Tolga Şirin

18 Nisan 2023

Yargıdaki yozlaşmayı kısa vadede nasıl düzeltebiliriz?

Cumhuriyet tarihinin en kötü yargı mekanizmasıyla karşı karşıyayız. Bu sorunumuzu zaman kaybetmeden çözmemiz gerekiyor. Peki ama nasıl?

Türkiye'de yargı erki tarihinin en büyük yozlaşmasını yaşadı ve yaşıyor. 2010 yılında hiddetlenen yargının siyasallaşması sorunu bugüne kadar dinmedi. Aksine bu ateş, her geçen gün daha da harlandı. "Yargının demokratik meşruluğunu arttırma" adı altında dini tarikatlar yargı organlarına örgütlü biçimde sızdılar. Sonrasında da biçimsel koşullara dahi uyulmadan bir gecede binlerce yargıç veya savcı meslekten çıkarıldı. Öte yandan, mesleğe kabul edilecek kişilerin isimlerinin siyasi parti bürolarında hazırlandığı veya mülakatlarda siyasi referans arandığı gibi utanç verici iddiaları sağır sultan bile duydu. Buna karşılık, yetkililer bu iddiaları ikna edici biçimde ve tastamam yalanlayamadı. Yargı kararlarına uyulmaması biçimindeki tuhaflık, vaka-i adiyeden oldu. Yargı organlarının skandal kararlarına artık şaşırmaz olduk. Sonuç itibarıyla ortalama bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, yargı organlarına dönük zaten pek de güçlü olmayan güvenini iyice kaybetti. Bugün sokakta çevireceğiniz bir yurttaş, büyük olasılıkla yargının tamamen bağımsız ve tarafsız olmadığından emindir.

Uzun lafın kısası, biçimsel de olsa adaletle ilgili derin bir sorunumuz var. Cumhuriyet tarihinin en kötü yargı mekanizmasıyla karşı karşıyayız. Bu sorunumuzu zaman kaybetmeden çözmemiz gerekiyor.

Peki ama nasıl?

Çizgi: Tan Oral

Komşularımızdan öğrenelim

Yargı organlarına dönük bu türden gerileme, Türkiye'ye özgü bir sorun değil. Dünyada da pek çok ülke açısından yargı bağımsızlığının fetret devri yaşanıyor.

Takip edenler bilir. Özellikle Latin Amerika'da ve Doğu Avrupa'da son yıllardaki siyasi çekişme, bir yönüyle de yargı organlarını ele geçirme kavgasına dönüşmüş bulunuyor. Bize yakın ülkelerden Arnavutluk, Macaristan, Polonya ve Ukrayna'da adeta "yargısal savaşlar" yaşanıyor.

Bana kalırsa bu örneklere odaklanmak, benzer sorunlarla pek alakası kalmamış olan Batı Avrupa örneklerine nazaran çok daha işlevsel olur. Batı Avrupa örnekleri kimileri için "ideal" sayılabilir ama o tuzu kuruluktan bizim çıkaracağımız çok az ders var. Bence benzer sorunları yaşayan ve bunlara çözüm getirmeye çalışanların deneyimleri çok daha kıymetli. Bu ülkelerin sorunlarını hâlihazırda aşamamış olmaları nispeten tali…

Bu bağlamda ben özellikle Arnavutluk'taki deneyimi önemsiyorum.

Bu ülkede 2014 yılında yargıdaki yozlaşmayı çözmek için çok önemli bir adım atılmıştı. İlkin Meclis'te yargısal sorunları araştırmak üzere geçici bir komisyon oluşturuldu. Komisyon, kamuoyunda anketler yaptı, yargı organlarıyla ilgili aktörlere dönük araştırmalar gerçekleştirdi ve nihayet bir değerlendirme raporu yayımladı. Raporla, yargıda yolsuzluğun ve dışsal müdahalelerin yaygın olduğu, şeffaflık sorunun bulunduğu, yargılamaların uzun sürdüğü ve yargı kararlarının uygulanmadığı yönündeki kamuoyu algısı resmî olarak tescillendi. Ayrıca, yargıç olabilmek veya tayinini yaptırabilmek için rutinleşen usulsüzlüklerden ve kolluk görevlilerinin de siyasi angajmana göre veya rüşvetle hareket ettiğinden halkın arasında pek çok kişinin haberdar olduğu ilan edildi.

Yani bu araştırmadan, bugünün Türkiye'sinde uygulama bulsa benzer sonuçlar çıkacak türden bir rapor üretildi. Sonrasında Komisyon, bu rapordan hareketle bir de bir reform stratejisi yayımladı. Stratejiyi hayata geçirmek için de bir Anayasa hükmü (md. 179-b) kabul edildi. Anayasa hükmü özetle, yargı bağımsızlığını ve kurumlara olan güvenin yeniden tesis edilmesi için en üstten en alta kadar tüm yargıç ve savcıların yeniden inceleneceği bir sistem kurulmasını öngördü. Bu sistemin gereklerini yaşama geçirmek üzere bir de komisyon kuruldu. Bu komisyonun üye kompozisyonu için liyakata, bağımsızlığa tarafsızlığa dair çok titiz ölçütler getirildi. Nihayet Komisyon'a yargıç ve savcıları meslekten çıkarma yetkisi tanındı. Fakat bunun keyfî olmaması için de ölçütler getirildi. Şu beş durumda biri varsa meslekten ihracın mümkün olduğu öngörüldü.

Buna göre; incelenen kişinin;

meslekten çıkarılması mümkün sayıldı. Olur da bu inceleme sırasında kişiler istifa ederse 15 yıl boyunca mesleğe alınamayacağı öngörüldü. Tüm bu süreçlerde atılacak adımlar Venedik Komisyonu ile de istişare yoluyla hayata geçirildi.

Bu strateji pratikte de yaşam buldu. Pek çok yargı mensubunun ihraç edilmesi söz konusu oldu.

Türkiye özelinde, özellikle yargıçlık mesleğiyle uyumsuz örgüt hiyerarşisi (örn. cemaatler) altında sayılabilecek olanlar ve mesleğe kabul veya terfilerde siyasi etki tespit edilenler açısından bu ölçütler gerçekten ilham vericidir.

Bu Türden Bir Strateji Yargı Bağımsızlığını İhlal Etmez Mi?

Bu türden bir strateji, doğal olarak eleştiriliyor. Hatta stratejinin failleri, karşısında oldukları şeyin benzerini yaptıkları, yani yargı bağımsızlığını zedeledikleri suçlamalarıyla karşılaşıyorlar.

Türkiye'de de böylesi bir girişimin benzer itirazlarla karşılaşacağını kestirmek güç değil. Fakat bu bağlamda yargıya yargı bağımsızlığını sağlamak için müdahale edildiğini ve bunun keyfî olmayan ölçütlerle gerçekleştiğini akılda tutmak gerekiyor.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de benzer bir yaklaşım sergiledi. Arnavutluk'taki bu strateji sırasında meslekten çıkarılan bir Anayasa Mahkemesi üyesi konuyu Strazburg'a taşıdı ama Mahkeme, az önce dediğim mantıktan hareketle bir ihlalin bulunmadığı sonucuna vardı.

Stratejinin uygulanması sırasında dokuz AYM üyesinden beşi görevden alınmış, üçü de istifa etmişti. Başvurucu olan yargıç, ihraç edilenlerden biriydi. Strazburg Mahkemesi bu olayda yargı bağımsızlığını yeniden tesis etme, yolsuzlukla mücadele ve halkın adalet sistemine olan güvenini arttırma biçimindeki meşru amaçların kamu yararına saydı; ayrıca ciddi etik ihlaller karşısında meslekten ihracın ölçülü olduğunu söyledi. Yani yargı sistemini temizleme amacı, dar bir biçimciliğe sıkıştırılmış yargı bağımsızlığına üstün geldi.

Bu tedbirler bir bakıma, kanser hücresini yenmek için uygulanan kemoterapi gibi görüldü.

Sonuç olarak Türkiye'ye de böyle bir kemoterapi tedavisinin acilen gerekli olduğunu düşünüyorum.

Zira "Cehennemin kapılarını kapatma" iddiasındakiler, cehennem kapısında bekleyen cübbeli zebanileri hesaba katmalı... Aksi hâlde, kapatmak istedikleri cehennemin dibine yollanabilirler.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.