Ümit Otan

18 Ekim 2016

Hasat zamanı...

Doğa bildiğini okuyor. Kim ne demiş, neden demiş, acaba ne yapsam, ne etsem yok burada

İda, en hareketli en "cıvıl cıvıl" zamanını yaşıyor…

Yükseklerde bir yerden bizi gözleyen "Zeus baba" bu kalabalık, şen şakrak günlerden hoşnut mudur bilemem, ama benim keyfime diyecek yok. 

Traktör, kamyonet kasaları kadın, erkek, çocuk, tıklım tıklım. Akçay'dan Küçükkuyu'ya kadar yollar onlara emanet. Sabahın erken saatlerinde İda'nın kalbine doğru başlayan yolculuk gün boyu zeytin telaşına dönüşüyor.

Narlı, Bahçedere kekik kokuyor. Sabah insan taşıyan traktörler, gün batımına dek zeytin kasalarıyla dolu gidip boş dönüyor.

İda'da zeytin zamanı, hasat zamanı…

Narlı'da çayımı yudumlarken, doğanın hasat zamanı var da biz insanoğlunun neden olmasın diye düşündüm.

Önce salakça geldi.

Sonra salaklığımı sürdürmeye karar verdim.

Sahi insanoğlunun hasadı ne zaman ve nasıl olabilirdi.

Yok, yok ömrün son deminde değil, zeytin gibi olsun, en azından iki yılda bir.

Bilmeyeniniz yoktur, zeytin bir yıl az ürün verir "yok yılı"dır; ikinci yıl dallar dolar taşar, "var yılı"dır. Yani zeytinin asıl hasadı iki yılda birdir. 

Biz de iki yılda bir hasadımızı yapsak diyorum.

 Gülüyorsunuz, gördüm…

Ama sürdürmeye kararlıyım.

Her iki yılın sonunda hasadımıza baksak. Ne kadarı gerçek, sahici; ne kadarı ıvır zıvır, yalan dolan. 

Yalanlarımızı, dolanlarımızı, bile bile yapıp hata dediklerimizi, kıvırmalarımızı, komplekslerimizi, ön yargılarımızı, kötülüklerimizi bir yana ayırsak, geriye kalanlarla "var yılı" olmayı, sahici, gerçek olabilmeyi başarabilmiş miyiz diye kendimizi tartsak…

Anais Nin hasadın değil  "geçmişi tasfiye etmenin" sancılarını çekiyor Ateş Merdivenleri'nde:

"İnsan geçmişi nasıl tasfiye eder? Suçluluk, pişmanlıklar bir manto gibi birine verilemez ki..."

Suçluluklarımızı, pişmanlıklarımızı hep birilerinin üzerine manto gibi geçirme alışkanlığımız, kendimiz dışında hep başka birilerini işaret etme rahatlığımız bizi "ağır bir yükten" kurtarıyor.

Gerçekten kurtarıyor mu acaba?

Hasadın yararı işte burada…

Hiç hasat zamanı yaşamamış bir ömür, nasıl bir ömür olabilir…

Zeytin ağacısınız ve hiç hasat yaşamıyorsunuz, hiç ürün vermiyorsunuz, hiçbir işe yaramıyorsunuz, ama adınız zeytin ağacı.

Bütün zırvalarınızı, hinliklerinizi, yalanlarınızı başkalarının üzerine "boca" ediyorsunuz, ama adınız insan. 

Hayatınız boyunca hiç gerçek olmamışsınız, hiç sahici davranmamışsınız, yalan bir dünyanın içinde kavrulup durmuşsunuz. Hasat sizin neyinize. Doğdu, ihtiyarladı, öldü. Hepsi bu…

İda'nın oksijeninden midir bilmiyorum, mayıştırıyor, rahatlatıyor. "İpe sapa gelmez" düşüncelere dalmaya bayılıyor insan burada. 

Şimdi olduğu gibi.

İnanın "laf olsun torba dolsun" diye "dökülmüyorum" size. Farz edin bir şizofrenin iç konuşmaları. Kendimle cebelleşirken sizleri de ortak ediyorum. Hepsi bu.

Mayıştım ya, vakit de çok. Bir yandan zeytincileri gözlüyorum bir yandan da ahkam kesiyorum işte.

İda'nın büyüsü nerede biliyor musunuz? 

Burada her şey gerçek, her şey sahici. 

Doğa bildiğini okuyor. Kim ne demiş, neden demiş, acaba ne yapsam, ne etsem yok burada.

"İnsanın hakikati sana gösterdiğinde değil, gösteremediğindedir. Bundan ötürü onu tanımak istersen dediklerine değil, demediklerine kulak ver." diyor ya Cibran, burası için geçerli değil.

Buralarda ağızdan ne çıkarsa o. 

Gözler nasıl bakıyorsa o.

Arkası yok, acabası yok. Neyse o.

Rahatlığa bakar mısınız. Onca soru, arkasına bakmak, sağını solunu "tırtıklamak" derdiyle uğraşmıyorsunuz. Yorulmuyorsunuz. Ne rahat değil mi? 

Gözlerinizi kapatıp şöyle bir düşünün. Etrafınızdaki tüm yaşam bir anda sahici olmuş. Yamuğu yumuğu yok. Yalanı, dolanı, riyası, tilkiliği velhasıl hayatımızı çalan tüm ıvır zıvırları yok.

Aslında hayat böyle bir şey olmalı…

Bunları biliyoruz da neden "kof" hayatların içinde debelenip duruyoruz?

Mantolarımızı, paltolarımızı başkalarının sırtına geçirmek kolayımıza geliyor da ondan.

Zeytinciler akşam dönüşüne hazırlanıyor. 

Bu arada ben de hasadımı yaptım. 

Siz de yapın...