Önay Yılmaz

30 Mart 2010

Deprem kansere yol açabilir!

Ekolojik bozulma ile depremsellik arasında bir bağ var mı? Bilim adamları bu sorunun yanıtına “hayır” diyemiyorlar...

Ekolojik bozulma ile depremsellik arasında bir bağ var mı?
Bilim adamları bu sorunun yanıtına “hayır” diyemiyorlar.
Hatta depremin dolaylı yoldan kansere yol açtığını ileri süren bilim adamları bile var.
Bu konuya geçmeden önce deprem ile ekolojik bozulma arasında bağ var mı yok mu örneklerle bakalım.
Örnek 1)
Küresel ısınmanın aşırı ve düzensiz yağışlar sonucu selleri, heyelanları tetiklediği bilinen bir gerçek. Şimdi bilim adamları, henüz bilimselliği ispatlanmış olmasa da, küresel ısınmanın etkisiyle çok büyük buz kütlelerinin erimesinin yerkabuğundaki ağırlık dengesini etkilediğini ve bunun fayları harekete geçirdiğini iddia ediyorlar.
***
Örnek 2)
Yer kabuğundaki dengenin bozulmasına en iyi örneklerden biri de, dünyanın en yüksek binası olma özelliğini taşıyan Tayvan'daki 101 katlı "Taipei 101" adlı gökdelenin tam altında, 2004 ve 2005'te meydana gelen 3.8 ve 3.2 büyüklüklerinde iki deprem. Bu depremler büyük mühendislik yapılarının depreme yol açtığı tartışmalarını hızlandırmıştı.
Taipei'deki Academia Sinica'nın Yer Bilimleri Enstitüsü'nden sismoloji uzmanı Cheng
Horng Lin, bu depremlerin nedenleri araştırmıştı. Depremler, gökdelenin 10 km altında, daha önce hissedilemeyecek kadar küçük sarsıntılar ürettiği için varlığı belirlenememiş bir fay üzerinde meydana geliyordu. Lin, 2003'te başkent Taipei'de yapımı tamamlanan 509 metre uzunluğundaki gökdelenin 705 bin 132 tonluk çelik ve beton yapısının, zemine baskı uyguladığını belirtmiş, "Binanın ağırlığı, fayın kaymasına yol açacak biçimde etki yapıyor" demişti. Lin, Geophysical Research Letters adlı dergide yayımlanan araştırmasında, depremi bu mega yapının tetiklemesinin güçlü bir olasılık olduğunu anlatmıştı.
Örnek 3)
İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, büyük mühendislik yapılarının yüklerine bağlı olarak zeminde bazı hareketlenmeler yaratabildiğine dikkat çekmiş, "Gökdelenler konusunda bizim çalışmamız yok ama barajlar konusunda var. Gökdelenlerin de depremsellik tehlikesi incelenmeli" demişti.
Eyidoğan, büyük mühendislik yapılarının, derin maden çalışmalarının, yerin altında derin kuyulara çok yüksek basınçlı sıvı deşarjlarının mikrodepremlere yol açtığını söylemişti.
Eyidoğan, daha sonra geçtiğimiz yıl Atatürk Barajı ile ilgili ilginç bir araştırma yaptı. Araştırma oldukça ürkütücüydü.
Çünkü Atatürk Barajı deprem üretiyordu.
Birkaç yıl önce yaşanan kuraklık nedeniyle, Atatürk Barajı’nda 5 metrelik su düşümüne karşılık gelen 4 milyar 85 milyon tonluk su kaybı yaşanmıştı.
İşte bu su kaybı, 3 Eylül 2008'de 5.2 büyüklüğünde depreme neden olmuştu. Sonraki 7 artçının da merkez üssünün Atatürk Barajı olduğu ortaya çıkmıştı.
Araştırmayı yaparak bu konuda bilimsel bir rapor hazırlayan İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Yer Fiziği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, şöyle dedi:
 "Bu kadar muazzam yük azaldığında, barajın tabanı ve çevresindeki üst kabuk bölgesinde önemli gerilme değişimleri olması normal karşılanmalıdır. Ancak bu gerilme değişimleri, göl havzasında 3 Eylül 2008 tarihinde 5 büyüklüğünde bir deprem ve art sarsıntılarını tetiklemiştir. Yağışların artmasıyla birlikte su düzeyi yükselecek, dolayısıyla baraj çevresindeki mikro-deprem etkinliği yeniden artabilecektir. Su yükünün önemli düzeylerde artması ve eksilmesinin sürmesi halinde Atatürk Barajı civarında depremsellik etkinlikleri de sürecektir. Bu etkinlik sırasında 5 ile 6 büyüklükleri arasında deprem oluşması durumunda rahatsız edici sonuçlar ortaya çıkabilir."
Atatürk Barajı'nda yoğunlaşan mikro deprem akvitesinin KDAE-UDİM (Kandilli Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezi) tarafından verilen dış merkez haritalarında açıkça gözlendiğini anlatan Eyidoğan, şöyle devam etti:
"Bu aktivitenin DAF (Doğu Anadolu Fayı) ile ilgili olmadığı açıktır. Bu aktivite yukarıda tartışılan Bozova Fayı ile ilişkili olabilir mi? Bu sorunun cevabı bu mikro deprem aktivitesinin zaman ve mekandaki dağılımını inceleyerek anlaşılabilir. Deprem dağılımı incelendiğinde dış merkez yoğunlaşmasının baraj gölü üzerinde oluştuğu oldukça açık gözlenmektedir. Bu görünüm baraj gölü üzerindeki deprem etkinliğinin baraj tarafından tetiklenmiş depremler olduğunu onaylamaktadır." 
***
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Kısaca bu örneklerden şöyle bir sonuç çıkarabiliriz:
“Ekolojik yapı, yani doğanın dengesi bozuldukça doğal felaketler daha hızlı tetiklenebiliyor”
Nasıl dere yataklarını bozup üzerine bina inşa ettiğinizde sellere, heyelanlara maruz kalınıyorsa, doğanın üzerindeki dengeleri yani yükleri arttırdığınızda da deprem daha kolay tetiklenebiliyor.
***
Örnek 4)
Bir başka ilginç, ilginç olduğu kadar da korkutucu araştırma, İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür’den geldi.
Görür deprem konusunda bizim pek bilmediğimiz başka bir tehlikeye dikkat çekti.
Ne dedi?
Depremin yarattığı en büyük felaketin "çevre felaketi" olduğunu, bu "sinsi tehlike"nin milyonlarca insanı tehdit ettiğini söyledi.
Bakın nasıl?
Görür şöyle uyardı:
“17 Ağustos 1999 Kocaeli depreminden sonra milyonlarca ton inşaat malzemesi denize ve karaya döküldü. Bu malzemelerdeki kimyasalların, toksik maddelerin toprak ve yeraltı suları aracılığıyla insanların yiyecek zincirine girerek kanser patlamasına yol açabilir. 17 Ağustos 1999 depreminde çevrenin nasıl zarar gördüğü ve bundan sonra meydana gelecek bir depremde Marmara bölgesinin ne şekilde etkileneceğinin mutlaka araştırılmalı. Depremin çevreye verdiği zarar kolayca gözlenmiyor, algılanmıyor. Sinsi bir şekilde işliyor. İnşaatların, sanayinin neden olduğu deprem sonrası kirlilik toprak ve suya geçiyor. Örneğin denizlerde canlılar, flora kirleniyor. Bu kirlenme besin zinciri yoluyla insana geçiyor, biz bunu fark edemiyoruz. Aynı şekilde topraktaki kirlilik tarım yoluyla, yeraltı sularındaki kirlilikte içme sularına bulaşarak besin zinciri yoluyla insan sağlığını tehdit ediyor. 17 Ağustos depreminde AKSA’daki tonlarca toksik madde toprağa ve suya karıştı. TÜPRAŞ yangınında da atmosfere tonlarca kirletici partiküller salındı. Ancak bunlarla ilgili ciddi bir inceleme yapılmış değil"
Görür, sanayinin İstanbul ve Marmara çevresinde inanılmaz boyutlarda geliştiğini söyledi ve şunları ekledi:
"Bölgede yüzlerce toksik, yanıcı ve patlayıcı madde ihtiva eden tesisler var. Birçok sanayinin arıtması yok. Marmara bölgesi büyük bir deprem bekliyor. Kimyevi toksik maddeler eko sistemi kirlettiği zaman uzun sürede bütün bölgenin felaketine yol açabilir. Örneğin İstanbul’da doğal gaz ağı örülüyor. Olası bir depremde atık sular, patlayıcı ve yanıcı maddelerin toprağa, suya, havaya karışması durumunda İstanbul yaşanabilir bir mekan olmaktan çıkar. Ve bu çevrenin temizlenmesi de çok zordur. Bunun hesabını kim yapıyor?"
***
Deprem ile ekolojik bozulma arasında ilişki var mı yok mu?
Yukarıdaki örneklerden sonra sanırım yok diyemeyiz.
Öyle değil mi?
***
Biz doğayı kirlettikçe ve bozdukça küresel ısınmayı hızlandırmakla kalmayacağız; depremleri de tetiklemiş olacağız; hatta kanseri de…