Oğuz Demiralp

04 Ekim 2020

Yabancı paralı askerler sorunu

Her konuda görülen bir çelişkiyi yaşıyoruz. Bir yandan uluslararası toplum sorunların halli için sözleşmeler yapıp normlar geliştiriyor; öbür yandan, aynı devletler bu normları, kuralları hiç takmıyor

Ulus devletlerin yükselmesiyle birlikte bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin o ülke vatandaşlarından oluşması, savaşlara da vatandaş askerlerle katılınması anlayışının genel kabul gördüğü anlaşılıyor. Ne var ki, bu milli ordu anlayışının istisnaları "kaideyi bozacak" kadar çoktur. Örneğin, Fransa'nın ünlü Yabancılar Lejyonu 1831'den beri faaldir.

Günümüzde gerek devletler arasındaki silahlı çatışmalarda gerek başka devletlerin de dışarıdan karıştıkları içi çatışmalarda yabancıların paralı asker olarak gittikçe artan şekilde kullanıldığı görülüyor. Bazı devletler açıkça özel şirketleri savaş alanına sürüyorlar. Bazı devletler de kendi ülkelerinde kurulmuş özel savaş şirketlerinin başka ülkelerde faal olmasına "biz özel girişimciliğe karışmayız" dercesine, sanki bir iktisadi faaliyet söz konusuymuşçasına göz umuyorlar. İddialara göre, bu özel şirketleri çaktırmadan kendi amaçları için kullanıyorlar. Bir de korkunç sicilli ideolojik silahlı gruplar var. Sıkıştırıldıkları köşelerde varlıklarını hâlâ sürdürebiliyor, para karşılığında oraya buraya hizmetlerini sunuyorlar.

Bütün bunlarla ilgili basın haberlerine baktığımızda çok ürkütücü bir tablo görüyoruz, haklı olarak, "Bu işin bu kuralı yok mu? Böyle savaş olur mu?" diye soruyoruz. Bu işin kuralları var, hem de uluslararası hukuk hükümleri şeklinde.

1949 Cenevre Sözleşmelerinin I sayılı protokolunun 47 maddesinde yabancı paralı askerin (mercenary) tanımı yapılır. Ancak kullanımına herhangi bir sınırlama getirilmez. Ayrıca iç çatışmaları kapsamaz. Sadece yabancı paralı askerlerin uluslararası hukuktaki "savaşçı" ve "savaş tutsağı" statülerinden yararlanamayacağı belirtilir. Yani, böyle bir asker yakalanırsa vay haline!

Konuyla ilgili asıl uluslararası normlar asıl 1989'da kabul edilmiş ve 2001 de yürürlüğe girmiş olan bir Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesinde geliştirilmiştir: Yabancı Paralı Askerlerin İstihdamı, Finanse edilmesi ve Eğitilmesine karşı Sözleşme. Başlığından da anlaşılacağı üzere, devletlerin yabancı paralı asker kullanmasını engelleyin bir sözleşmedir bu. Gel gelelim, sadece 36 devlet söz konusu sözleşmeye taraf olmuştur. Büyük devlet dediklerimizin hiç biri sözleşmeye taraf olmamıştır. Önemli devlet olarak İtalya ve Suudi Arabistan'ı sözleşmeye taraflar arasında görüyoruz. Hal böyle olunca, sözleşmeyi kimse takmıyor, uygulanmasının da ciddi bir izlenmesi yapılmıyor. İroniktir: Libya ile Suriye sözleşmeye taraf devletler arasında yer almaktadır.

Ayrıca, yabancı paralı asker kullanımının dış güçlerce ülkelerin egemenliğine müdahale niteliğinden çok zarar gören Afrika'da sadece bu kıtayı kapsayan bir sözleşme de yapılmıştır. Yararı sınırlı kalmıştır. Libya Afrika'dadır. Afrika'nın diğer bölgelerinde de neler olup bittiğini görüyoruz işte!

Sözleşmeler yetmemiş, BM İnsan Hakları Konseyinde paralı asker kullanımının yarattığı sorunları izlemesi ve bu sorunların çözümü için tavsiyeler yapması bir çalışma grubu kurulmuştur. Uzmanlar oluşan bu grup görevini başarıyla yapmakta, çok güzel raporlar, dolayısıyla tavsiyeler üretmektedir. Bu raporları kim okur, kim takar? İnsan Hakları uzmanlarından kim korkar?

Aslında her konuda görülen bir çelişkiyi yaşıyoruz. Bir yandan uluslararası toplum, özellikle BM yoluyla, sorunların halli için sözleşmeler yapıp normlar geliştiriyor. Uluslararası toplum, devletler demek. Yani devletler yapıyor bu olumlu işleri. Öbür yandan, aynı devletler bu normları, kuralları hiç takmıyor. Herkes "Başkaları nasıl olsa uygulamaz. Ben niye uygulayım?" havasında. Birçok insan hakları sözleşmesi, silahsızlanma sözleşmesi, ticaret, çevre sözleşmesi açısından durum bu. Devletlerin birbirini uluslararası hukuka uymamakla suçlamaları bazen çok komik kaçıyor. Devletlerin de, insanların da birbirine ve uluslararası kurallara güveni, saygısı yok. Bu gidişin de hayırlı bir tarafı yok.

Gene de, "madem onlar yapıyor, ben de yaparım" dememek gerek. Kurtlar sofrasında bunun bedeli ağır olabilir. Öncelik, ülke içindeki demokrasi, ekonomi ve toplumsal barış olmalı.