Tayfun Atay

23 Ağustos 2010

F Tipi”nden Mektup Var!

'Sessiz çığlıkları ancak yürekler duyar’ dememin nedeni işte burada yatıyor...'

Referandum tartışma ve atışmalarının 12 Eylül trajedisinden neredeyse bir komedi çıkarmaya vardığı şu günlerde Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan çok sevgili öğrencim Hüseyin Edemir’den acı bir mektup aldım. Mektubu 12 Eylül rejiminin koşullarını hayatımızdan çıkarmayı teklif, bu nedenle de Referandum’da “evet” telkin edenlerin dikkatine sunuyorum. Söz konusu derde deva vaadinde bulunurken aslında bu derdin daim olması yolunda olmadıklarını ispatlamaları dileğiyle…
ODTÜ Tarih Bölümü mezunu olup aynı üniversitede yüksek lisansını başarıyla sürdüren, ancak şu anda Berlin’de stajda olması gerekirken Tekirdağ’da zindanda olan Hüseyin Edemir’in gelecek umutlarını yok edip hayallerini kâbusa dönüştüren inanılmaz gelişmeleri aktardığı mektubu şöyle : 

“Bu mektubu size ulaşıp ulaşmayacağını bilmeden yazıyorum. Çünkü burası F Tipi hapishane ve ulaşmayan mektubu çoktur, ahvalini bilmek de güçtür. Buna rağmen yazıyorum çünkü her gün sınırlı zaman dilimi içerisinde çıktığım ve hayli sınırlı bir mekân olan havalandırmamdan sessizce gökyüzüne haykırabildiğim duygularımın sizin yüreklerinize ulaşmasının başka yolu yok. Yürekler diyorum, çünkü sessiz çığlıkları ancak yürekler duyabilir.
Ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Humbolt Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen Uluslararası Türk-Alman Sosyal Bilimler Master [Yüksek Lisans] Programı 1. Sınıf öğrencisiyim. Lisans eğitimini de ODTÜ’de tamamladıktan sonra şu an öğrencisi olduğum master programına 2009 yılında tam burslu olarak kabul edildim. İki yıl sürecek olan program gereği ilk yılı Türkiye’de bitirip ikinci yıl Almanya’da eğitimimi tamamlayacaktım. Yani hayatımın iki yılı planlanmıştı. İlk dönemi başarıyla tamamladım ama sonrasına devam edemedim. Programa uygun olarak şu an Almanya’da stajımı yapıyor olacaktım ve gelecek yıl tezimi yazıp ülkeme dönecektim. Ancak tutuklanmam, yegâne amacı iyi bir akademisyen olmak olan hayatımı kör bir balta gibi ikiye ayırdı.
Yargılanma süreci ise tam bir ıstıraba dönüştü, telafisi imkânsız mağduriyetlere yol açtı.
Birinci dönem henüz bitmişti ve sömestr tatili için İstanbul’a ailemin yanına gelmiştim. Polis kontrol noktasında aranmam olduğu gerekçesiyle 31.01.2010 tarihinde gözaltına alındım ve çıkarıldığım mahkeme tarafından ‘örgüt üyesi olduğum şüphesiyle’ tutuklandım. İlk şoktu. Yaşadıklarım hayal mi gerçek mi yoksa bir kâbus mu anlayamıyordum. Bir yanlışlık olduğunu ve en kısa zamanda serbest bırakılacağımı düşünüyordum. 
15.04.2010 tarihinde ilk duruşmaya çıktım ve ikinci şoku yaşadım. Hiçbir hukuki gerekçe ve durum olmadığı halde tutukluluğumun devamına karar verildi. İkinci duruşma ise 26.08.2010 tarihinde olacak, ilkinden tam 4 ay 11 gün sonra.
Tutuklanma gerekçesi olarak üniversite öğrenciliğim döneminde katıldığım demokratik eylemler ve tam 10 yıl önce yurtdışında ele geçirildiği iddia edilen belgeler gösteriliyor. Şimdiye kadar temel hak ve özgürlükler çerçevesinde pek çok demokratik eyleme katıldım. Sadece bir tanesinden dava açıldı ancak yıllar önce beraat ettim.
Dayanak olarak gösterilen bir başka nokta ise 10 yıl önce yurtdışında ele geçirildiği iddia edilen belgelerdir. Oysa bu belgelerin sahte olduğu daha önce defalarca ispatlanmıştır. Aslında böyle bir belgenin varlığı da meçhuldür. Eğer böyle orijinal bir belge varsa neden on yıl sonra ortaya çıkıyor?
Yaşamayan insanların hayal bile edemeyeceği, biz yaşayanların ise akıl sınırlarını zorlayan pek çok uygulamasıyla yüz yüze kaldığım F Tipi koşulları bir yana ben şu an yargılanmaktan ziyade cezalandırılmış olmuyor muyum? Tekirdağ 1 No’lu F Tipi hapishanesinde kalıyorum ve ODTÜ’de sınava girmem için binlerce lira ulaşım bedeli ve personel gideri talep ediliyor. Öte yandan master programı gereği ikinci yıl Berlin’de olmam gerekiyordu ve şu an bu şansım tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Şu halde benim eğitim hakkım gasp edilmiş olmuyor mu? Ben şimdiye kadar burslarla okudum ve şu an burslarım kesildi. Bütün bu yaşananları, üstelik beni ‘ıslah etme’ adı altında uygulanıyor olmasını hangi akla, hangi vicdana sığdırabiliriz?
Eğer bu yargılama süreci sonunda beraat edersem bunca şeyin telafisini kim, nasıl sağlayacak? ‘Pardon’ mu denilecek? Kaybettiklerimin telafisi olmayacaktır. Tutukluluğum tedbir olmaktan çıkıp infaza dönüşmüştür. Bu yüzden mağduriyetlerime her geçen gün yenisi eklenmektedir.
Biliyorum ki bu ülkede hukuksuzluğa maruz kalan tek insan ben değilim. Ancak ben yaşadığım haksız ve hukuksuz uygulamaları, mağduriyetlerimi ve adalet beklentimi sizlerle paylaşarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ne yazık ki ne kendim ne de başkaları için daha fazlasını yapma olanağım yok.
‘Sessiz çığlıkları ancak yürekler duyar’ dememin nedeni işte burada yatıyor.” 
***
Sevgili Hüseyin! 
Bizlerle paylaştığın bu hazin süreç işlemeye başlamadan bir-kaç gün önce, ananın ak sütü gibi helâl ilk burs paranla ODTÜ’de Hoca’na bir şeyler ısmarladığında sen de ben de ne kadar gururlu, mutlu ve umutluyduk, hatırla! O güzel ana damgasını vuran, ikimizin de çok sevdiği ölümsüz ozan Ali Ekber Çiçek’in dudaklarımızdan dökülen muhteşem türküsünü de hatırla: 
“Gurbet elde bir hal geldi başıma // Ağlama gözlerim Mevlâ’m kerimdir”…
Kim derdi ki bu memlekette haksızlığa uğrayan nicelerine dayanma gücü vermiş bu sözler şimdi benzer şekilde, müsekkin niyetine bizim dilimize dolanacak?.. Görecek günümüz varmış yani!..
“En son umut ölür” de derler, “Ümidi kesme yurdundan” da, biliyorsun… Bu sözlere dayanarak umuyorum ki birkaç gün sonraki duruşma, satırlarında dile getirdiğin adalet beklentini karşılayacak şekilde sonuçlanır. 
O güne kadar sen de ben de sığınmak zorundayız o dizeye, ne yapalım:
Ağlama gözlerim, Mevlâ’m kerimdir!..  

Umur Talu'nun Hüseyin Erdemir'e ilişkin yazısı...