Oya Baydar

10 Aralık 2014

'Halk için halka rağmen'den, 'İsteseler de istemeseler de'ye...

Önümüzdeki dönem, sivil itaatsizliğin tek müdahale aracımız olacağı bir dönem.

Toplumları kökten değiştirmeyi; Tanrı gibi, kendi suretlerinde yeni bir toplum, yeni insan, yeni nesiller “yetiştirmeyi” amaçlayan bütün ideolojik iktidarlar şu ya da bu kesimin, şu ya da bu sınıfın direnciyle karşılaşırlar. Kitlelerin yeni efendilerin toplum projelerine yabancılıkları, uzaklıkları, çıkar zıtlıkları ne kadar derinse direnişleri de o kadar güçlü olur. Açık ya da örtük direnç ne kadar yoğunlaşır, yükselirse egemenlerin baskıları da o kadar sertleşir. Kitlelerin memnuniyetsizliği, uyumsuzluğu, direnişiyle demokratik ortamda başa çıkamayan rejim, otoriterliğe, olmadı diktatörlüğe evrilir.

Siyasî iktidarı ele geçirmek, -ister darbeyle ister demokratik yollarla olsun- görece kolaydır; güç olan, iktidarı sağlamlaştırıp sürekli kılacak ideolojik hegemonyanın tesisidir. Toplumu oluşturan kitlelerin, yani insanların iktidarların doğru gördükleri, istedikleri kalıba dökülmesi hiç kolay olmaz. Zora başvurulduğu, yanlış kan verildiği, ya da yeterince birikim, yeterince zaman sağlanmadığı durumlarda, toplum mühendisliği projesi kağıt üzerinde çok iyi görünse de, temelleri sağlam oturmadığından bina er veya geç çöker. Bu çöküş, yakın tarihte örneklerini gördüğümüz gibi tam bir enkaz da olabilir, daha hafif çatlaklarla, sürekli onarımla da atlatılabilir.

 

Cumhuriyet Projesi halk içindi ama...

 

Türk ulus-devletinin ve Cumhuriyet’in kuruluşu dağılan bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde yeni ve muasır (çağdaş) bir toplum yaratma projesiydi. Yeni toplumun geçmişten tam bir kopuş ve reddiye ile, Batı modelinde kurulması amaçlanıyordu.

Başta Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının amaçları da, niyetleri de has’tı. Batı aydınlanmasının değerlerini benimsemiş modern (asrî), müreffeh, ileri bir toplum yaratılmak isteniyordu. Halk eğitilecek, aydınlatılacak, “medenîleştirilecek”, dinsel taassubun ağlarından kurtarılacaktı. Cumhuriyet ideolojisini ve değerlerini benimsemiş yeni kuşaklar, aydınlanma çocukları yetiştirilecekti. Cumhuriyet’in kurucularının, siyasî kadrolarının, aydınlarının, ideologlarının hayallerindeki toplum, “Halk için, halkla birlikte” kurulacaktı. Bu ilke ya da sloganın, “Halk için, halkla birlikte, gerekirse halka rağmen”e dönüşmesi fazla uzun sürmedi. Toplumsal gerçeklik o muhteşem projeyi gözden geçirmeyi zorluyordu. Halkın sınıfsal ve kültürel olarak Tanzimat’tan beri bu projeye yatkın kesimleri (ki azınlıktaydılar) bir yana, kitleler büyük ütopyaya hazır ve istekli değillerdi. Yeni toplum projesi halk içindi ama çaresiz, halka rağmen gerçekleştirilecekti.

Neredeyse bir yüzyıl sonra, bugün karşı karşıya bulunduğumuz devâsâ sorunları ve tam önünde durduğumuz tehlikeli eşiğe nasıl geldiğimizi anlayabilmek için “Yanlış neredeydi?” sorusunu cesaretle sormamız gerekiyor. Sorunun cevabını hainlerde, dış mihraklarda, düşmanlarda, “adam olmayan” ya da sürekli kandırılan halkta aramak yerine, “halka rağmen”in nasıl aşılabileceğini hegemonik emelleri bir yana bırakarak düşünmemiz gerekiyor.

 

“İsteseler de istemeseler de!”

 

Cumhuriyet’in kuruluşundan doksan yıl sonra, Türkiye’nin 1923 Cumhuriyeti’yle bağlarını koparacağını simgesel şekilde Çankaya’yı reddedip 1150 odalı sarayına taşınarak gösteren Tayyip Erdoğan, Eğitim Şurası’nda alınan kimi akla zarar kararları tartışanlara sopa gösteriyor. “İsteseler de istemeseler de öğrenecekler!” diye kükrüyor. Kemalizmi toplum mühendisliğiyle, “halka rağmen”cilikle eleştiren Tayyip Erdoğangiller; dindar nesiller yetiştirmenin, Osmanlı’nın restorasyonunun, toplumu siyasal İslam modelinde kurgulamanın en temel amaçları olduğunu açıkça ilan ederken (ve de gereğini pervasızca yerine getirirken) nasıl bir toplum mühendisliği peşinde olduklarının farkında değiller mi? Ya da bu kadar sağduyusuz, bu kadar gözüdönmüşler mi?

1920’lerin dünya koşullarında; bunca toplumsal deneyimin yaşanmamış, henüz çağdaş demokrasi kavramı ve uygulamalarından nasipsiz olunan bir çağda Cumhuriyet projesi anlaşılabilir bir hamleydi. Aynı dönemde, 1917 Bolşevik devrimi sonrasında Rusya’da komünist toplum projesi adım adım ilerliyordu. Proletarya diktatörlüğü kavramı ve uygulaması (ki kısa sürede parti ve kişi diktatörlüğüne dönüştü) zorunlu ve haklı görülüyordu.

Demek istediğim şu ki, bütün bu tarihsel deneylerden ve süreçlerden 90 yıl sonra, siz hâlâ dindar ya da dinsiz, şöyle veya böyle nesiller yetiştirmek peşindeyseniz, üstelik bunu yüz yıl öncesinin değerleri üzerine oturtmaya çalışıyorsanız ve en önemlisi “isteseler de istemeseler de!” buyrukçuluğu ile topluma parmak sallıyorsanız; ne demokrasiden, ne özgürlüklerden dem vurmaya hakkınız yoktur.

“İsteseler de istemeseler de olacak” mı diyor Tayyip Bey. Hiç kusura bakmasın. Ben istemiyorum, almayayım canım! Biz istemiyoruz...

 

Millî irade benim Beyler!

 

Tayyip Bey ve kadroları, sandıktan çıkan oyları “milli irade” sayıyorlar ve sanıyorlar. Millî iradeyi de kendilerine verilen oyla sınırlıyorlar. Aslında partilerinin oy oranı yüzde 43-47 düzeyinde. Ya ötekiler? Bütün bu olup bitenlere karşı olanlar, artık karşı olma sınırlarını aşıp tepki veren ve isyan edenler? Ya ben? Bizler, yani  çoğunluk, milli iradeyi temsil etmiyor muyuz?

Bu beyin yıkama hepimizi öyle etkiledi ki, ana muhalefetin düşük oyları üzerinden düşünmeye alıştık. Ama iddia ile söylüyorum; bırakalım her şeyi bir yana, son tartışmalı Eğitim Şurası’nın havasının ve kararlarının bu ülkenin çoğunluğunu, yani millî iradeyi yansıtmak bir yana, öfkelendirdiğini düşünüyorum.

Din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını tartıştığımız günlerde, Alevî yurttaşlarımızın bu en temel talebiyle alay edercesine ilkokulların birinci sınıfından başlayarak (hatta değerler öğretimi maskesi altında anaokullarına yaygınlaştırarak) din dersinin zorunlu hale getirilmesi hangi millî iradeyi yansıtıyor. Bu ülkede milyonlarca Alevî var, ağırlıklı kesimleriyle laik, seküler Kürt halkı/ hareketi var, Atatürkçü laikler var, azınlıklar var, bencileyin bütün inançlara saygılı ama inançsız demokratlar var. Siyasal İslamcı Sünnî “millî irade!” nin çok üstünde sağduyulu, demokrat Müslümanlar var.

“Nüfusun yüzde 99’ı Müslüman olan Türkiye” sizlerin toplumu inandırmaya çalıştığınız bir yalandan ibaret. Daha doğrusu, o Müslümanların büyük çoğunluğu sizler gibi Müslüman değil. Nüfus kağıtlarımızda zorla “Müslüman” yazması herkesi sizin yüzde 99’unuza dahil etmiyor. Kısaca: Millî irade Tayyip Bey’in iradesi değil; benim iradem, senin iraden, sadece AKP’nin yüzde ortama 45’inin değil, hepimizin iradesi.

 

Sembolik bir sivil itaatsizlik önerisi

 

Din derslerinin 5-6 yaşlarındaki çocuklar için bile zorunlu olmasını reddediyorum. Bunu, şimdiye kadar inanç ve yaşam biçimleri üzerinde her türlü baskıya karşı çıkmış biri olarak, Müslüman kadınların, inançlı arkadaşlarımın inançlarını özgürce yaşamalarını, örtünmelerini, örtülü olarak kamusal alana çıkmalarını sonuna kadar savunmuş, bu yüzden kendi mahallemden kovulmuş biri olarak koplekssiz ve göğsümü gere gere söylüyorum. Bilinçten ayrılan inanç hiçtir. 5-6 yaşında çocuğun, 3 yaşında bebenin bilinçli seçme özgürlüğü yoktur. Bu mudur sizin inanç anlayışınız, Müslümanlığınız? 1. sınıfta din derslerine giren minik kız, dersin gereği kapanacaktır, kapatılacaktır. Baskıların en serti olan mahalle baskısı, bırakın çocuğu aileyi de kuşatacaktır. Örtünmek isteme dayalı bilinçli bir seçimdir. Bunu değerli örtülü kadın arkadaşlarım çeşitli yazılarında, yorumlarında benden çok daha iyi anlatıyorlar.

Eğitim Şurası adı altındaki ideolojik baskı mekanizmasının 1. sınıftan zorunlu din dersi ve benzeri kararlarının uygulamaya girmesi halinde, hiç vakit geçirmeden barışçı bir sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirmemiz gerekiyor: Çocuklarımızı, torunlarımızı bu çarkın dışına çıkaralım; o derslere sokmayalım, sonuçlarına katlanalım. Sakın, “ama çocukların eğitimi aksar, ama zararlarına olur” demeyin bana. Daha 1. sınıfta, kimin nasıl anlatacağını bilmediğimiz, çocukların ise hiçbir şey anlayamayacağı, “ders” adı altındaki bir dayatmaya maruz kalmalarındansa bebelerin, oturup oynamaları yeğdir.

Önümüzdeki dönem, sivil itaatsizliğin tek müdahale aracımız olacağı bir dönem. Hakkını verelim. Unutmayalım: Millî iradenin parçasıyız ve cami duvarına işeyenlerin cinnet adımları karşısında çoğunluktayız.