Ömer Faruk Gergerlioğlu

05 Şubat 2015

Birlikte yaşamamız mümkün mü?

Birlikte yaşamak için en başta devletin farklı inanç mensuplarına serbest bir ortam oluşturması gerekiyor

Farklı dinler, ırklar birlikte yaşayabilir mi? Bu sorunun cevabı kolay değil. Her ırk yaratılıştan farklı bir kültürel yapıda dünyada kendini buluyor. Her din kendisine ait inançlarla tek çatı altında bir dünya kuruyor. Mesele bu dünyaların bir arada nasıl olacağıdır yada hepten diğerinden kopup kopmayacağıdır.  Bu konu üzerinde ciddiyetle düşünülmezse süreç her türlü olumsuz ihtimale açıktır. Bırakalım da herkesin kendisine ait dünyaları tamamen birbirinden kopsun ve öte dünyaya kalmadan burada Cehennem'i mi  yaşayalım?

Birlikte yaşamak mümkün değil mi? Aslında pratikte çok da mümkün değil denemez. İşte insanlar, farklı ırkları ve inançlarıyla ortak yaşayabiliyor. Diğeriyle çok karışmasa da ötekine zarar vermeden bir arada organik yaşamlarını sürdürüyorlar. Ancak inançların kırmızı çizgilerinin kesiştiği noktada sorun ortaya çıkıyor. Kırmızı çizgilerin çiğnenmesi halinde sorunlar ortaya çıkıyor. O halde kırmızı çizgiler üzerinde daha dikkatli ve ayrıntılı bir şekilde durmamız gerekiyor.

Birlikte yaşamanın illa tamamen birbirine karışmayla, homojenleşmeyle  olacağını söylemek de anlamlı olmaz. Osmanlı döneminde değişik inanç grupları kimliklerini gösteren giysiler giymeye mecbur edilirdi ve istenen ideal düzeyde olmasa da farklı inanç ve ırklar birlikte yaşayabilirdi. Birlikte yaşam için tamamen homojen bir toplum olması gerektiğini ileri sürmek çok anlamlı değildir zira bu çeşitliliğe, çoğulluğa, doğal olana aykırıdır. Hatta heterojen bir yapı, olması gereken normaldir ancak bunun zulme kapı aralayan dışlayıcılıkta olmaması gerekir. Zira aynı dinin içinde de farklı mezhepler, tarikatler, cemaatler oluşabiliyor.  Önemli olan birlikte yaşamı hayali bir ideale değil de yaşanabilir bir çoğulculuğa, olabilecek en üst düzeydeki eşitlik haliyle ulaştırabilmektir. Birlikte yaşam idealde eşit koşullarda olmalı ancak hemen diğerini dışlayan ve imha etmeye çalışan anlayışları gördükçe kabul edilebilir olanına bile razı olunuyor.

En başta devletin farklı inanç mensuplarına serbest bir ortam oluşturması gerekiyor. Bu olmasa "birlikte yaşam olmaz" diyemeyiz çünkü toplum devletlerin sert yasalarını kendi arasında normalleştirebiliyorsa birlikte yaşam yine mümkün olabiliyor. Devletler otoriter yönetimlerini dayatsa da sonunda normalleşmeye, birlikte yaşam isteğine çok karşı koyamıyorlar. Bunun illa laiklik ile olmasını beklemek doğru değil. Bir vakıa olarak oluşan din ve ya dinsizliği esas alan devletler öteki gördüğüne birlikte yaşamın alanını açabiliyorsa daha iyiye doğru yine de yol alınabilir.

Birlikte yaşam için din bilginlerine de büyük görev düşüyor. Kalıplaşmış dini inançların ne kadarının dinin asli yapısından ne kadarının gelenek ve kültürel etkileşimden kaynaklandığını din bilginleri sorgulayarak birlikte yaşamın mümkünatını sağlamalıdır. Binlerce yıllık tarih içinde büyük dinlerin insani, kültürel ve siyasi olarak aralarına dağlar oluşturduğu bir vakıadır. Çatışmaların çoğunda tarihi mirasın olumsuz yanlarının ön plana çıkarılması vardır. 21. yüzyılda farklı din bilginleri kırmızı çizgilere rağmen ortak paydaların nasıl olabileceği üzerinde düşünmeli, sorgulamalar yapmalıdır. Bu hayal değil,  fanatikleşmemiş olan din mensupları bunun büyük bir ihtiyaç olduğunu görüyor. Bu  söylediklerimiz dinle bağı olmayan ateist , agnostikler için de geçerlidir. Onlar da inanmasalar da dini, tarihi gelişim içinde yok edilmesi gereken  değil birlikte yaşanacak bir olgu olarak görmelidir.

Bu dünya hiçbir inanç veya inançsıza kalmıyor. Kendi hakimiyetimizi sağladığımızı düşünsek bile inançlıya göre öte dünyaya inançsıza göre ise yok oluşa gidiyoruz. O halde farklı inanç dayatmalarıyla, çatışma ve çekişmelerle  dünyayı  bu kadar zindan etmeye ne gerek var?

Gerek devletlerin gerek din bilginlerinin gerekse de toplumun tek bir ortak çizgide olmasını beklemek hayaldir. Ancak önemli olan kabul edilebilir ortak paydalar oluşturmanın içselleştirilmesidir. Hakaret ve nefret suçu oluşturmadan bir diğerini kabullenmek, içerden ve dışardan sınırları taşırmadan  eleştirebilmektir. Bir Müslümana göre ineğe tapmak saçma olabilir ama bir Hinduya göre de Kabeye yönelerek namaz kılmak saçma olabilir. Bunlar inançtır zaten diğerini yanlış ve saçma bulduğu için kabul etmemiştir, ancak aleni hakaret yaklaşımında bulunmamaya özen gösterilmelidir. Kur'an Peygambere ve Müslümanlara müşriklerin putlarına, kutsallarına hakaret etmemeyi emretmiştir. Tarihi süreç içinde aralara nefret dağları oluşturulmuşsa bunu kaldırmak her inanç kesiminin önemli meselesidir. Kabul etmeme ve hakaret sınırları, işte bunlara dikkat edilirse birlikte yaşam niye mümkün olmasın ki? Diğerini olduğu gibi kabul etmek, değiştirmeyi düşünüyorsa bunu şiddetle değil, tebliğ ve eleştirinin sınırlarını hakarete varmadan geliştirek yapmak  niye çok zor olsun ki? Bu eleştiri  sınırları belirginleştirilmezse, ortak payda arayışı makul bir zeminde  olmazsa işte asıl o zaman birlikte yaşamı zorlaştırmış oluruz.