Dünyada bilim adamları arasındaki asıl tartışma, “küresel ısınma veya iklim değişikliği”nin palavra olup olmadığı değil, bu ısınmada bizim, yani insanoğlunun katkısının olup olmadığı ya da ne kadar olduğu yönünde…
Bilim adamlarına göre, gezegen belli aralıklarla ısınıyor bazen de soğuyor. Tabii bu süreçler binlerce, on binlerce yıllarla ölçülüyor… Yani buzul ve ısınma dönemleri dünyanın doğumundan itibaren yaşanan doğal bir süreç.
Bu konuda yapılan araştırmalara güzel bir örnek de bizim bilim adamlarının yaptığı yeni bir çalışma.
İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) Maden Fakültesi Genel Jeoloji Bilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Namık Çağatay, uluslararası hakemli dergide yayımladığı yeni makalesinde, Marmara Denizi'nin eskiden olduğu gibi yeniden göl olabilme ihtimalinin bulunduğunu söylüyor.
Çağatay şöyle diyor:
"Marmara, 130 bin sene öncesinden 80 bin sene öncesine kadar deniz, 80 bin sene öncesinden 12 bin sene öncesine kadar göl; 12 bin sene önce yeniden deniz haline dönmüş. Bu durum buzul çağıyla ilgili. Buzullar oluştuğunda deniz seviyesi iniyor. Su, Çanakkale Boğazı'nın eşik seviyesinin altına indiğinde Marmara göl haline geliyor, aynı şekilde Karadeniz de öyle.
Günümüzde ise sular yükselmekte. Bir sonraki buzul çağında yeniden göl olabilir"
* * *
Yeni yapılan tüm çalışmalar dünyamızın yeniden ısındığını ortaya koyuyor. Tabii bu ısınmada insanoğlunun hiç rolünün olmadığı, bu ısınma sürecini hızlandırmadığı söylenebilir mi?
Eğer biraz aklımızı ve mantığımızı zorlarsak, insanoğlunun bu ısınmada rolünün olduğunu hepimiz çok rahatlıkla anlayabiliriz.
Bunun için bilim adamı olmaya da gerek yok.
Hiç kuşkusuz atmosferde sera etkisi yaratarak ısınmaya yol açan aşırı karbon tüketiminin bu ısınmayı tetiklediği bir gerçek. Artık bu gerçeği bütün dünya bilimi kabul ediyor.
Ama dünyada bir komplo paranoyası, komplo modası var ya; bu konuda da kafalar oldukça karıştırılıyor.
Ne deniyor?
“Yeni sömürü düzeni, küresel ısınma paranoyasıyla yeni bir vurguna hazırlanıyor...”
Bazen de gerek yabancı, gerekse yerli medyada küresel ısınmanın bir yalan, uydurma ve palavra olduğuna dair haberlere rastlıyoruz. Birisi doğru veya yanlış küresel ısınmanın tersinde bir şey söylemeye görsün, medya hemen mal bulmuş mağribi gibi atlıyor üstüne. Başlıklar da hemen hazır:
“Küresel ısınma palavra çıktı!”
“Küresel ısınma uydurma!”
“Küresel ısınma yalanmış!”
Yani bu başlıklar şu demek: Küresel ısınmaya inanmayın zaten palavraymış, siz özgürce karbon salımına devam edin.
Bu kadar sorumsuzluğa da pes doğrusu!
İngiliz iklimbilimci Prof. Phil Jones, küresel ısınma uydurma ve palavra demiyor ki, sadece sanıldığı kadar önemli olmadığını ileri sürüyor.
Küresel ısınma olayının, dünyayı sürekli alarm ve endişe altında tutanların işi olduğunu söylüyor.
Küresel iklim değişikliğine, sanılanın aksine insanın sebep olmadığını, yerkürenin birkaç derece ısınmasının bilimsel araştırmaların sonuçlarının da gösterdiği gibi normal olduğunu öne sürüyor.
Tabii ki bu konuda bilim dünyasında tartışmalar sürüp gidecek. İnsan eliyle mi dünya ısınıyor, yoksa ısınma sanıldığı kadar önemli değil mi?
Tüm bu soruların yanıtları ve kimin haklı olduğu önümüzdeki yıllarda ve devam etmekte olan yeni araştırmaların sonuçlarıyla daha net görülecek.
Ama medya hemen kararı veriyor:
“Küresel ısınma uydurma”
Bilimsel araştırmalar ise çok net. İsterseniz bir kez daha anımsatalım gezegende yaşanan bazı olayları:
2002 yılında Güney Kutbu yarımadasında 3 bin 250 kilometrekarelik buz tabakası çözüldü.
Güney Kutbu yarımadasındaki ortalama sıcaklık 1950 ile 2000 yılları arasında 2.5 derece yükseldi.
2002 ile 2005 yılları arasında Avustralya’da normalin çok altında kalan yağışlar sonucunda orman yangınlarının sayısında artış yaşandı.
2003 yılında tüm Avrupa’da yaşanan rekor sıcaklıkların ortalama 35 bin insanın ölümüne yol açtığı düşünülüyor.
Himalayalar’ın Tien Şan adı verilen bölgesinde son 50 yılda 400 buzulun yüzde 25 küçüldüğüne inanılıyor.
Batı Sibirya’da ortalama sıcaklıklar son 40 yılda 3 derece yükseldi.
35 adacıktan oluşan Kiribati adalarının ikisi, deniz seviyesinin yükselmesi sonucu suyun altında kaldı. Geri kalan 33 adacığın da kaderinin benzer olacağı düşünülüyor.
Yeni Zelanda’da bilim adamlarının tüm buzulların dörtte üçü üzerinde yaptıkları araştırmalar, buzulların erime belirtileri gösterdiğini ortaya koydu.
2004 yılında Japonya on tayfun yaşadı. Bu ülke tarihinde bir yıl içinde yaşanan tayfun sayısı açısından bir rekor.
2004 yılında sel felaketi ve toprak kayması sonucu Brezilya’da on binlerce insan evsiz kaldı.
Afrika’da 17 milyon insan, kuraklığa bağlı açlık sorunuyla karşı karşıya geldi.
2005 yılının Temmuz ayında Hindistan Mumbai’de, bir gün içinde ülkenin hiçbir şehrinde daha önce yaşanmamış yoğunlukta yağış yaşandı. Şehre 24 saatlik zaman diliminde 94 santimlik yağmur düştü.
2005 yılında Avrupa’da sel felaketleri dahil olmak üzere olağanüstü hava koşullarından kaynaklanan felaketler yaşandı.
2005 yılındaki kasırga sezonu, New Orleans’a sel felaketi ve birçok can kaybı getirdi.
2005 yılında, Batı Amerika’nın birçok şehrinde art arda 38 derece ve üstünde sıcaklıkların kaydedildiği günlerin sayısında rekorlar yaşandı.
2006 yılında Noel zamanı New York’a 150 yıldan beri ilk kez kar yağmadı.
Düşünün yukarıdaki bu tabloda son üç yılın olayları yok. Bu ve benzeri türde olaylar 2007, 2008 ve 2009 yıllarında da yaşandı. Bu yıl da yaşanmaya devam ediyor. Hatta bizim ülkemizde de herkes iklimde yaşanan değişimin giderek daha da farkına varıyor.
Bu yaşananlar karşısında iklim değişikliği yok, küresel ısınma palavra demek mümkün mü?
Tabii ki hayır.
Zaten aslına bakarsanız kimse de bunu inkar etmiyor.
Önemli olan söyleneni doğru anlamak.
İşine geldiği gibi anlamak değil.