100 aydının imzaladığı "Yetti artık: Yolsuzlukları da Ergenekoncuları da AKlama" bildirisini ben de imzaladım. Bildiri geniş yankı buldu. Zira çatışan taraflardan biri olan Zaman gazetesi bildiriyi sürmanşetinden verince kimse bu bildiriye kayıtsız kalamadı.
Bildiri, 17 Aralık'tan beri Türkiye'nin gündemindeki konu ile ilgili önemli vurgularıyla dikkati çekti. Keskin bir kutuplaşmanın oluştuğu bu tartışmada hakkaniyetli bir söz sarf etmenin güçlüğünden olsa gerek bildiri yoğun bir şekilde tartışıldı, tartışılıyor.
Metine yönelik eleştiri, hükümete yönelik ifadelerin diğer tarafı kayırdığı ve bu yüzden Zaman gazetesinin bildiriyi öne çıkardığı şeklindeydi. Metni eleştirenlerin görüşlerini dinleyerek bu iddianın haklılık payını irdelemeye çalışalım.
Bildirinin yazılmasındaki en önemli kaygı Ergenekon davası tutuklularının salıverilme ihtimali. Bildiri Yalçın Akdoğan'ın "Milli orduya kumpas kuruldu" sözlerinin başlattığı tartışmaya önemli bir müdahillik sergiliyor. Yolsuzluk soruşturulmalarının engellenmesinin meşrulaştırılmasına karşılık Ergenekon tutuklularının salıverilme pazarlığı ihtimaline karşı çıkıyor. "Ergenekon mahkûmları yeniden yargılanmamalı" denmiyor. "Bir pazarlık olmamalı" deniyor. Yolsuzluk ve Ergenekon davalarına dair kesin kanaat değil, pazarlık endişelerine yönelik karşı sivil bir baskı oluşturma isteği ön plana çıkıyor.
Bildiriye karşı olan en önemli eleştiri ise "yanlış söylemiyorsunuz ama Cemaat'a yönelik eleştiriler eksik kalmış" şeklindedir. Bir hukuk devletinde vatandaşların beklenti adresinin adı anılan ama elle tutulmayan ve hakkındaki iddialar için somut delilleri yeterli olmayan bir güçten ziyade yasama, yürütme ve yargısıyla devletin işleyişine yönelik olması beklenir. "Elle tutamıyorsan da Cemaat'in yaptığı aşikar, görmüyor musun" diyenlere ise "Devlet yapılanması içindeki yasadışı tüm odakların açığa çıkartılmasının yolu daha fazla demokrasi ve daha fazla şeffaflıktan geçiyor." ifadesinin tartışmayı büyütmeyecek ve arzu edilen vurguyu yapmada yeterli bir vurgu olduğunu düşünüyorum.
Bildiriye imza atanların karşılıklı zayıf noktalara saldıranlardan birini hoş gördüğüne dair bir ifade metinde yoktur.
Bildiriyi eksik bulanlara bildirinin neresinin yanlış olduğunu sormak gerekiyor. Bildiriyi eksik bulabilirsiniz ama çivileri tamamen çıkmış bir ülkede en azından bir çiviyi yerine çakmaya çalışan bir emeği "bir taraf sahiplendi" diye eleştirmenin haklılık payı yüksek değildir.
Bu bildiri herhangi bir tarafı kayırmıyor ama keskin taraftarlaşmanın yaşandığı bir olayda bir tarafa yönelik uyarıların fazla olması karşı tarafın bildiriyi ön plana çıkarmasına neden oluyor. Bir başka bildiri hakikatleri söylerse, ilkeleri hatırlatırsa farklı taraf onu öne çıkarsa da doğru söylenilenin altına yine niye imza atılmasınki. Her türlü kavga metodunun meşru görüldüğü bir çatışmada ilkesel durmanın en doğru olduğu hemen niye naiflik eleştirisi alıyor? Bir tarafın bildiriyi öne çıkarması hemen niye onu mahkûm ettiriyor ki? Kavga ortamında kimin ne anladığından ziyade ilkelere dikkat ederek ne söylenildiği önemli değil mi?
Hükümet cemaat çatışması olduğu bugün bilinse bile tartışmalarımızda her zaman ilkesel durmak gerekir. Güncelin dışına çıktığınızda, kavramsal bir değerlendirme yaptığınızda yargı, yürütme ilişkileri konusunda bu bildiride yanlış söylenen nedir? "Bırakın yargı işini yapsın" deniliyorsa niyet okunmadığındandır. İhtimali durumlar ve niyet okumalarla hareket edilirse o zaman bundan sonra her şey niyet okuma üzerine yapılacaktır. 'Darbe davalarını yürüten savcılar, yolsuzluk operasyonlarını da yürütenlerdir. Darbe davaları kusursuz olduğuna göre, bu operasyonlar da hukuk dışı olamaz.' diye bir şey dememiş metin.
"Yetmez ama evet" diyenler o günde ilkesel davrandılar ve niyet okuma girişiminde bulunmadan ithamlara rağmen ilkesel durdular bugün de aynı ilkesellikle hareket etmeye çalışıyorlar. Bu yapılanı dün ve bugün bir tarafı tercih olarak görenlere inat ilke ve kavramlara halen titizleniyorlar.
Niyet okumaya kalktığımız zaman asıl işte o zaman işin ucunu kaçırırız. İtham edilen tüm görevlilerin Cemaat'in veya Hükümetin adamı olduğuna dair elinizde somut bir delil var mı? Niyet okumayla yola devam edeceksek zaten bu tartışmaları hiç yapmayalım.
İki tarafında belden aşağı çalıştığı bir kavgada ilkesel durmak ve önemli kavramları korumaya çalışarak durmak en iyisi değil midir? Bu kirli kavgada hukuk adına hesabı, görünen ve sorulması gereken bir güçten sormak en doğru tavır değil mi?
"Derin yapıların olmadığını, Cemat'in kadrolaşmadığını" söylemiyorum ama "niyet okuma gibi bir çığır başlattığımızda işin önünün alınamayacağını" söylüyorum.
“Yargıdan elini çek" talebi "meşru siyaseti zayıflatıp derin devleti güçlendirir" eleştirisi doğru olamaz. Doğru, adil bir yargı, meşru hükümeti de gayrımeşru yapıyı da da uyaran işlevi görmez mi? Yargıyı, yürütmeyi eleştirsek de muhatap ve müracaat yerlerimiz sonuçta yine oralar değil mi? Yargı hatasını duruma göre yasa değiştirmekle mi yok edeceğiz? Yürütmenin derin güçlerce felç edildiğinde suskun kalınması gerektiğini kimse söylemiyor.
Erdoğan Gülen kavgasında taraf olmak pusulaları şaşırtıcı etkidedir. Bu kavgadan hayır çıkmaz, demokrasiye iyi gelmez bu kavga. Çünkü bu kavga daha çok adalet için değil daha çok güç sahibi olmak için yapılıyor. Benlikler ön plana çıkmış durumdadır. Bu kavganın sonu iki tarafın da ağır yara alması ve 3. tarafın da olumsuz etkilenmesi ve demokrasinin gerilemesidir. Darbe olduğunu iddia edenler 11 yıldır niye işbirliği içinde olduklarına dair bir izahat getirememektedir.
"Demokratik siyaseti savunmak" yürütmenin yaptığı açık usulsüzlükleri görmezden gelme midir, yoksa kuvvetler ayrılığı ilkesini, hukuk devletini ilkeli bir şekilde her zaman ve zeminde savunmak mıdır? Yargı vesayeti ve sübjektifliğini, siyasetin ikiyüzlülüğünü bilmeyenimiz yok. Kavgada yumruk hesabına girmeden önce tarafsızlığımızı korumalıyız.
Bildiri hiçbir tarafı aklamıyor. Taraftarların arzusuna göre çekiştirilen iddiaların üstünde ilkeli bir metodu öneriyor. Bildiriyi eksik bulabilirsiniz ama herhangi bir yerinde yanlışlık olduğunu söyleyemezsiniz.