Özlem Yalım

27 Ocak 2019

Türkiye'nin en yüksek yapısı Küçük Çamlıca'da yükseliyor

Yapı bittiğinde yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası olacağına eminiz

Çamlıca tepesindeki yeni TV kulesi ile ilgili tartışmalar, inşaat son hızıyla devam ederken bir türlü durulmuyor. Lokasyondan, yüklenici inşaat firmasına kadar tartışma konusu olan bu kulenin silüeti yavaş yavaş ortaya çıkarken, gidip biraz daha içerden ve net bilgi almanın doğru olacağını düşündüm

 

“Bu nedir? Vizontele. Ne işe yarar? Dünyayı evimize getirecek… Sebep? “

 

Siti Ana (Demet Akbağ) ile Reis Bey (Altan Erkekli) arasında geçen bu konuşma, sinema tarihimizin en önemli filmlerinden birinden, Vizontele’den onlarca  efsaneleşmiş diyalogdan sadece biri.

 

Van’ın Gevaş ilçesine televizyon ilk kez gelecektir; haber sakinler arasında büyük yankı uyandırır. Gel gör ki, ta Ankara’dan kalkıp gelen TRT memurları, getirdikleri  “resimli radyo”nun alıcılarını bırakmayı unuturlar giderken ve bu kutu bir türlü görüntü alamaz. Heyecanla beklenen o ilk yayın, içimizi burkmadan önce, film boyunca burada yaşayan insanların renkli kişiliklerine ve 1970’li yılların hafızamızı okşayan pek çok özelliğine dalar gideriz. Radyo kültürü de bunlardan biridir…

 

70’li yıllarda sabahın kör karanlığında okula giderken hatırladığım en belirgin sestir radyo. Her ne kadar televizyonlu (siyah – beyaz) bir zamana doğmuş olsam da radyo saltanatını sürdürmekteydi çocukluğum boyunca. Ankara’nın memur lojmanında, tek bir odada akşam vakti tüm ailemizi bir araya getiren de elbet televizyondu. Bu filmi sevmemek mümkün mü?

 

Bugün, radyo da televizyon da gittikçe internet üzerinden yaygınlaşıyor; ancak karasal yayıncılığın dünya üzerinde önemi hâlâ büyük ve bu alandaki teknolojik gelişmelerin devreye girmesi en az bir kaç yıl daha alacak; bu teknolojilerin ulaşılabilirliği ise biraz daha uzun sürecek.

 

Metal yığını antenler

 

Türkiye’de bugün analog olarak yayın yapan 199 adet özel TV ve 914 adet özel FM radyo kanalı ,TRT’de ise 1092 istasyon, 2.600 TV ve  1.700 FM radyo kanalı ait olduğu belirtiliyor. Bu yayınların sağlanması için ise ülke çapında 7400 kadar verici cihaz bulunuyor.

 

İstanbul’da halihazırda Çamlıca sırtlarında yaygın olarak bulunan Radyo-TV antenlerini lisans sahiplerinin yanında, mobil şebeke firmaları da kullanıyor. Talep arttıkça, bu bölgedeki çirkin metal yığını da dağılarak büyüyor ve bölgede arsa olarak genişliyor.

 

 

Bu dağınıklığı tek bir yapıda toplayarak mevcut görüntü kirliliğini ortadan kaldırmak ve kentin silüetine ikonografik bir yapı kazandırmak üzere, İBB tarafından 2011 yılında bir yarışma açıldı. 34 projenin başvurduğu yarışmada 100 bin TL'lik birincilik ödülünü Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden yüksek mimar İnanç Eray'ın ekibi, 65 bin TL'lik ikincilik ödülünü Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Dilek Topuz Derman'ın ekibi, 45 bin TL'lik üçüncülük ödülünü de İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yüksek mimar Melike Altınışık'ın ekibi kazandı. Ayrıca 3 projeye de 25 bin TL değerinde mansiyon ödülü verildi. Yarışma sonuçlarını takiben,1’inci seçilen projenin değil de 3’üncülüğe layık görülen Altınışık’ın projesinin uygulanmasına karar verilmiş olması, o dönemde başta mimarlık çevreleri olmak üzere pek çok ortamda büyük tartışmalar yarattı.

 

TV kulesi şantiye ziyareti

 

Konu gazete haberlerine “Başbakan bunu seçti “ biçiminde yansımıştı. Dönemin başbakanı Erdoğan, jüri kararının ötesinde insiyatif kullanarak, ilk iki derece alan projeyi değil, 3’üncülüğe layık görülen projeyi “uygun” bulmuştu. Gerek yarışma sonrasında yapılan kolokyumda gerekse çağdaş mimarlık platformu arkitera.com’da yayınlanan pek çok yazı ve  tartışma ile farklı taraflar bu kararı enine boyuna tartıştılar. Tartışmaların sonucu elbette olsa olsa mimarlık mesleğine artı değer getermiş olabilir; diğer yandan 2016’da resmi olarak inşaatın başlaması ile birlikte Altınışık’ın projesi de hayat bulmaya başladı.

 

Tartışmasız, ülkenin en önemli yapılarından biri olunca söz konusu olan, etrafında estirdiği rüzgar da o denli büyük oluyor. İşte yeni TV kulesi ile ilgili tartışmalar da inşaat hâlâ son hızıyla devam ederken bir türlü durulmuyor. Öncelikli olarak gövdenin inşa edilmiş olması, projenin aslını okumayı araştırmayı bilmeyen kitlelerce farklı düzeylerdeki eleştrilere malzeme oldu. Lokasyondan, yüklenici inşaat firmasına kadar konu olan bu kulenin silüeti yavaş yavaş ortaya çıkarken, gidip biraz daha içerden ve net bilgi almanın daha doğru olacağını düşündüm.

 

 

Geçtiğimiz sabah Melike Altınışık ve inşaat mühendisi olan kardeşi Melih Altınışık ile buluşarak inşaat şantiyesini ziyaret etme fırsatı buldum. Melike 2003 yılında İTÜ’den lisans derecesini aldıktan sonra, 2006 yılında Londra’da Architectural Association Design Research Laboratory’de, mimarlık ve kentsel tasarım alanında yüksek lisansını tamamlamış, bol ödüllü bir genç mimar. İstanbul’daki ofisini açmadan önce yurt dışında çalıştığı ofisler arasında kuşkusuz en dikkat çekici olanı  Londra’da Zaha Hadid’in ofisi. Burada 2006-2012 yılları arasında proje yürütücüsü (Lead Architect) görevini üstlenmiş. Mimarlık pratiğinin yanında akademisyenlik de yapan Melike, mobilyadan şamdana, eşarptan deftere kadar pek  çok farklı nesne de tasarlayan, tasarımı bir meslekten öte, bir yaşam felsefesi olarak algılayan o nadir profillerden biri.

 

Kış aylarına göre ılıman sayılabilecek bir sabahta ziyaret ettiğimiz şantiyede bizi  şantiye müdürü Özgen Bölük karşılıyor. Çamlıca sırtlarındayız malum; baretlerimizi takıyor ve  kuleye doğru ilerliyoruz sert bir rüzgar eşliğinde. Kule, dibinden inanılmaz heybetli görünüyor. Dünyadaki benzerleri arasında yükseklik bakımından 20’nci sırada yer alacak kulenin toplam yüksekliği 369 metre; yer altında ise 18 metrelik konik bir yapı mevcut. Kulenin deniz seviyesinden yüksekliği 587 metre ki, bu da onu bulunduğu yerde diğer alternatif lokasyonlara göre en verimli yayıncılığı sağlayabilecek konuma getiriyor.

 

 

 

Bu yapının fiziksel özeliklerini dinamik, organik, fütüristik gibi sıfatlarla tanımlayabiliriz. Formu alevi çağrıştırabilir; İstanbul boğazının iki yakasının birbirine uyumunu hissettiren bir tat da alabiliriz. Her biri mimarın  tasarım konseptini tanımladığı ifadeler olmakla birlikte, form ortaya çıkarken asıl gözetilen unsurların başında, rüzgarın formu, seyir teraslarının yönleri gibi özellikler de gelmiş.

 

Henüz çok kaba bir inşaat aşamasında olan yapıya, çok da tekin sayılmayacak bir  ulaşım ile kendimizi atabildiğimiz  şantiye asansörü ile tırmanmaya başlıyoruz. Kabuk diyebileceğimiz ve yapıya ana formunu veren katmanlar teker teker aşağıda üretilip yukarı kaldırılarak asılıyor. 180 mt yüksekliğe, bu kabuklardan asılmış olanların en altta yer alanına kadar bu asansör ile tıngır mıngır yükseliyoruz. Bu kısa yolculuğu sizin için timelapse kaydettim. 

 

 

 

 

Bursa Uludağ bile Kule’den görünecek!

 

180 metrede, zemin koşulları yine çok  kaba inşaat özelliklerinde olduğundan asansörden adım atmaya cesaret edemiyor; bulunduğum yerden etrafıma şöyle bir göz atıyorum. Bu kat, bina bittiğinde restoranların konumlandığı kat aynı zamanda. Kule açıldığında, tüm İstanbullular buradan  daha önce hiç bir yerden deneyimleyemedikleri bir kent görünümü  sağlayabilecekler. Bursa’daki Uludağ’dan, Karadeniz’e uzanan, boğazın tüm kıvrımlarını tek bakışta algılayabildiğiniz bir seyirden bahsediyorum. Uçağa binmemiş olan kimselerin, bulutlara  bunca yakın olabileceği, hatta kimi günlerde  sadece bir bulut tarlasına bakabileceği bir lokasyon söz ettiğimiz. İstanbul’un tüm çirkin yüksek  yapıları pembe bir ovaya dönüşüyor; tüm plansızlığı , tüm yığılmışlığı bir anda kiremit  renginde kayboluveriyor bu yükseklikte.

 

Yapı içerisinde, teknik katların  ve  restoranların haricinde seyir terasları,  hadiyelik eşya dükkanları da bulunacağı bildiriliyor. Kulenin toprakla buluştuğu tabanında yapılacak yapının çatısı yeşil çatı olarak tasarlanmış  ve civarında Çamlıca parkına entegre olarak düzenlenecek ciddi bir de peyzaj öngörülmüş.

Nasıl bir hesap yapıldı bilmiyorum ama öngörülen yıllık ziyaretçi sayısını 365 güne pay ettiğimizde yetkililerin günde 12.000 kişinin üstünde bir ziyaretçi beklentisi olduğunu görebiliyoruz..Açıkçası bu kadar olabilir mi bilmem ama, yapı bittiğinde gerek İstanbul’luların gerekse yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası olacağına eminiz.

 

Hem Melike’nin hem de şantiye müdürümüzün belirttiklerine göre kule ancak 2019’un sonlarında açılabilir gibi görünyor. Ancak hepimiz artık  bir yapıyı  olması gereken zamandan önce açmanın medeni  ve akıllıca bir tavır olmadığını biliyoruz; umarız, proje hakkı ile tamamlandıktan sonra hizmete açılır. Yapının kamusal bölümleri bir yana, İstanbul’dan yayın yapan 104 radyo istasyonu ve 20 TV kanalı ile birlikte mobil şebekeler de kısa bir süre içerisinde buraya taşınabilecekler.

 

Yeni TV kulesinin tasarımı, İstanbul’a ne kadar aykırı ne kadar değil; bunu tartışabilecek bir yapı sicilimizin olduğunu sanmıyorum. Göğe yükselen böylesi bir strüktürün doğa ile olan ilişkisinin hava, rüzgar, ışık yansıması bağlamlarında iyi ve başarılı bir şekilde kurulduğunu ise bir tasarımcı  olarak kendime ait bir düşünce biçiminde ortaya koyabilirim. Melike’nin belirttiğine göre, yapı kimi ışık, güneş durumlarında büründüğü renk ile tümü ile kent silüetinde kaybolabiliyormuş. Dünyadaki benzerleri ile kıyaslandığında üstün bir estetik çizgisi olduğu göz ardı edilmemeli. Benzerlerinin çok azı bu yapı gibi mimarların elinden çıkma. Dünyadaki TV kulelerinin büyük bir kısmı, özellikle eski tarihli olanlar elbet birer mühendislik harikası olarak sadece teknik ekiplerce inşa edilmişler.

 

Metal anten yığını mı, özenli beton kule mi?

 

Böyle bir kuleyi, metal bir anten değil de, beton bir yapı olarak inşa etme fikri ilk olarak  yaptığı köprülerle ve beton üzerine gerçekleştirdiği akademik çalışmalarla önde gelen  Alman mühendis profesör Fritz Leonhardt ‘a aitmiş. Stuttgart kentinde 1956 yılında 4.2 milyon mark yatırım ile inşa adilen bu kule, tarihteki ilk örneği oluştururken, yapıldıktan sonraki 5 yıl içinde de gelirleri ile yatırım maliyetini çıkarabilmiş. Çünkü kentteki bu en yüksek yapı periferdeki  bağlardan nehirlere kadar sunduğu  güzel manzarası ile insarların odak noktası olmuş. Bugün Çin’den Kanada’ya, Amerika’dan Ortadoğuya kadar hemen hemen her coğrafyada yer aldıkları kentin bir simgesi haline gelen bu yapıların en önde gelenleri arasında Tokyo’daki Skytree‘yi (634metre), Barselona’daki Foster and Partners tasarımı olan Torre de Colserola’yı  veya Çin’in Guangzhou kentinde bulunan Canton’u sayabiliriz.

 

 

TV yayıncılığı büyük bir hızla dijitalleşirken, bu yayınları atmosferdan gerçekleştirebilen teknolojinin 2020’de resmi olarak tanıtımı hedefleniyor. Diğer yandan FM radyo frekansları ise kullandığımız cep telefonlarından dronelara kadar pek çok cihazın ihtiyaç duyduğu bir olgu olarak kalmaya devam edecek görünüyor. Bu yapılar sadece teknik bir üstlenici değil; aynı zamanda bir etki merkezi rolü de üstlendikleri için,  bir TV kulesine ihtiyacımız var mı yok mu tartışması anlamsızlaşıyor. Böylesi özenli bir tasarıma ihtiyacımız yoksa, mevcuttaki metal anten yığınını mı yakıştırıyoruz bu dünya kentinde,  bir kez daha düşünmeli!..

 

Kuşkusuz bir  yapının iyi tasarlanmış olması, onun hem iyi ve kaliteli bir biçimde inşası hem de sonrasında yine bir dünya kentine yakışır biçimde işletilebilmesi ile bütünleşirse bir anlam taşıyor. Bittiğinde  İstanbullulara ilham verecek nitelikte olan bu yapının, peyzajından aydınlatmasına kadar öngörülen tasarım özelliklerine sadık kalınarak tamamlanması dileği ile!..