Açık bir radyodan süzülüp kulağıma doğru akan ağustos böceklerinin sesiyle karışan yunan melodisi bir anda “haydi, kahve zamanı geldi” düşüncesini yaratıyor. Kahveyi pişirirken radyo haberlere geçiyor, hiç birini anlamıyorum ya, keyfim yerinde şekerlice kahvemi yudumlamaya başlıyorum.
Oysa Yunanlı spikerin anlattığı haberleri biraz anlasam, Yunanistan’ın çalkalandığını ve yolsuzlukları açığa çıkaran bir gazeteci olan Sokratis Giolias’in, “mafya usulü” bir yöntemle ve 17 kurşunla öldürüldüğünü duyacağım. Hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun, yolsuzlukla mücadele eden bir gazetecinin daha öldürüldüğünü duyacağım ve ölümünün ardından araştırdığı konuları merak edeceğim. Ağustos böceklerinin sesi kulaklarımdan silinip gidecek yerine tatlı kahvenin acı bir tadı gelecek.
Ardından, bayiye yürüyüp gazeteleri alsam, geçtiğimiz hafta başbakanın 12 Eylül’e “sahip” çıkan sözlerini okuyacağım. Sahte gözyaşlarının, siyaseten kurgulanmış bir yalanın üzerinden damla damla akıp gittiğine ve kemik yaşı büyütülerek devlet tarafından öldürülen 16 yaşında bir çocuğun adının siyasete alet edildiğine tanık olacağım. Televizyonun kumandasını elime alsam, bir başbakanın bir dönemin hatırası hapishane mektuplarını okurken çok “duygulandığını” ve hatta acısından “gözyaşlarını tutamadığını” da göreceğim. Siyasetin gerçeğin değerini yerinden oynatıp, yeni bir ilmekle dokumaya başladığını gördükten sonra günlük siyaset dilinin içinde başkalarının acılarını, kendi amaçlarına hizmet etmek için kullananların insanlıkları üzerine söylenirken bulacağım kendimi.
12 Eylül acılarının siyasetçilerin kendi çıkarlarına kullandığı bir hafta daha geçecek. Evet ya da hayır demenin, yalan yanlış bir 12 Eylül hesaplaşmasına dönüştürüldüğü birkaç hafta daha üstüne eklenecek. Referandum ise hükümet oylamasına dönüşecek. Ne Erdal Eren’in isminin hükmü kalacak, ne Diyarbakır cezaevinin ne de Mamak’ın, ne de diğer ölülerimizin. Günlük siyaset, onları isim isim kullanarak akıp geçecek. Anayasa bilmeyenlerin anayasacı, hukuktan anlamayanların hukukçu, tüccarlıktan anlayanların da siyasetçi olduğu bir dönemde, herkes yerini korumak için ya da yeni yerlere göz kırpmak için bir yerlere “sahip” çıkacak. Üstelik “sahip çıkılan” boynu bükük bırakarak.
Sonra, yolsuzlukları araştıran bir gazeteci, yakın bir komşu ülkede öldürülecek ve üzerine medyamızda bir yerlere sıkışan birkaç satırdan başka bir şey çıkmayacak… Yolsuzluklara karşı çıkan bir gazetecinin öldürülmesinin olağan sayıldığı bir ülkede yaşadığımı da bilerek düşünmeye devam edeceğim.
Oysa bunları düşünmek yerine, açık bir yunan radyosundan tanıdık bir melodi kulağıma çalınacak. Dudağımda tembel bir gülümsemeyle kahvemi yudumlamaya devam edeceğim. Ne haberleri anlayarak ne de dinleyerek. Gerçeğin o an önümde olan kahve olduğunu da bilerek.
İlgilenenler için Sokratis Giolias’in blog adresi (çeviri servisiyle): http://translate.google.com/translate?hl=en&langpair=el%7Cen&u=http://troktiko.blogspot.com/&rurl=translate.google.com&twu=1&client=tmpg