Tayfun Atay

08 Şubat 2011

Kıbrıs’ta Dil Yâresi

Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıs’ı karıştıran konuşmasının “besleme” iması yaratan kısmı o kadar öne çıkarıldı ki...


Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıs’ı karıştıran konuşmasının “besleme” iması yaratan kısmı o kadar öne çıkarıldı ki Türkiye’nin Ada’ya bakışında içkin “kolonyalist” motifi çarpıcı biçimde “faş eden” daha vahim sözleri es geçildi.
Başbakan’ın büyük ihtimalle KKTC Cumhurbaşkanı’nı (bilmiyorum, belki de dün sürpriz bir şekilde Ankara’da kendisiyle görüşen eski cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ı) imleyerek sarf ettiği o sözler şöyle:
“Şimdi bakıyorum, benden randevu istiyor, çağırıp kendisiyle konuşacağım, soracağız”.
Bir ülkenin başbakanı bir başka ülkenin en üst düzey resmi liderliğinden bu tarzda söz ediyorsa, aradaki ilişkiyi “kolonyal” olmaktan başka türlü tanımlamak hayli zordur.
Başbakan’ın önceki gün (6 Şubat 2011) Asi Nehri üzerinde Türkiye ile Suriye’nin ortaklaşa gerçekleştirecekleri “Dostluk Barajı”nın temel atma töreninde Suriye’ye ve devlet başkanı Beşar Esad’a hitabına bakın!
Bir de KKTC ve onun yöneticilerine yönelik yukarıdaki ifadesine!..
Aradaki fark, her şeyi açıklamaya yeter.
Başbakan, KKTC’nin resmi liderliğinden tâbisi gibi söz ediyor.
Bu terminolojiyi mümkün kılan algı çerçevesinin “Yavru Vatan” nitelemesinden beslendiği de söylenebilir.
İngilizce “ana vatan” anlamına gelen “mainland” ya da Yunanca “ana şehir” anlamına gelen “metropolis”, kolonyal ülkenin kolonileri dışında kalan kendi öz toprağına verdiği isimdir. 
Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmının kanını beynine sıçratan “Yavru Vatan” tabiri ise ne yazık ki (“Ana”sına) bağ(ım)lı, muhtaç ve tâbi bir siyasal “entite”ye işaret etmekten öteye gitmiyor. 
Her iki tabir de, kolonyalizmi değilse eğer, çok bariz bir Türkiye etnosantrizmini (“bizmerkezci”liğini), eşitsizlikçiliği ve patronajı çağrıştırmakta. 
Başbakan’ın sözleri bu çağrışımı pekiştiren bir üslup ve içerikle karşımıza çıkıyor.
Bu, tabii madalyonun bir yüzü… Öbür yüzde de bundan daha az vahim olmayan görüntüler var. Kıbrıs Türk kesimine biraz içerden, yakından ve derinden aşina olanların iyi bildiği görüntüler…
İstisnalar kaideyi bozmaz, ama bilen bilir ki Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri “genelde” ikinci sınıf insan olarak görür.
Yine istisnalar kaideyi bozmaz ve bilen bilir ki Kıbrıslı Türkler de Ada’ya Türkiye’den gelip yerleşmiş veya halihazırda kalifiye olmayan ucuz iş gücünü oluşturup yerleşmeye çalışan Türkiye Türklerini “genelde” ikinci sınıf insan olarak görür!..
Aradaki “kültürel doku uyuşmazlığı”nın da Türkiyeli ve Kıbrıslı Türklerin Ada’da kaynaşmasını zorlaştırdığı bir gerçektir.
Kıbrıslı Türk’ün (biraz da İngiliz kolonyal dönemine borçlu olduğu) kentli ve kozmopolit kültürel örüntüsü, Anadolu’dan Kıbrıs’a göç eden Türk’ün köylü ve mutaassıp kültürel örüntüsüyle çakışmaz, çatışır daha çok…
Ucuz iş gücü açığını kapatmak üzere Anadolu’dan gelen yoksul, işsiz-güçsüz ve eğitimsiz insanların “görgü açığı”, gündelik hayatın içinde sorunlu ilişki, karşılaşma ve çatışmalara neden olarak alttan alta bir etnik antipatiyi besler.  
Bunun üstüne tüy dikercesine bir de Türkiye’den Kıbrıs’a ticari amaçla gelip bir dolu “pis iş”te imzası olanlar vardır.
Eğlence, kumar, fuhuş, uyuşturucu, vb. bu işleri yapanlar için Kıbrıs, bir “çiftlik”tir.
Tüm bunlar, gündelik hayatın akışı içerisinde insanları yakıcı etkilerle karşı karşıya bıraktığı için Türkiye’nin yaptığı milyar dolarlık yardımların fark ve takdir edilmesi de pek mümkün olmaz.
Makro ölçekte yapılanlar, mikro ölçekteki bozukluklar karşısında suya yapılan çizimler gibi kaybolur gider.
Sokaktaki Kıbrıslının varlık ve var olma sorunlarına kör olununca, olup bitenler uzaktan nankörlük olarak okunur.
Türkiye’de bazıları, Mümtaz Soysal gibi, Kıbrıs’ı neredeyse “ilhak” sayma ifratına varırken (baksanıza “Hoca”, Kıbrıs’ın üzerinde yaşayanların değil, Türkiye’nin olduğunu belirtmiş!) diğer bazıları da snop bir umursamazlıkla “Ada’dan çekilelim olsun bitsin” demekte.
Yani, “al kurtul”cularla “ver kurtul”cular burada da karşımıza çıkıyor.
“İlhak”çı pozisyon üzerinde durmaya ne ideolojik ne de antropolojik terbiyem el verdiği için onu bir kenara bırakıyorum.
Ama keşke “ver kurtul” tercihi de o kadar kolay olsaydı!.. Ne sosyolojik, ne ekonomik ne de politik olarak kolay bunu yapmak…
Türkiye’de sürdürülen tartışmalarda pek üzerinde durulmayan bir olgu nedeniyle böyle bu…
Yukarıda da değindiğimiz, Kıbrıs’a göç edip artık orada yaşayan ve yabana atılması hiç mi hiç mümkün olmayan “Türkiyeli Kıbrıs Türkleri” nedeniyle…
KKTC’de nüfusa kayıtlı bu “Türkiyeli Kıbrıs Türkleri”nin Ada’da Kıbrıslı Türkler’den sayıca daha fazla bir nüfusa sahip oldukları ihtimali bile var. Kıbrıslı Türklerin zaman zaman “Biz burada azınlığa düştük” diye yakındıklarını duymak, alışılmadık değil.
İşte asıl bu “Türkiyeli Kıbrıs Türkleri” Ada’nın gidişatını belirleyecek gibi görünüyor.
Bu “Türkiyeli Kıbrıs Türkleri” 2004’te AB’yle flört halindeki AKP tarafından ikna edildikleri için Annan Planı’na “evet” çıktı Türk kesiminden…
Bu “Türkiyeli Kıbrıs Türkleri”, Rum tarafıyla müzakereleri yürüten sol-liberal CTP yönetiminden hayal kırıklığı yaşayıp kaygıya kapıldığı için ülkeyi Türkiye’yle çok daha fazla bütünleştirmeye eğilimli UBP geldi iktidara…
Bu “Türkiyeli Kıbrıs Türkleri”nin yüzü de, yüreği de, beyni de Türkiye’ye dönüktür.
Ve bu nüfusun hâlihazırdaki Türkiye karşıtı gösterileri dengeleyecek (belki de bastıracak) mahiyette sahneye çıkıp alanlara dökülmesi de yakındır.
Böyle olursa Kıbrıslı Türklerin Türkiye aleyhtarı çıkışları, Ada’nın bütünündeki bölünmüşlüğe, Türk kesiminde yeni bir bölünmüşlük, “bölünmüşlük içinde bölünmüşlük” eklemekten öteye gitmeyecek büyük ihtimalle…
Siyasal-toplumsal hava, böylesine parçalı bulutlu işte Kıbrıs’ta…
Bu havanın Ada’nın doğal havası gibi günlük-güneşlik olabilmesi için, meselenin muhataplarının, mevcut yörüngelerini gözden geçirip sorgulamak hatta değiştirmek de dâhil olmak üzere çok ama çok çalışması gerekiyor.
En başta da Kıbrıs’la Türkiye arasındaki bağın demokratikleştirilmesi gerekiyor.
Etnosantrik değil “empatik”, eşitsizlikçi değil eşitlikçi ve hegemonik değil “diyalojik” bir dille yaklaşmak gerekiyor Kıbrıs’a…
Evet dil kullanımındaki denksizliğin giderilmesi, Kıbrıs’taki düzensizliğin giderilmesi yolunda Türkiye açısından atılacak ilk adım olabilir.