Yazın seyyar lunaparklar kurulur. Ömrü iki üç ay olan bu lunaparklarda, dönme dolaplar, kamikazeler, balerinler, çarpışan otomobiller rengârenk döner durur. Yazın en gözde şarkılar bu lunaparkların her bir renkli aletinde ayrı ayrı çalar, insanın bütün duygularını dumur edecek kadar yüksek seslerden farklı renkler çıkar ve lunapark insan beyninde dönmeye devam eder.
Böylesi bir lunaparkta manasızca gezinip dururken telefonumun ışığı yanmaya başladı. Yanan ışıktan bir haber başlığı beliriverdi: “Nazi Lideriyle Bir Tuttular”. Vatan Gazetesi’nin muhabiri aynı zamanda eski bir umag öğrencisi olan Kemal Göktaş’ın haberi telefonuma düşmüştü. Göktaş’ın kendisi de Hrant Dink Cinayeti Medya, Yargı ve Devlet’ isimli kitabıyla yargılanmıştı. Yargılandığı davada “Trabzon Emniyeti, İstanbul Emniyeti'ne geçtiği bir yazıda Hrant Dink'in öldürüleceğini bildirdi. Ancak İstanbul Emniyeti buna rağmen önlem almadı” demişti Göktaş.
Geri sarmak
Bir olay olduğunda zamanı geri sarıp yaşadığınız ana bakar, yeniden kurgularsanız. Kaset baştan sardığında gözünüze eksik kalmış yerler çarpar; oysa yeniden kurgulanan an bitmiştir ve onu ne kadar ah etseniz de geri getirmeniz mümkün değildir.
19 Ocak günü, iş yerimde çalışıyorum. MSN açıktı ve bir arkadaşım şu iletiyi gönderdi: “Hrant Dink’i vurdular!” Şok hali ondan bana geçti, iş yerimde bir başka odaya geçip haberi söyledim, aşağıya koştuk. Herkes televizyon ekranına bakıyor ve ne söyleyeceğini bilmeden duruyordu. Beyaz bereyi konuşuyordu insanlar, bir güvenlik kamerası görüntülerinden söz ediliyordu. Sözler havada uçuşuyordu ve gelip kulağıma çarpıyordu ama o sözlerinde bir anlamı yoktu.
Sonra kaseti geriye sarmaya başladım. O dönem gündemde olan 301 tartışmaları ile Hrant Dink’i hedef gösteren Kemal Kerinçsiz aklıma geldi. Cımbızlanarak anlamından saptırılan bir ifadeyle insanların nasıl hedef gösterildiği. O yazıyı baştan okudum. İçi yanan herkes baştan okudu. İçinde nefret söylemi var mı?
AİHM’e Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen savunmaya göre ise bu yazıda nefret söylemi vardı. Şu ifadeler yer aldı savunmada: “...Hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun da onayladığı 301. madde mahkumiyetine ilişkin dava, öldürüldüğü için düştü, cezan kesinleşmedi. Bu yüzden Dink’in başvuru hakkı yok. Dink Ailesi de 301. madde mahkumiyetinden doğrudan zarar görmediği, ‘mağdur’ sayılamaz. AİHM, daha önce Almanya’da bir Nazi örgütü liderine nasyonal sosyalizmi savunan yazısı için verilen cezayı yerinde buldu. Demokratik bir toplumda bu tür yazılar (Dink’in mahkumiyetine neden olan yazısı) halkı tahrik etmek suçunu oluşturacak ve kamu düzenini bozacaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ‘nefret söyleminin engellenmesine’ ilişkin tavsiye kararı bulunmaktadır. Dink’in yazısı da ‘nefret söylemi’dir. Davanın Dink Ailesi’nin kökeniyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.”
Bu konunun üzerine açıklama yapan Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı’nın yaraya tuz basan açıklamalarının ardından insan olarak susmamamız gereken bir zamandan daha geçiyoruz.
Çünkü geçtiğimiz şubat ayında, Toplumsal Bellek Platformu’na dâhil biri olarak, Hrant Dink duruşmasına girdim. İmkânı olan herkes canlı olarak bu “teatral” duruşmaları izlemeli. O zaman öldürenin suçsuz, öldürülenin suçlu sayıldığı bir ülkede yaşadığımıza dair bir tarihe ibretle tanıklık edeceksiniz.
Öldürülenin “suçlu” sayıldığı bir sistem, belki de geçmiş yıllara göre daha hâkim.
Dönme dolap
Yazın seyyar lunaparklar kurulur. Dönme dolap dönerken çok güzel renkler yanıp söner. Bir müzik çalar dönme dolapta: “Dünya dönüyor, sen ne dersen de / Yıllar geçiyor fark etmesen de…”
Siyasi cinayetlerin birbiri arkasına, kendine çeşitli siyasal söylemlerle haklı çıkaran ve kendini her bir siyasi cinayetten azletmeye çalışan bir ülke düşünün. Siyasi cinayetlerle bunca yıldır boğuşan bir ülkede, bir devlet başı bir vatandaşının yeterli tedbirler alınmadan öldürüldüğünü söylüyorsa, bu bir ihbar kabul edilmelidir. Çünkü her cinayetten sonra siyasi sorumluluklarından sıyrılmaya çalışan bir cumhurbaşkanı, bir siyasi iktidar, bir genelkurmay başkanı, bir MİT başkanı olacaktır.
Ürken fincancı katırları ne zaman bir insanın öldürüldüğünü kabul edecek?