Ankara’nın kuruluşunda tarihi yerleşim yeri olarak bilinen ilk merkez Altındağ ilçesidir. Diğer merkez ilçeler Altındağ’ın peşi sıra gelmiştir.
Keçiören, Mamak, Yenimahalle ve özellikle Çankaya’ya göre en yoksul ilçesidir başkentin.
Tarihi ve gelir düzeyi düşük ilçe sınırları içindeki Önder ve Battalgazi Mahalleleri, Ankara’ya ilk adımlarını atan Suriyeli mültecilerin adresi olmaya başladı.
Zaman içinde neredeyse tamamen Suriyelilerin yaşam alanına dönüştü.
Mülki idare kayıtlarında Türk kökenli yerel halkın gözükmesine karşın, gerçekte tablo tersine dönmüş durumda. Kimi kaynaklarca yaklaşık 7 bin Suriyelinin yaşadığı ifade edilen Önder Mahallesi, “Küçük Halep” adıyla anılıyor.
Hele, Önder Mahallesi filmlerde gördüğümüz New York’taki Çin Mahallesi’nin bir benzeri adeta. Suriyeliler gerçek vatanlarında nasıl bir dünya yaratıp yaşıyorlarsa, tıpatıp aynısını Önder ve Battal Gazi Mahalleleri’nde yeniden kurmuş durumdalar.
Kimisi yasal olarak ikamet izni almış. Ancak kaçak yaşamaya çalışanlar çoğunlukta kaçınılmaz olarak.
Evler, iş yerleri, yaşam alanları, yerel halktan uzaklaşıp Suriyeli mültecilere yakınlaşmış görünüyor.
Başkente gelen Suriyelilerin ilk durağı artık bu bölge.
Burada yaşayan mültecilerin büyük bölümü başka semtlerde ekmek parası peşinde koşuyor. Zaman içinde mülteci ailelerden bazıları, elde ettikleri gelirle orantılı olarak teker teker başka semtlere geçiş yapıyor. Boşalan yaşam alanlarını Ankara’ya yeni adım atan mülteciler dolduruyor.
Tabii bölgedeki yaşam standardından söz edecek olursak; pek yüksek değil şüphesiz. Kimi sokaklardaki evlerde yoksulluk var.
Uzunca bir süredir her iki mahallede yaşam bu şartlar altında hüküm sürüyor.
* * *
Bölgede yaşayan Türklerle, sığınmacılar arasında sık sık kavgalar yaşanmıyor değil.
Salı gecesi parkta çıkan kavgada Suriyeli mülteci tarafından bıçaklanan iki gençten 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ın yaşamını yitirmesi, bölgedeki yerel halk ile Suriyelileri karşı karşıya getirdi.
Cinayet, bir kez daha çatışmaların başlamasına neden oldu.
Bir kez daha diyorum, zira daha önce de yine Altındağ sınırları içinde Suriyelilerin yoğun biçimde ikamet ettiği Önder ve Battalgazi Mahallesi’nde asayiş sorunu odaklı çatışmaya varan kavgalar yaşanmıştı.
Olayların pek çoğu günlük olarak polisin müdahalesiyle yatıştırılıyor.
Ama zaman zaman polisin yetemediği, sonrasında silahlı çatışmaya dönüşen olaylar da yaşanıyor. Geçmişte yine Önder ve Battal Gazi Mahallesi’nde büyük olaylar yaşanmıştı, hatırlarsanız.
Muhtemel ki, Yalçın’ın yaşamını yitirmesi son olay da olmayacak. Salı gecesi iki grup arasındaki başlayan olayların cinayetle sonuçlanmasının ardından çatışmalar çarşamba gecesi yeniden alevlendi. Bu kez, yerel halk Suriyelilere ait iş yerleri ve evleri taşladı.
Fotoğraf: Tümay Berkin
Daha da yükselecek tansiyon, Ankara Valiliği’nin girişimiyle biraz olsun düştü.
Dün sabah olayların yaşandığı sokaklar nispeten sakindi. Suriyelilere ait dükkânların büyük bölümü açılmamıştı.
Fakat sabah erken saatlerde bazı Suriyeli iş yeri sahiplerinin, hasar gören dükkânlarını açıp temizlik yaptıkları dikkat çekti.
Sakinliğe karşın gerginlik havası kendisini yine de belli ediyordu.
Çarşamba gecesiyle ilgili eklemek gerekir ki; Suriyelilerle çatışanlar arasında mahalleye dışarıdan gelenlerin olduğu öne sürülüyor. Başka kentlere ait plakalı araçlarla gelen grupların bulunduğu belirtiliyor.
İstihbarat eksikliği olup olmadığı tartışmaya açık.
Herhalde olaylara müdahalede etkisiz kaldığı iddia edilen güvenlik kuvvetleri yani polis, gerekli tespitleri yapmıştır!
* * *
Ankara’nın Altındağ ilçesinde mahalle halkıyla Suriyeli mülteciler arasında baş gösteren çatışma ortamı bir gecede oluşmadı kuşkusuz.
İşin ucu 2011’de Suriye’de iç savaşın başlamasına kadar dayanıyor.
Esad rejiminin müdahalesiyle başlayan çatışmalardan kaçanların sınırlardan geçişlerini hatırlayalım.
Gerek sınır kapıları, gerekse sınır hattından Türkiye’ye sığınan yüzler binlere, binler yüz binlere, yüz binler milyonlara ulaştı kısa sürede.
Uzunca bir süre kayıt altına alınamadı gelenler. Ya da verdikleri bilgilere itibar edildi. Gelenlerin parmak izlerinin alınmasına nice zaman sonra başlandı. Arada terör örgütleriyle bağı olanlar sızmayı başardı.
Bir anda büyük kentler başta 81 kente yayılıverdiler.
Yine hatırlayın, ABD, Kanada ve Avrupa ülkeleri kariyeri olan veya para sahibi sığınmacıları tercih etti. Geriye kalanların tercihine ise – zorunlu olarak - Türkiye kaldı.
* * *
Sadece Ankara değil elbette olayların yaşandığı yerler. Suriyelilerin nefes aldığı ülkenin hemen her köşesinde benzer kavgalar, çatışmalar, olaylar yaşanıyor zaman zaman.
Büyük kentlerde meydana gelen olaylar gündemi biraz daha fazla meşgul ediyor.
Mesela Kilis’i düşünün. Sınır kenti olması nedeniyle kentte Türk nüfustan fazla Suriyeli yaşıyor. Kentin tüm yönetim dengeleri bu denklem üzerinden gidiyor.
Büyük kentlere gettolar oluşmaya başladı. Suriyeli mülteciler, Türkiye’ye uyum sağlamak yerine kendi yaşam tarzlarını uygulayabilecekleri alanlar yarattılar.
New York’taki Çin Mahallesi’nin Amerikan yasalarına uymamasını düşünmek mümkün mü? Ya da Brüksel’deki Türk Mahallesi Schaerbeek’te Belçika yasaları yerine Türk yasaları mı geçerlidir? Berlin’de “Küçük İstanbul” olarak adlandırılan Kreuzberg semtinde Alman yasalarının dışında yasa / yasalar mı uygulanmaktadır?
Dünya üzerinde gettolarda nefes alanlar, kendi kültürlerini oluştursalar bile o ülkenin yasalarına ve kurallarına uymakla yükümlüdür. Suriyeli mültecileri de bunun dışında tutmak mümkün değildir.
Fotoğraf: Tümay Berkin
Fakat iktidarın yasaları istismar eden Suriyelilere karşı “alttan alır” tarzda yaklaşımda bulunması, günlük yaşamda Türk halkı ile mültecileri en basit konularda bile karşı karşıya getiriyor.
Özellikle ekmek parası kazanma konusunda ciddi bir çekişme ve mücadele var iki halk arasında.
Ve işin kötüsü, sorunların çözümünde iktidarın günü birlik uygulamaları daha fazla çözümsüzlük yaratıyor maalesef.
* * *
Yine hatırlayalım; pandemi öncesinde hükümetin Suriyeliler başta olmak üzere ülkede kaçak yaşayan göçmenlere yönelik özel bir çalışması vardı.
Hükümet, 12 Temmuz 2019’dan itibaren bilhassa İstanbul’da kaçak yaşayan göçmenleri yakalayıp otobüslere bindirip geri gönderme merkezilerine yolluyordu.
Fotoğraf: Tümay Berkin
Sahi ne oldu o uygulamaya? Şimdilerde hiç duyuyor muyuz ne yapılıyor bu konuda?
İçişleri Bakanı Soylu, o günlerde esip gürlüyordu. Açıklama üzerine açıklama yapıyordu:
“Ben bu ülkenin İçişleri Bakanıyım. Benim ülkemde bilmediğim, kayıtlı olmayan kimsenin yaşamaması lazım.”
Suriyelilerin üzerine bir de Afganlar girmeye başladı sınırlardan. Soylu’nun 2019’da bu açıklamasına bakarsak, ‘gelen Afganlardan da bilgisi var’ diye düşünebiliriz.
* * *
Suriye’de çatışmaların başlamasının üzerinden tam on yıl geçti, o günlerden geldik bugünlere.
İktidarın, ne olayların başlangıcında, ne de bugüne gelinen süreçte Suriye ve Suriyeli mülteciler politikasının olmadığı görüldü.
İki halk arasında daha büyük olayların yaşanmasını engellemek için iktidar hiç olmazsa bundan sonrası için kamuya dönük sığınmacı politikası oluştursa iyi olacak.
Özellikle “görmezden gelme” veya “kulak üzerine yatma” tutumundan vazgeçerek sokağı kontrol altına almalı.
Olanlara seyirci kalmak gelecek yıllarda yaşanacak sorunların tohumu olacaktır.