1923'ten 2016'ya... 93 yıl geçmiş... Hiç sıkılmadan, çekinmeden, Lozan'dan bahsediliyor... Lozan'dan, 15 Temmuz sonrası bahsedilişin şekli şemalı, son derece doğru - yerinde değil bizce; ama hemen söyleyelim, ona karşı çıkıp da savunma yapma şekli de keza öyle!
Bence en sağlıklı değerlendirmeyi Sayın hocam Prof Baskın Oran yaptı...
Daha önce, kendisinin bu konuda, bir kuyumcu titizliğindeki değerlendirmelerini bildiğim, okuduğum, dinlediğim, yararlandığım için eksik diyemeyeceğim, hâşâ haddimiz değil zaten...
Sadece fazlası yok diyeceğim…
Bu tıpkı laiklik tartışmasına benziyor...
1970’ten yani… Milli Nizam Partisi’nin kuruluşuyla başlayıp, günümüze kadar gelen…
Daha doğrusu, laiklik tartışmasının başlamasını, 1950’lerde kadar geriye götürebiliriz. Zira siyasal İslamcılar, 1950'lerde Demokrat Parti, 1960'larda da Adalet Partisi'nde örgütlenerek merkez sağ partilerde yer alırlardı hep.
1970'te ise Millî Nizam Partisi (MNP) adıyla ayrı bir siyasi güç olarak ortaya çıktı. 1969 seçimlerinde Konya'dan bağımsız olarak Meclis’e giren, Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı tarafından MNP kuruldu.
Ve öyle bir laiklik tartışması başladı ki; laikliğin elden gideceğini söyleyenlerin ellerinde birer testere, bizzat cumhuriyetin laiklik dalı üzerinde oturmuş, o dalı bizzat keserek…
Bir taraftan üzerinde bindikleri laiklik dalını kesiyor; diğer taraftan da ciyak-ciyak laiklik elden gidiyor diye bağırıyorlardı…
Ülkemizdeki yaşam tarzında, zaten göreceli olan laikliğin içeriğini daha boşaltıp, sınırlarını daha da daraltmak isteyenlere tepki duymayı anlarız da; tepki veriliş şekli de hani insana aklınız neredeydi dedirten türde...
Neden mi?
Bu hiddet ve bu celal ne midir?
Anlatması ve anlaması zor olmasa gerek…
İslam dışı dini inançlara sahip (ama köküne / sapına kadar vatandaş olması gererken) bazı insanlar, böyle laiklik olmaz dediklerinde; hemen Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün (ne cep telefonu, ne İnternet, ne watsap ne faks ne de teleksin olduğu yıllarda – örnek tabii) tekke ve zaviyeleri kapatmış olduğundan dem vururlardı…
Sonra da dolayısıyla, deyip Türkiye’ye özgü bir laiklikten söz ederlerdi…
Açıkça ve resmen bir alla turca laiklik savunulurdu; bunu yaparken, yukarıda dediğimiz gibi elde testereler, üzerine bindikleri laiklik dalını bizzat kestiklerinin farkına varmadan (mı?)…
Oysa alla turca laiklik (veya alla Francesca, hiç fark etmez!) olunca işte, gün gelir, devran döner (işimize gelmese de) hepten yok olması ya da içeriğinin daha boşalması veya sınırlarının çok daha daralması gündeme gelecekti... Ahanda geldi de!
Lozan da aynen böyle!
İslam dışı dini inançlara sahip (ama köküne / sapına kadar vatandaş olması gereken) bazı insanlar, Lozan uygulanmıyor, yıllardan beri ihlâl ediliyor dediklerinde; hemen Lozan'da gizli maddelerin olduğu; bu maddelerin de Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün irade / ruhunu yansıttığından dem vururlardı. Hakikati asla yansıtmayan, bu abuk-sabuk sözleri söylerken; o taptıklarını söyledikleri, M. K. Atatürk’e bile hakaret ettiklerinin farkına varmadan...
Lozan anlaşmasını; İslam dışı dini inançlara sahip (ama köküne / sapına kadar vatandaş olması gereken) insanların, nice can, mal, sağlık, varlık, hayal kayıpları ve kaderlerinin seyir değiştirmesi pahasına, alması gerekenlerin asgarinin de asgarisi verilmiş hakları gasp edildiğinde, buna Fransız (!) kalanlar; bugün Lozan’ın hepten tartışmaya açılmasına hiç ama hiç şikâyet etmemeliler...
Zira zamanında, Lozan’da azınlıklara verilmiş haklarının ihlâl edilmesine göz yummasalar; hatta bizzat ihlâl etmeselerdi, bugün Lozan’ın toptan tartışılması durumuyla karşılaşmazlardı Yine tıpkı laiklik konusunda olduğu gibi aklınız neredeydi, diye sorarlar insana… .....................................................................................................................
05.10.2016 tarihinde, Sayın Başbakan Yardımcımız, Veysi Kaynak ile resmen sadece sohbet ortamında geçen; gündem konusu seçim yönetmeliği olan bir toplantıda; Azınlık okulları, din adamlarımızın hizmetleri ve iade edilen bazı gayrimenkullerin tapu tescil iptalleri gibi birikmiş ciddi konu ve sorunlarımızın da dile getirildiğini, öğrenmiş bulunuyoruz...
Yine Sayın Muteber Yılmazcan (Azınlık Vakıfları Ofisi)'dan (...) Yeşilköy Süryani Kilisesi projesinde gelinen aşamayla ilgili Sayın Bakan’a bilgi verildiğini de keza öğendik...
Vakıflardan sorumlu Başbakan Yardımcımızın, Azınlık Vakıfları Temsilcisi Sayın Doç. Dr. Toros Alcan, Rum Vakıfları Destekleme Derneği Başkanı, Sayın Andon Parizyanos, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Başkanı, Sayın Bedros Şirinoğlu, Türk Musevi Cemaati Başkanı, Sn İshak İbrahimzadeh, Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin ile görüşmüş olması önemlidir.
Ancak Sayın Başbakan Yardımcımızın, bu tashih edilmesi gereken yanlışların, geç de olsa, tabii hale dönüşmesi için; Sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı nezdinde, takipçisi olmasını beklediklerini, sağduyulu vatandaşlar tabii ki saygılarıyla arz ederler...
Aksi takdirde, laiklik ve Lozan tartışmalarında, muhalefetin tüm katmanlarının yaptıkları eleştirilere muhatap olan iktidarın; onlara bizzat prim veriyor olması intibası doğar…
İktidar, herhalde bunu istiyor olamaz…
Aynı muhalefetin, 1950’den beri, bir taraftan laiklik elden gidiyor diye bağırırken, diğer yanda, Azınlık vatandaşların şikâyetlerine kulak tıkayarak; aslında kendilerine göre olan bir laikliğin, yarın hakikaten elden gitmesi için, ellerinden geleni (farkında olarak / olmayarak) esirgememiş oldukları gibi…
Yine aynı muhalefetin, 1940’lardan beri, yine Azınlık vatandaşların Lozan’ın teminatında olan hakların, sinsice ihlâl edilişine göz yumup, şikâyetlere kulak tıkayarak hatta bizzat ihlâl ederek,; işte bu gün, Lozan’ın tartışılması ateşine, bizzat çalı-çırpı taşımış oldukları gibi…
Haddimiz (‘olmayarak’ filan demeyeceğiz hiç olmazsa bu konuda) olarak artık, izninizle; yıllar önce arz ettiğimiz bir sözümüzü tekrarlamak istiyoruz: Bir toplumda azınlıkların haklarının gasp edilişine göz kapar, kulak tıkar, umursamazlık gösterilir ise; yarın aynı toplumun çoğunluklarının haklarının gasp edilişi söz konusu olur…
Eğer hâlâ Azınlıkların ne sorunu varmış ki, hangi hakları ihlâl edilmiş sualleri sorulacaksa; af buyurun (bir taraftan da çok şükür) hiçbir azınlık cevap verememeli bu saatte…Asla!
Ne iyi ki başta Prof Ayhan Aktar, Prof Taner Akçam, Dr Selahaddin Kardeş, Dr Ümit Kurt ve nice değerli İslam doğmuş, Türkiyeli bilim insanların eserleri yeter anlamak için…
Dediğimiz gibi, dün laiklik, bugün Lozan, yarın da başka konular çıkar…
El’in gâvuru (!) empati kavramını öğrenmeden önce, bu topraklarda diğerkamlık gibi güzel bir kavram yok muydu, unuttuk mu yoksa? Unuttuk, unuttuk, ne zaman ve nasıl acaba?