Ağrıyan, zonklayan dişim, kulağım, boğazım, başım; ağrıyan her yerim. Üstüne bir de ağır antibiyotiğin yorgunluğu. Bilgisayarın başında sürünüyorum. İki yazıya birden başlamışım, aslında ikisini de yazmak istiyorum. Çünkü içimde biriken, göğsümün orta yerine demir yumruk gibi oturmuş öfke ve umutsuzluk çığlığını tutamıyorum. Avaz avaz haykırırsam içim ferahlayacak, ağrılarım hafifleyecek sanki. İki yazıya birden başlamışım ama gitmiyor, yazamıyorum. Yazmayı, paylaşmayı, çırpınmayı anlamsız hatta budalaca buluyorum. Hayır; ağrılar sızılar yüzünden değil, ağrı eşiğim yüksektir, dayanırım; yarın da bir şeyciğim kalmaz zaten. Yazamıyorum, anlamsız buluyorum, bıkkınım; çünkü tam 50 yıldır özünde aynı şeyleri yazmışım, aynı değerler için, aynı ütopyaya doğru: insanın, yaşamın, dünyanın ve ülkemin daha aydınlık, daha özgür, adaletli, barışçı, eşitlikçi olması için, zalimin zulmüne karşı, sömürünün her çeşidine karşı, insanın insana kul olmaması için çabalamışım. Bazen tökezlemişim, bazen yanılmışım, bu yüzden kendimle yüzleşmiş, hesaplaşmışım, kendimi terbiye etmeye çalışmışım. Ve işte 72 yıllık yaşamın sonunda vardığım nokta -bunu söylerken özellikle gençlerden utanıyorum ama- vardığım nokta bezginlik, umutsuzluk, belki bir gün bir şeyler olur ama ben göremem hali...
İsyan ediyorum. En az dört kuşağın umutlarını, heyecanlarını, kafalarını, yüreklerini, vicdanlarını karartan sistemin efendileri yada uygulayıcıları, maşaları olan gelmiş geçmiş ve de bugünkü muktedirlere isyan ediyorum. Derini, çeteleri, efendileri, ağır abileriyle “devlet” denilen o baskı ve şiddet aparatına ve asıl onun Türkiyeli biçimine isyan ediyorum. Ben bu sistemin, bu devletin yargılanacağı büyük davanın, sadece kendi kuşağım değil ülkemin bütün insanları adına müdahiliyim; müdahilden öte davacıyım: Umutlarımızı kırdığınız, bizleri bezginliğe mahkûm ettiğiniz, devlet sırrı adını verip ardına sığındığınız pisliklere bulaştırdığınız, sağlı sollu, dindar laik muhafazakârlığınızla toplumun geleceğine ipotek koyduğunuz için; vatan millet palavralarıyla iktidarlarınızı pekiştirip halkları birbirine düşman ettiğiniz için, 1915 için, Dersim için, Kürtlere yapılan zulüm için ve asıl bütün bunları yalanlara bulayıp sisler arkasında saklayıp gözlerimize perde çektiğiniz için davacıyım,
İki yazıya başlamıştım. Birinin başlığı Muhafazakârlık Adını Verdiğiniz Zaptiye, diğerinin başlığı Derin Devletin Ağar Abisi idi. Muhafazakârlık dediğiniz ilkel, yalancı, ikiyüzlü; sanatta ve yaşamda yaratıcı özgürlüklere, insanı daha iyi, daha derin kılacak, topluma renk ve güzellik katacak her şeye düşman zaptiye zihniyetinin aslında erkek iktidarının İslami sosla yutturulmaya çalışılan zorbalığından başka bir şey olmadığını yazacaktım. O sihirli muhafazakârlık sözcüğünün altındaki kadın sorununu, muhafazakârlıktan anladığınızın kadın ve cinselliğin bastırılması olduğunu, en az üç çocuk doğur evinde otur tavsiyeleriyle kutsallaştırdığınız ailenin kendi eril iktidarınızın payandası olduğunu, ahlâki görüş mesafenizin iki bacağınızın arasında olduğunu, taşra dar görüşlülüğünü yansıttığını, özünde sistemi muhafaza etmekten bir adım öteye geçemeyeceğinizi yazacaktım.
Ya da, bu her zaman yazılabilir bir konu; öfkeye kapılmadan irdeleyerek, düşünerek yazmalıyım, başka bir sefere kalsın, diyerek Ağar vakasının bu ülkede hukuğun, adaletin iflasının bir kez daha tescili olduğunu; kendinden devletlû edalarıyla “biz” diye söz eden bu ağır abinin ister Kontrgerilla, özel harp, Ergenekon, Susurluk deyin; ister devletin faşist çeteleri, faili meçhuller, faili belliler, Şemdinliler deyin, otuz yılın bütün karanlık işlerinden, cinayetlerinden sorumlu birkaç kişiden biri olduğunu hatırlatacaktım. Ağar örneğinden hareketle AKP’nin sözde hesaplaştığını iddia ettiği sistemin ve İttihat Terakki kökenli devletin sapasağlam ayakta durduğunu, sadece değnekçilerinin değiştiğini anlatmaya çalışacaktım. Ama, yazacağım da ne olacak bezginliğine, ağrılara ve antibiyotiğe yenilip yazmaktan vaz geçtim.
Sonra bir şey oldu. Tam bilgisayarı kapatmaya hazırlanırken, t24’ün manşet haberine ilişti gözüm. Kapitalizmle Mücadele Platformu adı altında toplanan Müslüman gençlerin 1 Mayıs çağrısını okudum. Bir daha, bir daha okudum. İçimi kaplamış olan koyu karanlık ve ağırlık bir kenarından aydınlandı. Belki de umut Müslümanıyla, Hıristiyanıyla, Sünnisi Alevisiyle, ateisti inanmışıyla herkes için hak, herkes için adalet, herkes için özgürlük isteyen, bütün mağduriyetleri kendi mağduriyeti sayan insanların ortak payda olan vicdanda buluşup birlikte yürümelerindedir, diye düşündüm.
Kimseyi kandırmak istemem, kimse de yanlış anlamasın: Ben inançsızım. Kapitalizmle Mücadele Platformu’nun “Mülk Allahındır” sloganını kulun, yani insanın ne mülkiyet ne de başka insanlar üzerinde egemen ve efendi olabileceği anlamında muktedirlere başkaldırı olarak anlıyorum. Belki yanlıyorum, belki bir saman alevidir, küçük bir çevrenin iyi niyetli çıkışından ibarettir. Ama bir ses ve bir ışıktır.
1 Mayıs çağrısındaki ezberlerimizi bozan sese kulak verecek alçakgönüllülüğü gösterebilir miyiz? O sesi, çok sesli bir koroya dönüştürebilir miyiz? Genç kuşaklar yapabilirler mi bunu? Bilmiyorum, yine de umut etmek istiyorum.
Yazıyı uzatma pahasına, 1 Mayıs çağrısının tam metni şöyle:
1 Mayıs Hakkı Müdafaa Günüdür!
Emeği, ekmeği, alın terini ve hakkı müdafaa etmek İçin!
Zincirleri kırmak ve ‘kölelere özgürlük!’ demek için!
Adalet, özgürlük ve eşitlik için!
İşçinin, emekçinin, işsizin, yoksulun ve mahrumun hakkı için,
‘Asgari ücret azami köleliktir’ demek için!
AVM şantiyelerinde yanan, barajlarda boğulan işçilerin ve cezaevlerinde tecavüze uğrayan çocukların feryadı olmak için!
‘Hrantlar, Uludereliler/Roboskililer, Ceylanlar ve daha niceleri hangi suçlarından ötürü öldürüldü’ demek için!
Baskı ve sindirmeyle yok sayılan Kürt Halkının talepleri, taleplerimizdir demek için!
Ölüm değil çözüm demek ve barışa bir ses vermek için!
Erkekçiliğe ve erkek egemenliğine karşı, bedeni metalaştırılan, kişilikleri değil dişilikleri kimlikleştirilen, kapitalizmin ve tarih boyunca tüm sömürü düzenlerinin en etkili silahlarından biri olarak kullanılan, din, örf, töre adına hakları elinden alınan ve yok sayılan kadınların özgürlüğü ve eşitliği için!
Yalın ayaklıların, kimsesizlerin, horlanan göçmenlerin, diri diri gömülen seks kölesi kadınların sessiz çığlıklarını duymak ve duyurmak için!
Tutsaklarla dayanışmak, ‘siyasi-askeri operasyonlara son!’ demek için!
Çocuklarımızı robotlaştıran ve senelerce resmi ideoloji yoluyla uyutan zorunlu eğitimin dayatmacı yüzüyle hesaplaşmak için!
Zorunlu askerliğin zulüm, vicdani reddin ise insani bir hak olduğunu haykırmak için!
Katliamlarla, sürgünlerle, tehcirlerle varlıklarına kastedilen Ermeni ve Alevi yurttaşlarımızın hakkı için!
Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara, ekini ve nesli ifsat edenlere karşı ses çıkarmak,‘Güneş, rüzgar bize yeter! Nükleere ve Hes’lere Hayır!’ demek için!
Yaratan’ın bizlere emanet ettiği ancak kapitalizmin yok etmek üzere olduğu dünyamıza sahip çıkmak, bu saldırganlığa karşı doğanın ve tüm canlıların isyanına isyan katmak için!
Dünya halklarının emek, adalet ve özgürlük mücadelelerini selamlamak,
Sömürüye, savaşa, işgale, emperyalist ve faşist saldırganlığa ‘dur’ demek için!
Halkın ve hakkın sesini yükseltmek için!
Firavunlara, Karunlara, Hamanlara, tağutlara, kula kulluğa ve köleliğe geçit vermemek için!
Sınıfsız, sınırsız bir barış yurdu için!
1 Mayıs’ta Taksim Meydanındayız!
1 Mayıs Kapitalizmle Mücadele Korteji
"İnsan için emeğinden başkası yoktur" (Kur'an: Necm 39)