Örsan K. Öymen

09 Aralık 2011

Türkiye Cumhuriyeti mi, Fenerbahçe Cumhuriyeti mi?

Malum, Türkiye’de halkın elinden her şeyi çaldılar. Emeğini çaldılar, sağlığını çaldılar, eğitimini çaldılar...


Malum, Türkiye’de halkın elinden her şeyi çaldılar. Emeğini çaldılar, sağlığını çaldılar, eğitimini çaldılar, geleceğini çaldılar. Halkın elinde sadece bir futbol kalmıştı, ama onu da çaldılar. Futbol müsabakası izlediğini zanneden halk, rüşvet müsabakası seyrettiğinin bilincine vardı. Türkiye halkı, acı bir biçimde, parayla maç ve şampiyonluk satın alınabileceğini böylece öğrenmiş oldu, yuvarlak olan top, bir anda dikdörtgen bir para banknotuna dönüştü.
Çünkü işin içinde büyük para var ve bu paradan nemalanan da her zaman olduğu gibi yine halk değil. Maça bilet bile almakta zorlanan taraftarlar kullanılıyor, taraftarlar enayi yerine konuyor, bazıları ise futbol sektöründen milyoner, trilyoner oluyor.
Malum, savcının hazırladığı iddianamede yer almak ve suçlanmak, suçlu olmak anlamına gelmez. Ancak bazı Fenerbahçeli yöneticilerin ve taraftarların sandığı gibi, bu, suçsuz olmak anlamına da gelmez. Tutuklanan yöneticilerine sahip çıkmak adına futbol maçı ve sahası basan, sokak mitingi yapan, Metris Cezaevi ziyaretini neredeyse kutsal hac ziyaretine dönüştüren, geçen gün oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçının arası dahil olmak üzere, televizyon kanallarına, dünyanın parasını ödeyerek, tutuklu yöneticileri için, “Her zaman, sonsuza dek yanınızdayız” türünden reklamlar veren, Fenerbahçe’nin şikeyle suçlanan yöneticileri ile Fenerbahçe’yi özdeş kılacak kadar Fenerbahçe ruhundan uzaklaşmış olan Fenerbahçeli yöneticiler ve taraftarlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçe sayarak, ona alternatif, derin bir cumhuriyet kurdular: “Fenerbahçe Cumhuriyeti”!
Futbol taraftarlığını ve sevgisini aşan, büyük ölçüde psikopatlık, para ve zenginlikle beslenen bu megaloman bakış açısı, kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin bile üzerinde görüyor. Fenerbahçeli olmak bazıları için o kadar önemli bir hale geldi ki, bu kimlik, dürüst, namuslu, onurlu ve şerefli insan olmak kimliği dahil, tüm kimlikleri öyle aştı ki, evrenin ve dünyanın ve yaşamın merkezi öylesine Fenerbahçe ile özdeşleşti ki, artık haklarında ciddi iddialar bulunan ve bu nedenle tutuklanan Fenerbahçeli yöneticiler bile peşinen suçsuz ilan edildiler, Fenerbahçe yönetimi, bir anda masum ve mağdur ilan edildi. Basına yansıyan iddialardan anlaşıldığı kadarıyla Trabzonspor’un şampiyonluk kupası  şike ile gasp edildi, ama masum ve mağdur yine de Fenerbahçe oldu! Bu nasıl bir “güç” ve bu “cesaret” nereden geliyor?!
Temmuz ayından beri Fenerbahçe hakkında basına da yansıyan ve tekzip edilmeyen onlarca şike iddiası var, Fenerbahçe yönetimi ise hala, “Bizi UEFA’ya TFF şikayet etti, hakkımız yendi, Avrupa Şampiyonlar Kupası’na katılamadık” diye ağlıyor ve ortalığı ayağa kaldırıyor! Bu nasıl bir “güç” ve bu “cesaret” nereden geliyor?!
Oysa TFF bugüne kadar her zaman Fenerbahçe’nin lehinde karar aldı. TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, 15 Ağustos’tan önce, “Savcılıktan elimize belge gelmedi, belge olmadan karar veremeyiz” diyordu. Daha sonra Savcılık, basına yansıyan haberlere göre toplam 26 klasör, 14 bin adet belgeyi TFF’ye gönderdi. Tanık ve zanlı savunma ifadelerinden, mahkeme kararıyla telefon dinleme tutanaklarından, fotoğraflardan oluşan bu belgeleri TFF 21 gün boyunca inceledi. Ancak TFF’ye 26 klasör, 14 bin adet belge de yetmedi ve 15 Ağustos günü Mehmet Ali Aydınlar, “Elimizde yeterince belge yok, iddianameyi bekleyeceğiz” dedi. Oysa TFF yasayla kendisine tanınan yetkiyi kullanıp, iddianameyi beklemeden, bir kanaate varıp, Fenerbahçe’ye disiplin ve küme düşme cezası verebilirdi. Ama yapmadı! Acaba Fenerbahçe’deki bu “güç” ve bu “cesaret” nereden geliyor?!
Olayların farkında olan UEFA ise bunun üzerine TFF’ye ultimatom verdi, “Ya yetkini kullan ve gereğini yap ya da milli takım dahil, Fenerbahçe dahil, tüm kulüpler dahil, Avrupa ve dünya kupaları müsabakalarına yıllarca katılmayı unut” dedi. Bunun üzerine TFF Fenerbahçe’yi Avrupa Şampiyonlar Kupası’ndan men etmek zorunda kaldı. Yani bunu mecburen yaptı. Zaten geçen gün TFF yetkilisi İlhan Helvacı, süt dökmüş kedi gibi, neredeyse yalvarırcasına, Fenerbahçe yöneticisi Ali Koç’un iddiaları karşısında, “Vallahi de billahi de bunu biz yapmadık, UEFA zaten her şeyi basından ve gelen e-posta mesajlarından öğrenmiş, bize ultimatom verdiler, biz de onun üzerine bunu yapmak zorunda kaldık” anlamına gelen bir demeç verdi. Yani bugüne kadar, bir tek TFF yöneticisi bile, sürekli yaygara yapan Fenerbahçe yönetimine, “Kardeşim, yasalara ve savcılıktan ulaşan belgelere göre, benim bir kanaate vararak, seni küme düşürme ve Avrupa Şampiyonlar Ligi’nden men etme yetkim var, sen kim oluyorsun da benden hesap soruyorsun!” diyemedi! Acaba Fenerbahçe’deki bu “güç” ve bu “cesaret” nereden geliyor?!
Daha önceki yazılarımızdan birisinde de söylediğimiz gibi: İddianame çıktıktan sonra da Aydınlar çıkıp, “Bu İddianame de yetmez, mahkeme kararını bekleyeceğiz” derse, mahkeme kararı çıktıktan sonra da, “Bu mahkeme kararı yetmez, temyiz kararını bekleyeceğiz” derse, temyiz kararı da çıktıktan sonra, “Bu karar da yetmez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını bekleyeceğiz” derse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de kararı çıktıktan sonra, “Bu karar da yetmez, ilahi adaleti bekleyeceğiz” derse kimse şaşmasın.
Tabii bunu çaktırmadan yapmanın yolları da var: İddianameden sonra TFF tek tek adı geçenlerin savunmasını alacakmış! Yani TFF için Savcılık’ta ve Emniyet’te alınan ifadeler de yetmiyor! Diyelim ki sanık Emniyet ve Savcılık’ta verdiği ifadeyi TFF’ye verdiği savunmada reddetti, “Ben baskı altında ifade verdim, böyle bir şey yok” dedi. Bu durumda ne olacak? TFF, “İfadeler çelişiyor, ben karar veremem” mi diyecek? Bu da ilahi adaleti beklemek gibi bir şey olsa gerek! Hem de her şeyi kılıfına sokarak!
Bu da yetmedi, en büyük skandalı geçtiğimiz haftalarda yaşadık. Siyasal partiler yasası, yüzde on barajı, düşünce ve ifade suçları gibi yaşamsal önemde konularda, demokrasimiz için utanç verici hale gelen sorunların ortadan kaldırılması konularında bir araya gelemeyen siyasi partiler, konu Fenerbahçe ve futbol olunca, bir anda anlaştılar, şike yapanlara ciddi oranlarda ceza indirimi getiren yasal düzenleme yapmaya kalktılar. Türkiye’de düşüncelerinden ve yazılarından ötürü 60’dan fazla gazeteci, yazar yıllardır hapiste, Türkiye bu konuda dünya rekoru kırmış durumda, buna ses çıkartan yok, ama konu Fenerbahçe ve 5 aydır hapiste yatan yöneticiler olunca herkes seferber oluyor! Acaba Fenerbahçe’deki bu “güç” ve bu “cesaret” nereden geliyor?!
Cumhurbaşkanı da haklı olarak, zamanlaması nedeniyle, bunun belli kişilere yönelik özel yasal düzenleme olduğu izlenimi vermesi ve caydırıcılık unsurunu ortadan kaldırması gerekçesiyle, yasa önerisini veto etti. Ama “koltuk için oy” ilkesi üzerinden siyaset yapanlar ve taraftar nezdinde oy avcılığına çıkanlar, başka bir deyişle ucuz popülizm yapanlar, yasayı ne yapıp edip çıkartmak konusunda ısrarlılar. Hiçbir konuda bölünmeyen, bugüne kadar “birlik ve beraberlik ruhu” içinde  karar alan AKP bile bu konuda bölündü! Acaba Fenerbahçe’deki bu “güç” ve “cesaret” nereden geliyor?!
Bu yazı kaleme alındığında savcının hazırladığı iddianame henüz tam metin olarak kamuoyuna yansımamıştı. Ancak bugüne kadar basına yansıyan ve geçmiş yazılarımızda da gündeme getirdiğimiz bazı haberlere göre, Fenerbahçe hakkında 13 maç için şike ve yasadışı teşvik pirimi verme iddiası bulunmakta. Malum, geçen sezon Fenerbahçe ve Trabzonspor sezonu eşit puanla bitirdiler. İkisinin de puanı 82 idi. Ancak Fenerbahçe averajla ve tek gol farkla şampiyon ilan edildi. Şimdi Fenerbahçe yönetimi ve Fenerbahçe’nin medyadaki borazanları, “Biz battık, herkes batsın” misali, “İşin içinde Trabzonspor da var, biz Avrupa’ya gidemedik, onlar neden gitti?!” yaygarası kopartmak peşindeler. Oysa Trabzonspor’da tutuklu yönetici yok. Basına yansıdığı kadarıyla da Trabzonspor hakkındaki tek iddia, “kulüp yöneticisi olmayan bir şahsın bir takıma teşvik primi verme teşebbüsünde bulunması”. Durum bu iken, Trabzonspor ile Fenerbahçe’yi aynı kefeye koyup, Fenerbahçe’nin şampiyonluğunda ısrar etmenin ve/veya onunla birlikte Trabzonspor’u da batırmaya çalışmanın bir anlamı var mı? Bunun anlamı olsa olsa megalomani olabilir!
Birincisi, bu şahıs, Trabzonspor yönetiminden birisi değilse, ki basına yansıyan iddialara göre bu kişi yönetici değil, bu Trabzonspor’u bağlamaz. İkincisi, bu şahıs yönetimden birisi olsa veya yönetimden birisinin talimatıyla böyle bir şey yapmış olsa bile, bu durum, ne kadar kötü olursa olsun, 13 maçta şike ve teşvik primi vermek iddiasıyla karşılaştırılamaz. Bunun cezası en fazla, sözü geçen maç için 3 puan eksiltme olur; ki bu durumda bile, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un sezon sonundaki puanları eşit olduğuna göre ve Fenerbahçe hakkında 10’u aşkın maç için ciddi şike iddiası bulunduğuna göre, Trabzonspor, 2010-2011 sezonunun Türkiye şampiyonu ilan edilmelidir. İddianamede farklı bir tablo ortaya çıkmazsa, TFF’nin adaletin sağlanması doğrultusunda alacağı asgari ve zorunlu karar budur, bunun altında hiçbir kararı adil olarak kabul etmek olanaklı değildir.
Ama gel gör ki burası Türkiye Cumhuriyeti mi, yoksa Fenerbahçe Cumhuriyeti mi, TFF de Türkiye Futbol Federasyonu mu yoksa Türkiye Futbol Fenerasyonu mu, o bile tartışma konusudur.
Fenerbahçeliler Mustafa Kemal Atatürk’ün Fenerbahçeli olduğunu söyleyip bununla sık sık övünürler. Oysa Mustafa Kemal, Fenerbahçe taraftarı olsa da olmasa da, Fenerbahçe Cumhuriyeti’ni değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kişidir! O, bugünleri görseydi, olanlardan utanç duyardı, taraftarı yanlış yönlendiren ve kandıran bu paragöz canbazların ve hokkabazların Fenerbahçeliliklerini de şiddetle reddederdi!