Oya Baydar

26 Ekim 2010

Orda Dur Sayın Başbakan!

12 Eylül askeri darbesinin ardından yurtdışına kaçmak zorunda kalıp bir Avrupa ülkesinde mülteci olarak yaşarken...

12 Eylül askeri darbesinin ardından yurtdışına kaçmak zorunda kalıp bir Avrupa ülkesinde mülteci olarak yaşarken, eski bir dostumuz ziyaretimize gelmişti. Geride bıraktığımız küçücük oğlumuzu zar zor Türkiye’den çıkarıp yanımıza getirmeyi başarmış olan annem de bizdeydi o günlerde. Annem üzgündü, sıkıntılıydı; durumu hazmedemiyor, ülkemizde komünist vatan haini ilan edilmemize kahroluyor, bu hallere düştüğümüz için bize kızıyor, durmadan şikâyet ediyordu. Arkadaşımız, kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlayan inanmış bir sosyalistti; yol iz bilen, efendi, saygılı biriydi. Annemin yakınmalarını, haksız suçlamalarını yaşına hürmeten sessizce başı önünde dinliyor, tepki vermiyordu. Bir ara annem “Ah o Lenin yok mu, o Lenin! Her şey onun başının altından çıktı, bizi bu hallere o düşürdü.” demez mi. O zamana kadar saygılı bir sessizlik içinde dinleyen arkadaşımız şöyle bir doğruldu. “Hop! Hanım Teyze, işte orda dur!” diye gürledi. Biz güldük, annem şaşırdı. Kadıncağızın bilgisi, bilinci, kavrayışı sınırı nerede aştığını, deminden beri saygıyla sessizce dinleyen arkadaşımızın neden tepki verdiğini anlamaya elvermiyordu. 
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; aynı bilgi, kavrayış, ufuk eksikliği ve aynı dayatmacı, tek doğrucu üslupla söylediği bazı sözler karşısında, tıpkı arkadaşım gibi tepki vermekten kendimi alamıyorum: “Hop! Sayın Erdoğan, işte orda dur!”
Akla zarar türban/başörtüsü tartışmalarının, bu ülkede gerçek özgürlük, adalet ve çözüm isteyenleri umutsuzluğa sürükleyecek düzeylerde sürdüğü şu günlerde Sayın Başbakan, ortada provokatif açıklama, tutum ve söz azmış gibi, incilerine bir inci daha ekledi: “Başı örtülü bayan (!), başı açık bayan için ‘ben senin haklarını savunacağım’ diyor. Başını örtmeyen ise ‘Ben de senin için bu mücadeleyi vereceğim’ demiyor. İşte sorun burada.”
Bence sorunun önemli bir yanı, asıl bu sözleri söyleyen Bay’ın (!) meselelere bakışında.
Baaayanlar diyen dillerinizi...

Önce bir hatırlatma ve düzeltme: Bay, Bayan sözcükleri Öz Türkçe akımının hızlı günlerinde, İngilizcedeki Mister (Mr) veya Mistress (Mrs), Fransızcadaki Monsieur, Madame vb.ye karşılık olarak türetilmiş hitap sözcükleridir. Yazışmalarda, resmi hitaplarda adların önüne gelir, bazen de sözde saygılı görünen alaycı bir hitap olarak kullanılır. Türkçede cinsiyet belirten sözcükler ‘kadın’ ve ‘erkek’tir. Belli birinden söz ederken de, ‘o kadın’ veya ‘o adam’ yerine ‘o hanım’, ‘o bey’ gibi daha saygılı bir ifade kullanırız. 
Bir süredir dilimize bela olan; Başbakan’dan üst düzey siyasetçilere, generalden Türkçe öğretmenine, TV moderatöründen köşe yazarına, mahçup kasaba delikanlısından komşunun kolejli oğluna, cüzdanı yüklü yeni zenginden sosyete berberine, toplumun tümüne dalga dalga yayılan ‘bayan’ sözcüğü, gerçekten de bayıyor. Bayan çamaşırı - erkek çamaşırı, bayan tuvaleti - erkek tuvaleti ayrımları, “bir bayan yankesici yakalandı” gibi tuhaf ifadeler dildeki keşmekeş ve bozulmayı ortaya koyuyor. 
Konunun temelinde, muhafazakâr kırsal kültürün ve maço erkek dilinin karışımı bilinç altı bir kadın küçüksemesi olmasaydı, -dilin lumpenleşmesi bir yana-, üstünde durmaya değmezdi. Ama, muhafazakâr maço kültürünün kadını bir cinsel obje olarak, sözde saygı gösterilen aslında küçümsenen özürlü bir eksik etek olarak olarak görmesinin dildeki yansımasıdır bayan sözcüğü. Kadın ayıp ve ayıplı sayıldığından bayan sözcüğüne sığınılmaktadır. ‘Baaayan’cıların çoğu aslında iyi niyetlidir, kadın yerine bayan diyince kibar davrandığını, hatta kadına saygı gösterdiğini sanır.
Sözcük öylesine yaygınlaşmıştır ki, muhafazakâr, kırsal maço kültürden gelmeyen, Türkçeyi de iyi kullanan pek çok erkek gibi, bir kısım kadınlar da benimsemişlerdir bayan sözcüğünü. Dilde ‘galat-ı meşhur’ kavramı vardır; yani:yaygın yanlış. Yaygın yanlış, öylesine yayılır ki, bir süre sonra galat-ı meşru haline gelir, yadırganmaz olur. Hatta, doğrusunu kullandığınızda yadırganırsınız.
Hemen söyleyeyim: Biz kadınız, ben kadınım ve kadın sözcüğünde, değil aşağılayıcı aksine üstün ve güzel bir yan buluyorum. Balık baştan koktuğu ve dil aslında kültürel düzey ve bilinç altını yansıttığı için de Başbakan’ın talihsiz sözlerinin özünden önce bu ‘bayan’ galatını düzeltmekle başlıyorum işe.

Bizi Birbirimize Karşı Kışkırtmayın 
Şimdi işin özüne gelelim. Başbakan Türkiye’de kadın hareketinin hangi aşamada olduğunu, hak ve özgürlükler meselesinde nerede durduğunu, örtülü ve örtüsüz kadınların birlikte kadın hakları için mücadele vermeye çalıştıklarını bilmeden, kafasındaki şablonlarla, militan laikçi kadınların ayrımcı ve sekter tutumlarını, örtüsüz kadınların tümüne yaygınlaştırmakta beis görmüyor. Oysa, başbakanlığına soyunduğu bu ülkede, hak, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinin en önünde yürüyen özgür kadınlar ve kadın hareketleri var. Örtülü - örtüsüz kadınların ortak örgütleri, girişimleri var.
Başbakan’ın talihsiz sözleri ve bu sözlerin ardındaki zihniyet; birbirimizi anlama, empati kurma, birlikte özgürleşme çabamızda, örtülü ve örtüsüz kadınlar ayrımı yapıp, iki kesimi birbirine karşı konuşlandırarak aramıza bir kama daha sokuyor. Biz ve onlar, kötüler ve iyiler ikilemini yumuşatıp aşmak yerine, toplumsal çatışmayı derinleştiriyor, kemikleştiriyor. Kadınları birbirlerine karşı kuruyor.
Öte yandan Erdoğan’ın sözleri gerçeği de yansıtmıyor, konuyu siyasal demagojiye kurban ediyor. Mesela benim başımın hem dışı hem de içi açık. Eşinin başı örtülü diye Cumhurbaşkanı’nın verdiği resepsiyonlara katılmayanlar, kadının örtüsünü siyasi mücadele aracı haline getirenler, Sayın Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmamak için törenlerden kaçanlar; üniversite kapılarından içeri alınmayan ve eğitim hakları gaspedilen örtülü genç kızlarımız, kadınlarımız, orduevlerinden ve kimi resmi kuruluşların kapılarından geri çevrilen başörtülü analar, kılık kıyafeti, özellikle de örtüsü yüzünden bu toplumda ayrımcılığa uğrayan, haklarından mahrum bırakılan, aşağılanan, küçümsenen herkesin sorunu benim sorunum. Tıpkı kimliği, dili, inancı, mezhebi yüzünden hakları gaspedilen ve ayrımcılığa uğrayanların tümünün sorunları gibi... Örtülü değilim, Kürt değilim, azınlık değilim, Alevi değilim, işçi değilim. Ama ömrüm, sokaklarda, toplantılarda, yazılarda, konuşmalarda bütün bu kesimlerin haklarını, özgürlükleri savunmakla ve bunun için bedel ödemekle geçti. Ve daha da önemlisi, ben bir kişi değilim. Sadece kendisi için değil herkes için hak ve özgürlük mücadelesi veren; kimi zaman örtülü kardeşleriyle dayanışma için örtünerek, kimi zaman örtülü arkadaşlarıyla birlikte aynı amaçla sokaklara çıkarak; kendi mahallesinin bağnazları tarafından, dışlanmadan başlayıp laiklik düşmanı, hatta hain ilan edilmeyi göze alarak fikirlerini korkusuzca ve özgürce ortaya koyan ve özgürlükler için tavizsiz mücadele eden binlerce, onbinlerce kadından sadece biriyim.
Örtülü yazar, örtülü sivil toplumcu, feminist, gazeteci, siyasetçi, aydın kadın arkadaşlarım bana kadın olarak gurur veriyor. Onların kafalarının ve yüreklerinin “Biz bu öcüleri görmeye bile dayanamıyoruz” diyen Arıtman modeli sözde çağdaş ve laik kadınlarınkinden bin defa daha açık olduğunu biliyorum. Böyle olduğu için de uğradıkları ayrımcılığa ve haksızlıklara sadece kadın dayanışmasıyla değil, özgürlük ve demokratik haklar için de karşı çıkıyorum. Başbakan’ın bölücü sözlerinde söylediği gibi, örtülü kadın kardeşlerim benim haklarımı ne kadar korudular, ne kadar korumadılar hesabını hiç yapmadım onların haklarını savunurken; örtünme meselesinde bugüne kadar mağdur kesim örtülüler olduğu için, gerçek hayatta örtüsüzlerle dayanışma diye bir gerekleri de olmadı zaten. Başbakan’ın sözleri; hak ve özgürlükler mücadelesini tarafların (!) bir alışverişi gibi değerlendirmesiyle, sen benimle dayanışırsan ben de seninle dayanışırım kertesine indirgemesiyle de demokratik bilinç özürlü.  
Herkesin ötekinin hakkını, özgürlüğünü kendi hakkı, kendi özgürlüğü gibi savunmayı öğrenmesi kolay olmuyor; özgürlük ve demokrasi bilinci kolay kazanılmıyor. Özgürlüğün, barışın, demokrasinin kulağa hoş gelen güzel sözler olmakla kalmayıp, özümsenmiş, içselleştirilmiş değerler haline gelmesi; kişinin ve toplumun sözde değil özde demokrat olması, Tayyip Erdoğan örneğinde de izlediğimiz gibi hiç de kolay değil. Ama imkânsız da değil. Kimilerimiz dirense de hepimiz değişiyoruz; toplumsal değişimin ivmesi hepimizi bulunduğumuz yerlerden özgürlüğe ve demokrasiye doğru ileri itiyor. Ne Kürt meselesinde, ne Alevilerin inanç ve ibadet özgürlükleri ne de örtünme meselesinde hiçbirimiz on yıl, beş yıl, hatta geçen yıl olduğumuz yerde değiliz. Biz kadınlar da belki biraz ağır ama emin adımlarla; değişerek, birbirimizi değiştirerek ve özgürleştirerek ilerliyoruz. İş ki sizler: Örtünme dahil bütün kuralları koymuş olan, örtülü ya da örtüsüz bütün kadınları tutsaklaştıran değerler sistemini yaratmış olan, şimdi de bizim bedenimiz üzerinden, giyimimiz üzerinden siyaset yapan siz erkekler ve eril iktidarınızın erkekleştirdiği kadınlar bize karışmayın, aramıza kama sokmaya kalkışmayın.