İstanbul dünyanın en güzel, en çekici, en keyif verici şehirlerinden biri olduğu kadar aynı zamanda tehlikeli ve iş anlamında öğütücü bir şehir...
Geçenlerde bir üst düzey yönetici dostumuz önemli bir kurumda iş başı yaptı ve bizle de çalışmak istediğini belirtince ekipten Ali ile çikolatamızı elimize alarak arabaya atlayarak uzun bir yolculuktan sonra kurumun hizmet binasına vardık. Danışmaya isim verdiğimizde, sorumlu bayan bahse konu kişinin ayrıldığını iletince; üç gün önce başladığı için bilemiyor olabileceğini veya ayrılanla kişiyle isim benzerliği nedeniyle karıştırmış olabileceğini düşünerek tekrar teyit etmesini rica ettik. Hanım kızımız tekrar teyit ederek üzgün bir yüz ifadesiyle ''Maalesef '' dediğinde bize geçirdiği hüzün duygusunun üzerine bir de şaşkınlık ifadesi ekleyerek dışarı çıktık. Arabaya binerek, sessiz bir ortamda, karışık düşüncelerle, ofise doğru yola koyulduk. Bu arada, Ali de İstanbul'un beyaz yakalılara duyduğu iştaha yakın bir şekilde işi biten çikolataları tek tek mideye indiriyordu.
İşin şakası bir tarafa bırakılırsa, beyaz yakalılar bu kentte gerçekten çok hızlı tüketiliyor, işten çıkarmalar son derece sıradan hale gelmeye başladı...
Sadece İstanbul mu böyle derseniz?
Aslında bu kadar acımasız olmasa da yeni dünyada da paralel bir durum var.
İş hayatında oyunun kurallarını, yeni dönemin gerçeklerini, büyük resmi iyi okumak lazım.
Dev bir teknoloji otobanında, bilgi bombardımanı altında ilerliyoruz. Bilgi bunalmakta ve hızla eskimekte. Ürünler birbirlerine giderek daha fazla benziyor, her ürün ve hizmet neredeyse birer ''emtia'' haline geliyor, rekabet yerel veya global olarak dünyanın her bir tarafından geliyor, rekabetin şiddeti her gün biraz daha artarken, müşteri sayısı azalıyor, firmalar ''kârsızlık'' sorunu yaşamaya devam ediyor. Hemen hemen her alanda aynı ürünün çok fazla satıcısı, ama çok az alıcısı var. Hiç bir şirketin en iyi uygulaması (best practice) gizli kalamıyor. Hiç bir yeni ve iyi fikir ya da yeni ürün taklit edilmeme şansına sahip değil. Üstelik inanılmaz şekilde taklit süreleri ve ürünlerin hayat döngüsü giderek kısalıyor. Müşterilerin zamanı kısıtlı artık! Müşteriler satın almaya veya kullanmaya zaman bulamazsa satıcılar da müşteri bulamayacaklar bu anlamda!
Her şeyin ''emtialaştığı'' bu yeni dünyada stratejisini ''farklı olmak'' üzerine kuranlar ayakta kalacaktır.
Farkı yaratacak olan da ''insan sermayesidir.''
İnsan sermayesini oluşturan, aklını kiralayan beyaz yakalılar; bu kadar kolay harcanmamalıdır.
Yeni dönemin beyaz yakalı gerçekleri olarak;
- Beyaz yakalıların çalışma sürelerinin kurumların faaliyet sürelerini aştığı,
- Beyaz yakalı ile işveren arasında geçmiş dönemde önemli olan psikolojik sözleşmelerin pek önemi kalmadığı, kurumların çalışana vefası beyaz yakalıların da kurumlara olan aidiyetinin yıprandığı,
- Ofis kurallarının ve iş yapış politikalarının komple yeniden gözden geçirildiği bu kaotik ortamda; rekabetin yetenekler yani beyaz yakalılar üzerinden yapılacağı unutulmamalıdır.
Artık başarının ödülü daha fazla... Buna karşın başarı eskisi kadar da kolay değil... En azından şurası kesin ki, ona eski yöntemlerle ulaşılamıyor...
İşten çıkarmaları bu kadar kolaylaştırarak ve bunu alışkanlık durumuna taşıyarak bir yere varmak kurumlar için artık mümkün değil...
Belki, başlıkta belirttiğimiz gibi beyaz yakalılar yeni dönemde insan sermayesinin fark yaratan özelliğine doğru paradigmasını kaydıramayan kurumlar yüzünden işten ayrılmayı tatmaya devam ediyor olacak!
Ama beyaz yakalı da artık eski beyaz yakalı değil! İş dünyasında yaşanan hızlı ve güçlü değişimlere de seyirci kalmayacak! Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişi olmayı başarmak için büyük resmi iyi okuyacak ve farkı yaratan gücüne inanacak...