Orhan Tekelioğlu

12 Temmuz 2020

Kazıcılar olduğu sürece unutulmak mümkün değil

Ezcümle, müthiş bir kazı çalışması Taner Ay’ın yaptığı ve anladığım kadarıyla bitirmeye hiç niyeti yok

Uzunca bir süredir bir edebiyat dergisindeki (sanal olduğuna göre, sitesi de denebilir) bir yazı serisini merakla izliyorum. Kalabalık Cadde’den söz ediyorum ve orada titizlikle edebiyat tarihimizi sabırla kazan Taner Ay’ın Unutulmuş Yazarlar başlıklı “hatırlatmalarından”. Kültür tarihi ancak Taner Ay gibi “kazıcılar” (benim için “defineciler”) ile derinleşebilir, anlam kazanabilir ve en önemlisi, sosyal tarihle buluşabilir. Şu ana kadar 22 yazarı bize hatırlattı Taner Ay (ilk yazının yayımlandığı tarih 18 Eylül 2019, henüz bir yıl bile dolmamış) ama bildiğim kadarıyla bu işe soyunduğunda önce 100 kişilik bir liste yapmış ve zaman içinde gelen önerilerle bu sayı gitgide kabarmış, sanırım zamanla daha da artacaktır.

Bu noktada durup asıl soruyu soralım: Neden unutulmuş bu yazarlar? Tamam, kolayca bir dizi neden sıralanabilir; bazılarının hemen eskidiği, bazılarının pek de fark edilmediği, bazılarının hiç kitap yayımlamadığı, bazılarının günün edebiyat mahfillerine mensup olmadığı, bazılarının bir an parlasa bile kısa bir süre sonra ne yazık ki vefat ettiği ve hatta, bazılarının bilinçli bir şekilde unutturulduğu da söylenebilir. Hepsi doğru bile olsa böyle kazı çalışmalarında esas olan, kültür (örneğimizde “edebiyat”) tarihi ile sosyal-siyasal tarihin kesiştiği noktalardır. Çünkü edebiyat tarihi, sadece edebiyata içkin, orada varolan kodlarla anlaşılabilecek bir şey olmaktan öte, sosyal-siyasal tarihimize de ışık tutar. Örnek mi istersiniz? Şerif Mardin, 19. Yüzyıl Osmanlısındaki modernleşmeyi anlamaya çalışırken Recaizâde Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası’ndaki Bihruz Bey karakterine bakar. Bihruz Beyden başlayarak, “batılılaşan” kültürümüzün ürettiği bu “alafranga züppe” tipin daha sonra yazılan birçok romandaki karakterlere öncül olduğunu haklı olarak belirtir.

Öyleyse edebiyat, alternatif sosyal tarih okumalarındaki en önemli araçlardan biridir. Tabii ki her tür edebiyat, illa ki kanonik (temel eserler) olanlar değil, aksine ve belki de tercihen daha az bilinenler, ciddî edebiyatın içinde görülmeyenler ve de “marjinal” bulunanlar.

Tabii ki Şerif Hoca, çalıştığı dönemin önemli ve “unutulmayan” yazarlarına başvurarak (ilaveten, dönemin gazetelerini de okuyarak, bağlantılar kurarak) bu “okumaları” yapmıştı. Şimdi meseleye diğer tarafından yaklaşmaya çalışalım. Bihruz Bey'e benzer bir karakter, Recaizâde’den önce fark edilmemiş ya da başka bir edebi eserde kullanılmamış mıdır? Mutlaka kullanılmıştır, batılılaşma cereyanı ile karşılaşılan bir toplumda tuhaf, sivri ve özünde “melez” (hibrit) bu tip karakterlerin çıkmaması zaten imkânsızdır. Nasıl şimdilerde “yeni-Osmanlıcılık” bir tür moda olup kendi karakterlerini yaratıyorsa, her dönemin kendi karakter prototipleri ve aslında, toplumsal anlatı kalıpları da şekillenir. Taner Ay, temelde hayat hikâyelerini anlatıyor bu yazarların ama o kısacık hayat hikâyeleri bile öyle ilginç ipuçlarıyla dolu ki, şaşarsınız.

Örnek olsun diye bir iki yazıya işaret edeceğim, bende uyandırdığı düşüncelere, aklıma getirdiği bağlantıları vurgulamaya çalışacağım. Örneğin ilk yazı, Kemal Altınkaya’ya (1895-1956) ilişkin. Üsküp’de doğmuş olması bile hemen akla Balkanlardaki Türk varlığını onun arkasındaki Osmanlılının en önemli toprak kayıplarından olan Balkan Savaşı'nı getiriyor. Üsküp’te ilk ve orta okulu bitiren, oradaki Türk okullarında öğretmenlik ve daha sonra da Türkiye elçiliğinde tercümanlık yapan Altınkaya, anladığm kadarıyla 1930’ların ortalarında Türkiye’ye yerleşmek için gelir ve önce Vakit gazetesinde daha sonra ise bugün TRT olarak tanımladığımız teşkilatın yayın organı olan Radyo Dergisi'nde (medya tarihi araştırmacıları için en temel kaynaklardan biridir) çalışmaya başlar. Bir çok Rumeli türküsünün kaynak kişisinin bizzat Altınkaya olduğunu hayat hikayesinden öğreniyoruz. Öyle ki, esas ismi Eliza Ölçüyan (Taner Ay da, bir çok yerde yazıldığı gibi soyadını “Surhantakyan” yazmış ama hikayenin esasını Bercuhi Berberyan’ın 31 Mart 2016 Agos’taki yazısından öğrenebilirsiniz) olan ünlü türkücümüz Zehra Bilir’in radyoya girmesine vesile olmuş. Bu yazarın savaş yıllarında (1943-45) yayımladığı üç romanını ilk fırsatta okumaya çalışacağım. Çünkü, aslında çok önemli bir dönem olmasına rağmen, 1940’lı yıllar nedense pek çalışılmaz.

Bu ilk yazıdaki “biyografi” duygusu sakın ola ki sizde yanlış bir izlenim vermesin. Aksine, diğer yazıların çoğunda Taner Ay çok daha fazla yer alıyor. Akademik bir nesnellik, yazar ile arasına mesafe koyma gibi bir kaygısı yok, bu da yazıları çok daha lezzetli, okunur kılıyor. Unutulmuş yazarlara dair tabii ki bir çok akademik makale, tez yazılıyor var ama o söylemin metodolojik kuralları ister istemez okuru oldukça soğuk bir anlatımla başbaşa bırakıyor. Meslekî nedenlerle benim için tabii ki bir sorun değil ama birçok okur için akademik metinlerin okunması zor olabiliyor. Taner Ay’ın edebiyatçı kişiliği, Türkçeye olan hakimiyeti ve oldum olası meraklı olduğu sinema yazarlığı, yazıların neredeyse bir senaryo gibi okunabilmesine imkân sağlıyor.

Örneğin 10 ve 13 Numaralı yazılarında bizzat tanıdığı Zühtü Bayar ve Emin Ersoy’u anlatırken anlatılanlar, hayat öyküleri çok daha öne çıkabiliyor. Kişisel gözlemlerle zenginleşmiş çok lezzetli yazılar. Tamam, anlatılan insanlar yazar ve yazdıkları eserleri de var ama yazının gücü bazen odağı değiştiriyor, şu soruyu sorduruyor: Nasıl hayatlarmış bunlar? Bence burada vurgulanması gereken başka bir odak var. Aslında edebiyatçıların (ya da genel olarak sanatçıların) hayatları “sıradan”a, “tektip” olmaya karşı direnişin hikâyeleri olarak da okunabilir. Çünkü, bir dizi tuhaf, alışılmadık virajı, kavşağı oluyor bu hayatların ve yolculuklarına biraz dışardan bakınca ilginç benzerlikleri hemen fark ediyorsunuz. Neye karşı olduğu hiç de önemli olmayan bir muhalif tavır.

Biraz önce sözünü ettiğim Emin Ersoy’a ilişkin yazının İngiltere kısmını okuduğum zaman tanıdığım bir çok insan aklıma geldi; evet, hemen hepsinin bu dünyadaki karşılığı “marjinal” olmalarıydı. Benim için hiçbir negatif anlamı yok bu sözcüğün. Toplumun kenarında anlamına gelir “marjinde olmak”, o kadar. Merkezi seven çok zaten, bırakın da bazıları çevrede dursun. Yine yazıdan da öğreniyoruz ki, Emin Ersoy sinemaya çok düşkün olduğundan ve o yıllarda (1970’lerin başları) Türkçe'de pek de doğru dürüst sinema kitabı olmadığından, hem İngilizcesini geliştirmek, hem de o kitapları okuyabilmek için İngiltere’ye gider. Gerisini siz okursunuz artık bu oldukça eğlenceli hikâyenin ama bu hayat hamlesi, bana daha iyi satranç oynayabilmek için Rus Dili ve Edebiyatı okuyan ve artık hayatta olmayan bir arkadaşımı (İsmail Doğantuğ) hatırlattı. Trnuvalarda çok iyi olmayabilir ama müthiş bir satranç hocasıydı İsmail ve o yıllarda, Rusça bilmek gerçekten önemli bir avantajdı.

Benim için en kıymetli olan yazıya ya da yazara gelirsek. Tabii ki 15 Numaralı yazıda anlatılan Kıbrıslı şair Pembe Marmara’nın hayat hikâyesi. Arkaplanında Kıbrıs siyaseti, “davası”, tarihi, artık ne ararsanız var. Ama ötesi, benim için çok daha ilginç olan kısmıysa hikayenin bir diğer ucunda bizim sevgili arkadaşımız Ulus Baker’in durması oldu. Aklıma Ulus, ikimizin de sevgili hocası Ünal Nalbantoğlu ve bu insanların (Ulus ve Ünal Hoca'nın) bu hayatta varolmaz içn yaptıkları “marjinal” katkılar geldi. Annesi Pembe Marmara’nın öyküsü bana Ulus’u biraz daha tanıma fırsatı sağladı. Bu arada, yazının içine ustaca konmuş hüzünlü bir Ümit Yaşar Oğuzcan anektodu var ki, özellikle tavsiye ederim. Ulus Baker’in kim olduğunu bilmeyenlere söyleyecek pek bir sözüm yok ama, sosyal felsefeye, sosyolojik düşünceye az biraz ilgi duyanlar varsa hemen okumaya başlasınlar. Bu dünyada, aklınızı biraz zorlayacaktır ama neticesinde edinebileceğiniz, parayla pulla alakası olmayan müthiş “zenginlikler” de var.

Ezcümle, müthiş bir kazı çalışması Taner Ay’ın yaptığı ve anladığım kadarıyla bitirmeye hiç niyeti yok, elinde sürekli artan bir isim listesi ve en önemlisi kalbinde sapasağlam bir vefa duygusu var. Bu arada, benzeri bir tutumla, yıllardır kalbini “unutulmuşlara” açan, elinden geldiğince onları hatırlayan ve hatırlatan yazılar yazan Selim İleri’yi de anmadan geçemeyeceğim. Kazıcılar, iyi ki varsınız.

Not: Yazılara erişebileceğiniz adres: http://www.kalabalikcadde.com/author/taner-ay/