Strasbourg
Bugün, 22 Haziran 2016 Çarşamba günü, önceden bildirdiğimiz üzere, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nde Türkiye’deki demokratik kurumların işleyişi başlığıyla İzleme Grubu’nun hazırladığı Rapor’u görüşmek üzere toplanıldı…
Var gücüyle, Konsey’in 47 ülkeden gelen 318 üyesi arasında, Türkiye’nin son zamanlarda ayyuka çıkan insan hakları-demokrasi ihlâlleri ve Suriye-Irak mültecileriyle tek başına uğraşmak vesilesiyle, ülkede yaşanılan akıl almaz kaotik ortam hakkında, görüş bildirmek isteyenler, farklı görüşlerini ifade ediyorlar…
Tesadüf bu ya aynı gün, Avrupa Konseyi, Estonya Başbakanı Taavi Röivas ve Yunanistan Başbakanı Aleksi Tsipras’ı da ağırlıyor…
Önce Estonya ve sonra da Yunanistan başbakanlarının, hémycycle denen asamble genel oturum büyük salonunda birer konuşma yapmaları, sorulan sorulara cevaplaması münasebeti ile Türkiye hakkındaki ateşli görüşmelere ara verildi…
Şimdiye kadar, Türkiye ile ticari-askeri-stratejik-siyasi ilişkileri olan ülkelerin amiyane tabirle (bugün çok söz ediliyor bu tabirden) şarabın içine su katarak, raporu hafifletmek ve diğer taraftan Türkiye’ye asıl dostane yarar sağlamak için, acı mı acı bir uyarı yapmak isteyenlerin konuşmalarını özetle aktarmak istesek, şunları hatırlayabiliriz:
Belçika’dan, Philippe Blanchard (…) Türkiye’yi seviyoruz; özellikle İslam vatandaşların çoğunlukla yaşadığı bir ülke olarak, yaşattığı (ne kadar da kendine özgüyse de) laikliğini seviyorduk… Bugün, farklı bir konumda bu sevdiğimiz ülke. Avrupa’nın tüm mülteci sorunu ağırlığını Sayın Erdoğan’ın sırtına yüklediğimizi asla unutmamalıyız bu arada. Dolayısıyla evet bu sevgili ülkenin bugün sorunları var, bu u görmemek insafsızlık olur. Unutmamak gereken bir başka şey, Avrupa’nın Türkiye’ye ve Türkiye’nin de ister istemez ihtiyacı olduğu. Ayrıntılarına girmiyorum. Böyle olunca, sevdiğimiz bu güzel ülkeye mutlak surette dostane yaklaşmalı ve ahici dostlara yakışan şekilde mülteciler sorunları ve belki de bundan kaynaklanan terörizm ile mücadele etme adına insan hakları, demokrasi ve hukuki ilkeleri asla ayaklar altına alınamayacağını, uygun bir dille söylemeliyiz… Ders verir gibi değil ama mutlaka cidden uyarmayı ihmal etmeden…
Norveç’ten İngierd Schou (…) Avrupa da zor zamanlar yaşıyor… Türkiye’de çok farklı bir ortam var tabii, kabul edelim. Herhangi bir Avrupa Konseyi üyesi ülkesi, Türkiye kadar çok mülteci ağırlamıyor; bunu da göz ardı etmeyelim ve hemen ‘insan hakları ve demokrasi konularında taviz vermemiz için hiçbir sorun asla mazeret olamaz’ olduğunu da söyleyelim … Rapor’u hazırlayanlara, Türkiye’ye son derece açık - net uyardıkları için teşekkür ediyorum … Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu bahanesiyle, farklı tür baskılar yapılıyor… Asamble üyelerinden, adı ‘değişiklik önergesi’ olan önerilerle raporu hafifletmemelerini, şaraba su katmamalarını önemle rica ediyorum…
Almanya’dan Mechtild Rawert (…) Kuşkusuz her ülke, vatandaşlarını terörden korumak zorunda… Türkiye’de Almanya vatandaşları da teröre kurban oldular… Teröre karşı mücadeleyi, başka şeyler veya devleti idare edenlerin açıkça söylemediği, gizli amaçlar için kullanamayız. Kadınlara cinayet, zorla evlendirilen kadınlar, tecavüzler, tacizler, cinsel suçlar artıyor, cinsel baskıya uğrayan kadınların sayısı artıyor. LGTB yürüyüşünün İstanbul Valiliği tarafından yasaklanması, resmi idarecilerden güç alan, eli sopalı insanların bu yürüyüşe katılanları tehdit etmesi filan nedir? Asla kabul edilemez… Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor, çok farklı kültür ve kökenden olan insanlar yaşıyor ve hepsi de varlıklarını can güvenliği içinde ve saygı duyularak yaşamalıdır, aksi takdirde, Türkiye çok ciddi sorunlarla karşılaşabilir…
Türkiye, Ertuğrul Kürkçü (…) Umarım benim, arkadaşlarımın raporlarını kabul eder ve daha geniş, kapsamlı bir rapor olur… Türkiye’de, şimdiye kadar ihmal edilen grupların, Kürtlerle dostane sorunlarını halletme umutları tamamen bitmiştir maalesef… 1.6 milyon kişi mağdur edilmiş, 150 bin kişi yerlerinden sürülmüş, 200 kişi tutuklanmıştır. Asamblemizin, farklı ülkelerden gelen, farklı üyeleri, Türkiye’de yaşanan devlet terörü ve baskıyı, kendi tabirleriyle devletin Daeş ve PKK gibi terör örgütleri arasında kalmış olmasına bağlıyor… Peki, siz değerli Asamble üyelerine soruyorum; HDP - diğer milletvekillerini hedef alan dokunulmazlıkların kaldırılması da mı terör örgütleriyle mücadele içindi? Ülkenin güney doğusunda insanların öldürülmesi de mi bu mücadeleyle açıklanabilir? Farklı kimlik ve kültürden olan vatandaşlara akıl almaz baskılar da mı terör ile mücadele kapsamında? Kadınların öldürülmesi, baskılar… Sayın Erdoğan Kürt Sorunu’na karşı dostane çözüm vakti olmadığını, silahlı çözümün taraftarı olduğunu söyledi. Oysa bizler, HDP olarak, açık-net söylüyoruz, asla silahlı çözümden yana değiliz. Defalarca söyledik, bir kez daha söylüyoruz, bazı rakiplerimiz her ne kadar bunun tersini iddia etseler de…
Yunanistan, Epidius Varekis (…) 2004 yılında tam monitoring’den yarı monitoring’e geçildi; o zaman çok önemli adımlar attı Türkiye, ancak bugün 16 yıl öncesinden çok daha geri bir durumda… 21 Yy’da dünya savaşı bir cephe savaşı değil, işte böyle dağılmış halde ve bunu birçok ülke yaşıyor… Mülteci sorun sadece Türkiye’ye ait bir sorun değil ama Türkiye en azından bir çözüm buldu… Buldu ama diğer yandan da kendi vatandaşlarına karşı, insan hakları konusunda müthiş ihlâller yapmaya başladı. Savaş durumunda bile insan hakları – hukuk devleti – demokrasi ilkelerinden vazgeçilemez. Türkiye, terörle mücadele ve mülteci kriziyle baş etme konularında, demokrasiyi koruyabilmesi için, çok açık net ve çizgi çekmesi gerekiyor. Bu çizgini çekebilmesi için de bizim de kendisine aynı açıklık ve netlikte uyarmamız gerekiyor…
İsviçre, Alfred Heer (…) Türkiye’de var olan terör saldırıları, batıdakiler kadar batı medyasında yer almıyor… Türkiye heyetindeki arkadaşlara dostane söyleyelim… Türkiye, kendi içinde de bir diyalog ortamı oluştursa ve basın özgürlüğü de bu diyaloga yardımcı olur ve ülke rahatlar. Tamam, olağanüstü durumlarda, bazı kanunların sertleşmesi olabilir ve kanunları sertleştirebilirsiniz ama vatandaşa baskı ve hele ayırımcılık yaparak, zulmü hiçbir şekilde meşrulaştıramazsınız. Hele hâkim ve savcıların çalışma yerlerini, hoşunuza gitmeyen kararlar aldıkları için, başka yere kaydıramazsınız. Azınlıkların haklarını ayaklar altına alamaz, dolaylı baskılar kullanamazsınız. Bunları söylerken, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelere de bir çift sözümüz var. Türkiye ile ticari anlaşmalar yaparken aklımız neredeydi? Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu bilmiyor muyduk? Bugün de bu maddi çıkarlarımızın zarar görmemesi için, onlarca yıl hatta belki de yüzyıl boyunca ne pahasına elde ettiğimizi bildiğimiz üstün insani ilkelerden taviz vermeye kalkıyoruz bir de…
Ermenistan, Armen Rustamyan (…) Erdoğan’ın, otoriter yönetime geçtiğinden beri, Türkiye’de vaziyet müthiş kötüleşmiş durumda. Erdoğan’ın arzu etmediği milletvekillerini baskı altında tutması anlaşılacak şey değil. Komşularıyla sıfır sorun politikası güdeceğini söylemişti; şimdi sorunsuz bir tek komşusu olmama halini aldı bu politika… Ermeni Soykırımı yasa tasarısını kabul eden Alman milletvekillerine yapılan tehditleri hepimiz biliyoruz, Erdoğan’a net bir cevap vermeliyiz, tekrar tam monitoring’e dönmesini göze alması gerekiyor. İzlenebilir bir ülke olmak hakaret değil; bundan rahatsız olmaması lazım; kendine çeki düzen vermesi için bu iyi bir fırsat olabilir…
Svetlana Zalischuk (…) Türkiye, her tür tehditle karşı karşıya, bunu görmezden gelemeyiz ve görmezden gelemeyeceğimiz, asla unutmamamız gereken bir başka şey de bizlerin nerede olduğudur? Burası Avrupa Konseyi, biz neden buradayız? Burası neresi? Avrupa Konseyi’nde olmamızın amacı ve anlamı ne? İster terörizm, ister başka bir konuyla mücadele etme adına, insan hakları ihlali ve insanlık dışı davranışları bırakın başkasına, kendimize nasıl anlatacağız? İlişkilerin bozulmaması adına, bunca özdeşleştirdiğimiz ilkelerimizden vaz mı geçeceğiz? Kadın hakları, muhalefet hakları, akademisyenlere yasaklar, twiter yasağı, hoşumuza gitmeyen milletvekillerine baskıları ve her tür farklı kimliğe sahip insanlara yapılan zulümler? Ha, eğer liderlik eksikliği sorunu varsa bu ülkede, tamam o zaman belki bu konuda yardımcı olmamız gerekiyor…
Görüldüğü gibi şaraba su katmak isteyenler (!) bile artık, birçok şeyi söyleyemez durumda değiller; müthiş baskılar var lobiler arasında… Kulislerde dolaşan Türkiye’ye karşı yaptırım senaryolarını bir duysanız, dudağınız uçuklar… Bizce, sonuç sanki belli oldu gibi… Ne ölçüde sulandırılmış olursa olsun, Türkiye artık ciddi bir yol ayırımında olacağı kesin…
Ya medeniyet ya da bataklık!
Orta yolu yok gibi gözüküyor…
Devam edeceğiz…