Hayatımızda yeri olan en önemli zıtlık kavramlarındandır; iyi ve kötü…
Aynı zamanda birbirlerini bütünlerler.
Her ikisinin de içi, bireye veya topluma göre değişkenlik gösterir. Kimi zaman yazılı kurallara, kimi zaman ise, genel kabul görmüş yazılı olmayan kurallara, toplumun ya da bireyin kabul ettiği parametrelere, yere, zamana, davranışlara göre farklı değerlendirmelerle ölçülür, iyi ve kötünün değeri.
Ya da iyilik-kötülük kavramları.
Sosyolojide beklenen her zaman iyileri kazanması, kötülerin kaybetmesidir. İyinin veya iyilerin rol modeli olması, kötünün ya da kötülerin yaşam içinde olmamasıdır.
Buna karşın, bazen kötüye ya da kötülere de ihtiyaç duyulmuyor değil! Kötünün sayesinde, iyinin ve iyiliğin varlığı hissedilir.
Hayatın her aşamasında, her şart altında genel kabul görenler, takdir edilenler, iyi ve iyilerdir.
* * *
İyi ve kötü konusundaki bu basit anlatımı yapmamın sebebi, son birkaç günde arka arkaya yaşanan ve içinde bazı polislerin olduğu olaylar zinciri oldu.
İlk olay, Hatay'da baro başkanı Avukat Ekrem Dönmez'in, genel asayiş uygulaması yapıldığını belirten polislerin kimlik sorması sonrasında gözaltına alınması. Gözaltıyla başlayan süreç, adalet sisteminin üç temel taşından birisi olan avukatlar ile Emniyet teşkilatı arasında hukuk uygulaması tartışması başlattı.
Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) yapılan işlemin haklılığını savunurken, olayın tarafı Baro Başkanı Dönmez başta olmak üzere pek çok avukat, uygulamanın yasadışı olduğu gerekçesiyle EGM'ye tepki gösterdi.
Bu noktada, hukukçu akademisyen Ali D. Ulusoy'un önceki gün T24'te yayımlanan "Ben devletim diyen polis haklı mı?" başlıklı makalesini okumalarını Emniyet'in hukukçularına ve yöneticilerine öneririm. Zira akademisyen Ulusoy, söz konusu uygulamaya esas olan mevzuatın hazırlanmasında yer alan bir isim. Süreci ve mevzuatın ne anlama geldiğini gayet net biçimde anlatıyor makalesinde.
İkinci olayımız İzmir'den. Geçtiğimiz günlerde, aynı zamanda emekli emniyet müdürü olan avukat Emrullah Aksakal, adliyeye girişinde önce özel güvenlik görevlisi, ardından adliye karakolunda görevli polislerle yaşadığı basit tartışma sonrasında "ellerine ters kelepçe takılarak" gözaltına alındı.
Olayın ayrıntılarına girmeyeceğim, farklı internet sitelerinde detaylı bilgiler mevcut. Ancak şunun altını çizeyim; Aksakal, kendisine yapılan müdahale sırasında hem avukat kimliğini gösteriyor, hem de emekli emniyet müdürü kimliğini. Olay şu anda soruşturma aşamasında. Aksakal'ın süreçte sorumluluğu olan emniyet yetkilileri ile kendisine müdahale eden polislerden şikâyetçi olduğunu belirteyim.
Her iki olaya baktığımızda; polisin, bu tür münferit olaylara bakış açısında ve davranışında bir değişim dikkat çekiyor.
Her iki olay da, aslında böyle sonuçlanacak olaylar değil. Ancak, avukatlara yönelik olması nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğü yönetiminin olayları daha önemsemesi gerekiyor. Üstünkörü açıklamalar yapılması, olayları sıradan ve önemsiz gibi göstermeye çalışılması, emniyet teşkilatını ileride daha içinde çıkılması zor olaylarla karşı karşıya getirebilir.
* * *
Üçüncü ve son olay ise, Muğla'nın Fethiye ilçesinde yaşandı ve avukat – polis tartışmasında daha vahim. Kısaca özetleyim: Bayram tatili Ankara'dan Fethiye'ye giden diş hekimi H.I. ve 4 aylık hamile eşi Ş.Ü.I., Ş.Ü.I.'nın kullandığı araçla Fethiye ilçesinde seyir halindeyken iki ayrı aracın takibi ve müdahalesi ile karşılaştı.
Araçların durması sonrasında, müdahale eden araçta bulunanlar, çifte saldırdı. Diş hekimi H.I. ağır biçimde dövüldü. Hamile eşi, aynı saldırganların hedefi oldu, düşük yapma olasılığıyla hastanede tedaviye alındı. Olayın polise bildirilmesiyle birlikte polis merkezinde olayın ikinci safhası yaşandı. Mağdur H.I., kendisini döven kişilerden birisinin aleni tehdidiyle karşılaştı. Bu kişinin İstanbul Emniyeti kadrosunda görevli polis memuru Aşkın Y. olduğu anlaşıldı.
Sonuç olarak, muhtemel ki tatil için Fethiye'de bulunan polis memuru Aşkın Y., mensubu olduğu teşkilatın üniforması ve belindeki silaha güvenerek, hem de mesleğini hiçe sayarak yanında iki kişiyle beraber H.I ve hamile eşi Ş.Ü.I'yı dövecek, tehdit edecek kadar gözünü karartmış. Yazık!
Bu olayla ilgili EGM'nin herhangi bir açıklama yapmadı. Muğla Valiliği; hem adli, hem de idari soruşturmanın yürütüldüğünü duyurdu.
* * *
Bunlar, kamuoyuna yansıyan olaylar. Belki ülkenin farklı köşelerinde nice benzeri olaylar yaşanıyor, bilmiyoruz. Sosyal medya sayesinde haberdar olduğumuz bu olayların benzeriyle her an karşılaşma olasılığını bilmek ürkütücü.
Verdiğim örnekler sonrasında EGM yönetimi, "teşkilatın büyük bir teşkilat olduğunu, olayların münferit ve kişisel yaşandığını ve suç varsa bireysel olacağını" açıklayabilir. Bu açıklamanın doğruluk payı elbette var.
Ancak, konu devletin muvazzaf personel sayısına göre en kalabalık, görev ve yetkilerine göre etkin, üniformalı ve silahıyla suç/suçlularla mücadele eden kurumuysa, işin rengi değişir. Düz mantık, basit bir açıklamayla geçiştirilmemeli.
AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte esen AB rüzgârından Emniyet teşkilatı da faydalanmıştı. Özellikle AB'ye tam üyelik çalışmaları çerçevesinde "işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans" cümlesi, İçişleri Bakanları ve emniyet üst düzeyinin hemen her açıklamasında yer aldı. Israrlı biçimde dile getirildi.
Hatta aynı dönemde, AB üyesi İspanya başta olmak üzere Almanya, İngiltere, İtalya ile emniyet teşkilatını AB'ye uyumu konusunda önemli eşleştirme projesi gerçekleştirildi. Düzenlenen yasalar ve bağlı mevzuat sonrasında emniyet teşkilatının gerek personel seçimi, gerek eğitimi, gerekse modernizasyonunda belirli bir aşama kaydedilmişti.
Hükümetin AB'yle olan ilişkilerini askıya almasıyla beraber emniyet teşkilatında geriye gidiş başladı maalesef. Kurumsal bir yapıdan ziyade görev alan yöneticilerin bireysel çabalarıyla dönem dönem bazı iyi işler yapılmaya çalışılsa da geriye gidiş engellenemedi.
FETÖ dönemi ve ardından 15 Temmuz sonrasında teşkilattaki görev politikalarının değişimi, teşkilatın yapısını olumsuz etkiledi. Geldiğimiz noktada emniyetten ya da daha genel değimiyle kolluktan sorumlu siyasilerden ve EGM yönetiminden "işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans" cümlesini ısrarlı biçimde duyamıyoruz. Kimi zaman cılız biçimde duyuluyor.
Belli ki bu durum artık siyasi bir tercih! İktidarın kendi kitlelerini konsolide etmesinin araçlarından biri oldu. Hâl böyle olunca da, polis kimi zaman durumdan vazife çıkartıyor.
Oysa 2006'da teşkilatın iyileştirilme çalışmalarında görev alan orta kıdemdeki pek çok polis yöneticisi bugün üst yönetim kademesinde söz sahibi konumundalar. Kimleri genel müdür yardımcısı, kimileri daire başkanı, bazıları da il emniyet müdürü olarak "karar alma mekanizması" içindeler.
Zamanında teşkilatın iyileştirilme süreci içinde görev alan şimdinin üst yöneticilerinin, emniyeti topluma yönelik görevlerinde kötülerin temizlenmesi, iyilerin öne çıkarılması konusunda daha etkin olması, gelecek yıllar için önem taşıyor. Hak, hukuk, adalet ve halktan yana olan bir polis teşkilatı, hem demokratik bir devlet yapısı, hem paydaşları, hem de çalışanları için sağlam dayanak olacaktır.
Sonuçta, hiçbir makam ve mevki kişiye ömür boyu baki değil. Bugünün yöneticileri hem teşkilatta, hem de toplumda "iyi" anılmak istiyorlarsa ellerini biraz taşın altına koymalılar. Kol kırılır yen içinde kalır siyasetinde "kötülere sahip çıkmak" yerine hesap verilebilirlik çerçevesinde "iyilerin rol modeli" olmasını sağlamalılar.