım meslektaşımız Murat Paker de bize katılacaktı). Amacımız klasik aydın bildirilerinden faklı bir işe imza atmak, siyasetle sivil toplumu bir araya getiren (sonuçta ben partili değildim; olmaya da niyetim yoktu), sözünü ettiğim mahalleler arası kopukluğu aşacak, toplumun vicdan sahibi tüm kesimlerine diyalog çağrısı yapan bir metin kaleme almaktı. Çağrımıza “öteki mahalleden” destek gelmesi çok önemliydi; bu nedenle mütedeyyin kesimlerin kaygılarını da gözetmeye çalışan, deyim yerindeyse minimalist bir bildiri kaleme aldık. Ortaya çıkan metin, tahmin ettiğimiz gibi, kendi mahallemizde fazla uzlaşmacı ve AKP yanlısı bulundu. Umursamadık ve öteki mahallenin kapısını çaldık (bu noktada bir diğer meslektaşımız Nil Mutluer’in katkısını da ayrıca anmak isterim). Mütedeyyin kesimin önde gelen bazı isimleri çağrılarımızı tamamen karşılıksız bırakırken, bazıları da içerikle fazla sorunları olmasa da mahalle baskısına uğrayacakları gerekçesiyle bildiriyi imzalamayı reddettiler. Bize cevap verme nezaketini bile göstermeyen birinci grupla diyalog zaten olmazdı, üzülmedik. İkinci grubun tercihine ise kendilerini zorda bırakmak istemediğimiz için saygı duyduk. Bizi asıl şaşırtan, bildiriyi “LGBT’lerin eşitlik ve onur taleplerine kulak verilmesi” talebi nedeniyle imzalamayı reddeden, kamuoyunun yakında tanıdığı isimlerden oluşan üçüncü grup oldu. Demokrasi mücadelesinin beklediğimizden çok daha zorlu geçeceğini anladık, dertlendik.

Yine de umudumuzu yitirmedik, çünkü baskılardan çekinmeyen, LGBT’lerin, Kürtlerin, Alevilerin, gayrımüslimlerin haklarını başörtülülerin haklarından ayırmayan, yani kendine demokrat olmayan vicdan sahibi öteki mahalleliler de vardı (bildiriyi imzalayanların tam listesi http://www.change.org/adaletvesaygi adresinden görülebilir). O da imzalayanlar arasındaydı.

Bu arada boş durmamış, oğlu ile birlikte Müslüman bir kadın gözüyle barışı yazmak için Kandil’e gitmişti. Yedi yazılık bu diziyi de okuduktan sonra bugün (29 Ağustos) yayınlanan ve sosyal medyada epey tartışılan “Sayın Başbakan! Esma da bir muhalif idi” başlıklı açık mektubuna hiç şaşırmadım. Gelin bu mektubun bazı bölümlerini birlikte okuyalım (vurgular yazara ait):

Size ne zamandır yazmak istiyordum sayın Başbakan.

O kadar çok konu vardı ki, size yazmalı, sizinle paylaşmalıydım. Önceleri evet paylaşma adına istiyordum size yazmayı. Siz bizden biri idiniz. Hatta ailemizin bir parçası, sevgilerimizin birleştiği insandınız.

İstanbul İl başkanı olduğunuz ve sonra Büyükşehir Belediye başkanı oluşunuzu bir bayramcasına kutladığımız günleri hiç unutmadık.

...

28 Şubat bin yıl sürecek denilirken, bir gün içimizden biri, zulümleri bilen ve yaşayan ve zalimlerin hakkından gelecek, mazlumların sesi olacak dediğimiz biri, siz iktidar oldunuz.

Halkımızla barış ve adalet içinde güzel günler görecektik. Bizlerin yaşadığı gibi, başkaları da, bizim gibi düşünmeyen ve inanamayanlar da zulüm görmeyecekti artık. Kimse kimseyi ötekileştirmeyecek, aşağılamayacak, hakları ve onurları çiğnenmeyecekti. O balkon konuşmanız yok muydu? Gözyaşları içinde dinlediğimiz. 

Hani hep örnek verdiğiniz Hz. Ömer’in sözü var ya. ‘Dicle kenarında bir kurt kapsa koyunu, adli ilahi Ömer'den sorar onu’ bunu her söylediğinizde ben onun devamında yine Ömer’in Halife olduğunda ‘Ben sizin hayırlınız olmadığım hâlde başınıza geçtim. Eğer benim doğru yaptığımı görürseniz destek olunuz, yanlış yaptığımı görürseniz düzeltiniz’ sözünü duymuş gibi olurdum ya da duymak isterdim herhalde.

Şu an iktidarınızın ustalık devresindesiniz. Yıllar geçti. Köprünün altından çok sular aktı.

O Dicle’nin kenarında, ne koyunlar ve ne körpecik can’lar gitti.

Hani bir Uğur Kaymaz vardı. 12 yaşında körpecik bir çocuk.

Bir de Ceylan vardı. 14 yaşında masum mu masum bir Dicle güzeli. Sabah koyunlarına bakmaya giderken, öğle yemeğinde annesine sevdiği makarnadan yapmasını söylemişti.

Sonra ne mi oldu?

Bir düşman ve komşu ülkeden değil, halkını düşmanlardan korumakla görevli olan askerlerimiz tarafından, sanki bir arenada aç aslanlara parçalatılan mazlumları seyredilişi gibi, karakoldan atılan bir roket ile Ceylan’a nokta atışı yapılmıştı.

Aynen Mısır’lı Esma gibi...

...

Bir gariplik vardı.

Birlikte darbelerin zulmüne uğradığımız insanlarımız, Filistin’li gençlerin, çocukların vuruluşuna yıllarca beraber ağladığımız, eylemler yaptığımız kardeşlerimiz Ceylan’a hiç ağlamıyorlar, hatta hiç görmüyorlardı.

Dicle’de kaybolan koyunların hesabından korkarken, masum Ceylan’lara kıyılıyor fakat yaşanan zulümler görülmüyor, hatta halklar bilmesin, görmesin ve uyanmasın diye olaylar çarpıtılıyordu.

Tek bir Ceylan değildi elbette vurulan ve bedenleri parçalanan.

Sivil masum ve mazlum yüzlerce insanımız katledildi üç iktidar sürecinde.

Roboski’li çocuklar.

Ürek, Uysal, Tosun, Alma ve Encü isimlerini hatırlarsınız Sayın Başbakan!

...

Bizim Esma’larımız…

34 masum gencimize yüreklerimiz dağlanmışken, Dicle bir kez daha kan akıyorken, sizin bir kelimenizle, bir sözünüzle yürek yangınlarımızı yatıştırabilecekken ‘ben onbaşıma laf söyletmem’ dediğinizde, keşke Mısır’lı Esma’yı vuran askerlere meydan okurken, Esma’ya yazılan mektubu dinlerken, kızlarınızı hatırlayıp ağladığınız gibi Roboski’li gençler için de empati yapabilseydiniz. Onların bombalanan bedenlerini gördüğünüzde kızlarınız ve oğullarınız üzerinden yapacağınız ufacık bir empati ile bile kendi vatandaşınız olan bu mazlumlara da ağlayabilseydiniz böylesine acı üretmezdi bu topraklar.

Dicle kenarında ki koyunlardan önce bu canların hesaplarının sorulacağını siz de çok iyi biliyorsunuz sayın Başbakan.

Bu mazlumlar için ağlamıyor, gürlemiyor olsanız da, lütfen tıkanan ve güven kaybeden adaletin gerçekleşmesinin önünde ki engelleri kaldırın hiç olmazsa. 

Bu gençler de bizim topraklarımızın Esma’sı. Bunu demek hiç de hoşuma gitmiyor aslında. Acıları, isimleri yarıştıran yarıştırana zaten.

Ama aynı Esma gibi hepsi öylesine genç, sivil ve masum ki.

Hangi birini yazayım sayın Başbakan!

Sayın Başbakan!

Gençlerin beyinlerini zulümler yıkıyor.

Sizin de oğullarınız ve kızlarınız var. Onlar da hepimizin kızları ve oğulları.

Ceylan gibi, Uğur’lar gibi, Sevag, Roboski’li ve Pozantı çocukları gibi.

Aynı Mısır’lı Esma ve Habibe gibi…

Bir de hani size oy vermeyenlerin de, Başbakanı olduğunuz vatandaşların çocukları olan Ethem Sarısülük ve Ali İsmail ve diğerleri de var. Kendi devletlerinin polisleri tarafından alenen ve vahşice katledilen gençlerimiz.

Bizim topraklarımızın Esma’ları olan muhalif çocuklarımız.

‘Onlar muhalifti ve ölmeyi hak ettiler’ diye düşündüğünüze inanmam zaten ama sayın Başbakan ağladığınız Esma da bir muhalif idi.

Ama ona ağladınız…

Ekleyecek bir şey yok. 28 Şubat döneminde başörtüsüne özgürlük istediği için üç kızıyla birlikte idam talebiyle yargılanan Hüda Kaya söylenecek her şeyi söylemiş zaten. Geçmişi, uğruna hapis yatmayı göze aldığı inancı onu kendi mahallesinin eleştiri oklarından korumaya yetecek mi, bilmiyorum. Açıkçası bu konuda pek iyimser değilim (bazı internet sitelerinde hakkında yazılanlar da bu görüşümü destekliyor). Ama askeri vesayetin bir kabus gibi ülkenin üzerine çöktüğü 1990’larda ölümün soluğunu ensesinde hissetmiş birinin “mahalle baskısından” yılacağını hiç sanmıyorum. Ve yalnız olmadığını, hem benim mahallemde, hem kendi mahallesinde onun gibi düşünenler olduğunu çok iyi biliyorum.

Ne de olsa vicdanın mahallesi yok!