Örsan K. Öymen

30 Aralık 2011

Devrim ve Che Guevara

Devrim, bir düzenin yıkılması, onun yerine yeni bir düzenin getirilmesi sürecidir...


Devrim, bir düzenin yıkılması, onun yerine yeni bir düzenin getirilmesi sürecidir. Devrim, toplumsal dönüşüm demektir. Devrim çok partili parlamenter sistemde de gerçekleşebilir, mevcut olan bir diktatörlüğün zor kullanılarak yıkılmasıyla da gerçekleşebilir. Örneğin, devrimci bir siyasal parti, serbest seçimle iktidara gelip, parlamentoda devrim niteliğinde reformlar yapabilir veya çok partili parlamenter sistem yoksa, özgür bir siyasal ortam yoksa, örgütlenme, düşünce ve basın özgürlüğü yoksa, temel insan hakları yoksa, zor kullanarak da devrim yapabilir ve diktatörlüğü yıkabilir.
20. yüzyılın ortalarına kadar, dünyada hiçbir devrim, serbest seçimle, çok partili parlamenter sistemin içinden doğmamıştır. Devrimin gerçekleştiği yerlerde, demokratik bir sistem mevcut olmadığı için, devrimler zor kullanılarak gerçekleşmiştir, diktatörlükler yıkılmıştır. 1776 Amerikan devrimi, 1789 Fransız devrimi, 1917 Rus devrimi, 1923 Türk devrimi bunlara dair örneklerdir. Teokrasiye, feodalizme ve monarşiye karşı yapılmış olan bu devrimler, demokrasinin mevcut olmadığı bir ortamda yapılmıştır. Bu nedenle devrimin yöntemi de demokratik olmamıştır, zaten olamazdı da. Bu devrimler Kral’a, Çar’a ve Padişah’a karşı, yani diktatörlere ve baskıya karşı yapılmış devrimlerdir. Devrimcilerin Kral’dan, Çar’dan ve Padişah’tan reform talep etmek, devrim için onlara dilekçe yazmak, referandum talep etmek, çok partili serbest seçim talep etmek gibi bir şansları yoktu. O nedenle bu gerici ve ilkel diktatörlükleri zor kullanarak yıkmak dışında bir seçenek yoktu. Bu nedenle bu devrimlerde zor kullanılmış olması ve bununla bağlantılı olarak çatışmaların çıkması, ölümlerin, idamların da gerçekleşmiş olması tamamıyla doğaldır. Söz konusu süreçte ve devrimin yol açtığı kargaşada, haksız yere ölen ve idam edilenler de olmuştur, ancak bu, meydana gelen tüm ölüm ve yaralanma olaylarının gayri meşru olduğu anlamına gelmez.
20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen bazı devrimler ise parlamenter demokratik sistemin içinden doğmuştur, bazıları da, aynen öncekilerde olduğu gibi, demokratik bir düzenin var olmamasından dolayı, zor kullanılarak, baskıya karşı baskı yöntemiyle gerçekleşmiştir. Batı Avrupa ülkelerinde, 1960’lı, 1970’li ve 1980’li yıllarda, demokratik bir düzenin içinde, serbest seçimle iktidara gelen sosyal demokrat ve demokratik sosyalist partiler, devrim niteliğinde reformlar gerçekleştirdiler. Latin Amerika’da, 1950’de Guatemala’da ve 1970’de Şili’de, serbest seçimle sosyalist liderler iktidara geldiler, ancak reformlarını tam olarak gerçekleştiremeden,  ABD ve CIA’nin desteği ile, diktatörler tarafından darbe ile devrildiler. 1990’larda ve 2000’li yıllarda, darbeci geleneği geride bırakan Brezilya’da, Venezuella’da, Şili’de, Bolivya’da, Arjantin’de serbest seçimle sosyal demokrat ve sosyalist partiler iktidara geldiler ve devrimci reformlara imza attılar. 1949 Çin devrimi ve 1959 Küba devrimi ise, diktatörlere karşı, zor kullanılarak gerçekleşti.
Çin’de, Rusya’da ve Küba’da diktatörlere karşı yapılan sosyalist devrimlerin, demokrasi ile sonuçlanıp sonuçlanmadığı, yeni diktatörlüklere yol açıp açmadığı, elbette tartışma konusudur. Ancak bu, söz konusu devrimlerin, bir önceki aşamaya göre, ilerici olmadıkları anlamına gelmez. Kaldı ki Amerika, Fransa ve Türkiye’de de devrim, anında demokrasi ile sonuçlanmadı; demokrasiye geçiş bir hayli zaman aldı. Ancak eninde sonunda, yine bu devrimler sayesinde, çok partili parlamenter demokratik sisteme geçildi.
Che Guevara, Küba devrimini Fidel Castro ile birlikte gerçekleştiren kişidir. Che Kübalı değildir, Arjantinlidir, ancak enternasyonalist olduğu için, devrim konusuna ulusal değil küresel açıdan baktığı ve kendisini daha çok dünya vatandaşı olarak gördüğü için, Guatemala, Küba, Kongo ve Bolivya gibi çeşitli ülkelerde sosyalist devrim için mücadele etmiştir.
İspanya-Bask ve İrlanda kökenli olan Che, 1928 yılında, Arjantin’de Rosario kentinde doğmuştur. Buenos Aires’te Tıp Fakültesi’ni bitirmiştir. Che, doktorluk mesleğini seçse de, lise, üniversite ve mezuniyet sonrası yıllarında, edebiyat, felsefe, psikoloji, siyaset bilimi ile de ilgilenmiş, bu alanda birçok kitap okumuştur. Bu dönemde Che’nin okuduğu yazarların bazıları şunlardır:  Neruda, Asturias, Keats, Lorca, Faulkner, Marx, Lenin, Kafka, Aristoteles, Russell, Sartre, Camus, Nietzsche, Freud.
Entelektüel bir merakı ve donanımı olan Che, 1950 yılında Arjantin’de 4500 kilometrelik, 1951 yılında Güney Amerika’da 8000 kilometrelik bir motorsiklet gezisine çıkmıştır.  Kitapların içine sığmayan, dünyayı ve insanları yaşamak isteyen Che, bu seyahatler sırasında yoksulluğun, açlığın, hastalıkların ve baskının boyutlarını gördü, ezilen insanları gördü, ülkenin ve kıtanın içine düştüğü hali bizzat tecrübe etti. Che bu dönemde, yaşadıklarından o kadar etkilendi ki, doktorluk mesleğini bırakıp, insanlığın kurtuluşu için, siyasal mücadeleye girmeye karar verdi.
Che, ilk siyasal mücadelesini Guatemala’da verdi. Guatemala’da, sosyalist bir lider olan Jacobo Arbenz Guzman seçimleri kazanmış ve devlet başkanı olmuştu, bu da Che’de büyük bir heyecan yaratmıştı. 1953’te Guatemala’ya hareket eden Che, burada çeşitli bağlantılar kurdu ve çeşitli görevler aldı, ancak kısa bir süre sonra, ABD ve CIA destekli askerler darbe yapıp Guzman’ı devirdiler. Che, darbecilere karşı direnme çağrısında bulundu, hatta bir direniş hareketini de örgütledi, ancak yeterli destek göremeyince ve darbecilerin hedef listesine girince, Guatemala’dan ayrılıp Meksika’ya sığındı.
Che, Meksika’da bir süre doktorluk yaptı, üniversitede tıp alanında dersler verdi, gazetecilik yaptı. 1955’te, Küba diktatörü Batista’yı devirmek için devrim planları yapan Fidel Castro ile yine Meksika’da tanıştı. Dünyayı değiştirmek için yola çıkan, devrimciliğe tutkuyla bağlı olan Che, Castro güçlerine katılmaya karar verdi. 1956’da Castro ile birlikte Meksika’dan Küba’ya geçen Che, devrimin örgütlenmesinde etkin bir rol üstlendi. Che bu dönemde, radyo istasyonu kurmak, silahlı çatışmaya girmek, ihbarcıları ve casusları tutuklayıp cezalandırmak, hastaları iyileştirmek, yük taşımak, barınak inşa etmek gibi çeşitli görevler üstlendi. Üç yıl süren bir mücadelenin ardından, 1959 yılında, Castro ve Che öncülüğündeki güçler, Batista’yı devirdiler ve savaşı kazandılar.
Zaferden sonra eğitim ve sağlık alanında reformlar yapıldı, gelir dağılımındaki dengesizliğin ve sınıflar arası uçurumun ortadan kalkması için radikal ekonomik önlemler alındı. Che bu dönemde çeşitli alanlarda bakan olarak görev yaptı, ancak bakanlığı döneminde halktan hiç kopmadı, her zaman halkla iç içe oldu, hatta bakanlık işlerinden oldukça sıkıldı ve 1965 yılında Afrika’ya geçti, bu sefer Kongo’da devrim yapmaya karar verdi. Ancak Che burada oldukça dağınık bir gerilla örgütü ile karşılaştı, bir yandan dil sorunları yaşadı, bir yandan da gerillaların kendi içindeki bölünmüşlüklerini çözemedi. Bunun üzerine 1966’da Bolivya’daki devrim mücadelesine katıldı, ancak 1967 yılında, Bolivya’da kırsal alanda tuzağa düşürüldü ve diktatörlüğün askerleri tarafından yakalandı. Bolivya Devlet Başkanı Rene Barrientos, Che’nin infaz edilip öldürülmesini emretti. İnfazı gerçekleştiren asker Che’ye son olarak, din kitaplarında anlatılan ruhun ölümsüzlüğüne inanıp inanmadığını sordu. Che, “Hayır inanmıyorum, ben sadece devrimin ölümsüzlüğüne inanıyorum!” dedi. Son sözleri bu oldu ve Che 39 yaşında kurşuna dizilerek öldürüldü.
“Bu konu nereden çıktı?” diyeceksiniz. Türkiye’de televizyon ekranlarını neredeyse tekeli altına alan ve haddini bilmemekte ısrar eden bir tatlı su şaşkını, Mustafa Kemal’e “diktatör”, Lenin’e “zalim”, Deniz Gezmiş’e “sabıkalı”, Che Guevara’ya da “katil” dedi, bu büyük devrimcilerin hepsini küçümsedi ve aşağıladı.
Türkiye televizyonlarında aşağılanan bu cesur devrimciler artık sağ değiller. Dolayısıyla cevap hakları yok. Onların adına konuşan da pek fazla insan yok, büyük çoğunluk sessizliğe gömülmüş, korkmuş, sinmiş. Mustafa Kemal’le ilgili yanıtı geçtiğimiz haftalarda vermiştik, bu hafta da Che Guevara ile ilgili yanıtı vermiş olduk. Lenin ve Deniz Gezmiş olayını da ileriki haftalarda anlatacağız. Onlar vurdukça, biz yanıt vereceğiz, onurlu ve şerefli insan, onurlu ve şerefli devrimci ne demek, devrim ne demek, bunu ısrarla anlatmaya devam edeceğiz.
Küçük insanların sözleri sivrisinek vızıltısı gibi bizi ara sıra rahatsız etse de, büyük devrimcilerin sonsuza dek yaşayacaklarını ölene kadar anlatmaya devam edeceğiz!