Son zamanlarda adeta umutsuz bir çırpınış haline gelen bir tavrı irdelemeye çalışacağım. Yöneticileri eleştirenler eleştirdikleri yönlerin toplumda nasıl karşılık bulduğunu pek araştırmadan bir beklenti içine giriyorlar.
Tayyip Erdoğan'ın otoriter tavırlarından ve Ak Saray'ın maliyetinden dolayı sert muhalefet yapan kesimler genel olarak halkın bunu pek dert etmediğini göremiyorlar. Gittikçe otoriterleşen bir yöneticinin kısa zamanda devrileceğini sanıyorlar ama bu toplum realitesiyle pek uyuşmuyor.
Erdoğan'a muhalif kesimdeki bu beklenti umut edilen bir zaman diliminde gerçekleşmeyecekse sonuç ne olur? Eleştirenler kendileri açısından kabul edilemez görünen tavırların toplum nezdinde çok rahatsızlık oluşturmadığını anlarsa nasıl bir yöneliş içinde olacaklar? Toplumun bu tavrı olması gereken mi?
Toplum için halen sadece kendisine yönelik zararlar önemli. Yöneticilerin otoriter tavırları, israfı, yönetirken iş güvenliğine dair önlem almıyor olması vb. nedenler kişinin şahsını etkilemediği müddetçe kahve dedikodusunu aşarak sandıkta somut muhalefete dönüşecek boyutta değil. O halde antidemokratik yönelişlerden dolayı muhalefet yapanlar muhalefeti bıraksın mı? Toplumun bu kendisini merkeze alan tavrını esas alarak görüşlerini tekrar gözden mi geçirsinler? Farklı her iktidar döneminde bile olarak katılmasalar da devletin kalıcı yöneticilerinin halka rağmen dayattıkları dini ve politik baskıcı politikalara karşı çıkma tavırlarının yanlış olduğunu, artık subjektif yorumlar yapmaları gerektiğini mi düşünsünler?
Bunların cevapları üzerinde yeterince düşünmeden muhalefetinin dozunu arttırdıkça karşılık bulacağını ummak ve sonunda herhangi bir seçimde bunun yine tersini bulmak çok moral bozucu olabilir ama gelin sosyolojik bir analizle olanı görmeye çalışalım.
Tayyip Erdoğan çekirdekten siyaset sahasında olan ve çeşitli engelleri geçerek başarısını sürekli arttırmış bir lider olduğu için eleştirildiği noktalardan dolayı yenilme ihtimali var olsa da bu oldukça uzun süre alır. Toplumda uzun süreli %50'yi aşan bir güven göstergesi kısa sürede yok olmaz.
Toplumumuz ataerkil bir yapıdadır. Otoriterliği çocukluğundan itibaren ailesinden, babasından, askerde komutanından, evlilikte kocasından görüp doğal karşılaması telkin edildiği için Erdoğan'ın otoriterliğini sorun etmiyor, normal buluyor, şahsi zararı oluşana kadar da böyle bakmaya devam edecek gibi görünüyor.
Otoriterleşme olarak görülen yönetim tavırlarının yumuşatılmasını toplumun büyük bir kesimi yönetim zaafiyeti olarak algılıyor. Gerek bilinç düzeyinde gerekse de bilinçaltında bu değişikliklere karşı çıkıyor.
Toplum zararı öteleme prensibini birinci ilke olarak belirlemiş durumdadır. Örneğin her iki kesimin taraftarları için çözüm sürecinin iki aktörü olan devlet ve PKK'nın yanlış tavırları, sözde durmamaları değil sürecin devamı önemlidir. Çatışmaların başlamamasını iki tarafın taraftarı da öncelikli olarak adalet, insan hakları duyguları açısından değil tekrar zarar görmeme kriterinden yola çıkarak değerlendiriyor ve barışın devamını umuyor. Bunun için Erdoğan'ın zaman zaman süreci askıya alması, demokratik adımları atmaması onun için puan kaybı oluşturmuyor.
Bu toplumsal tavırlar hiç şüphesiz insan olarak haklarının bilincine varmış, özgürlüklerin toplumda esas olmasıyla sorunların aşılabileceğini düşünen bir kafanın yansıması değil ve normalitenin dışında olan tavırlar. Ancak muhaliflerin bilmesi gereken demokrasinin kuralları egemen olacaksa somut sonuçların böyle açacağını tahmin etmemenin kendini tüketme olacağıdır.
Öyleyse ne yapmalı? Eşitlikçi ve hakkaniyetli bir ortamı özleyenler için demokrasinin içselleştirilmesine çalışmaktan başka yol yok. Muhalefeti yaparken pragmatik sonuçlar için mi yoksa ilkeli değerler üzerinde mi yapacağımıza kesin karar vermeliyiz. Toplumun yapısının yöneticiyi belirleyeceği insanlığın tarihi kadar eski bir sosyolojik kural. Burada olan değişim yazıda bahsettiğimiz tahammül sınırları aşılınca oluyor.