Yabancı basında gördüğümüze göre, BM’deki ABD Daimi Temsilcisi, Beşar Esad’ın gitmesinin artık ülkesinin Suriye politikasının önceliği olmadığını söylemiş.
Özellikle son 7 - 8 yıldır Türk dış politikasının belki de en tatsız dönemini yaşıyoruz. Bunun temel nedeni, politikamızı belirlerken, hareket noktası olarak gerçeklerin değil, düşlerimizle ideolojik yaklaşımların tercih edilmesi ve genel istikamet kayması. Dönemin en trajik dosyası da Suriye.
Bir yüksek bürokrat, Suriye’de hiçbir yanlış yapmadığımızı öne sürdü. Kısa bir süre sonra, bir başbakan yardımcısı yürüttüğümüz potikanın yanlış olduğunu dile getirdi. Böyle bir çelişkiyi içinize sindirebiliyor musunuz?
Suriye sorunu bir insan hakları dramı olarak ortaya çıktı. Buna bir de insani facia boyutu eklendi. Suriye’de olan bitene kayıtsız kalmamız çok yanlış olurdu. Başlangıçta attığımız adımlar yerindeydi. İnsani yardım politikamız da doğru başladı. Sonra ne oldu? Dışarıdan tespit edemediğimiz bir noktada film koptu. Konuyla ilgili bütün uzmanlar Suriye’de askeri çözüm olamayacağını bağır bağıra söylüyordu. Biz sanki kulağımız tıkadık. ABD’nin Suriye’ye fazla burnunu sokmaya hiç niyeti olmadığı belliydi. Suudi Arabistan ile Katar’ın ne istedikleri de belirsizdi. Biz mi bu iki ülkeyi, onlar mı bizi gaza getirdi? Anlamadık. Hayrettir: Suriye’nin kuzeyinde otorite boşluğu olursa ayrılıkçı hareketlerin bundan yararlanmaya çalışacaklarını göremedik.
Birinci Cenevre sürecini yaşatmaya çalışmamız, müzakereleri iki tarafla da temas ederek teşvik etmemiz gerekmez miydi? “Sadece Esad gitsin. Gerisi kalabilir” şeklinde bir yaklaşım sonuç vermedi. Bu pozisyonumuzda da çaktırmadan geriledik. Suriye’deki insan hakları ihlallerinin, savaş suçlarının hesabının sorulması, tek bir ülkenin boyunu aşan, uluslararası yargıya yönlendirilmesi gereken bir iş. Bu yolda da pek ilerleyemedik.
Suriye’deki insan hakları ihlallerinin takibi için BM’in kurduğu üç kişilik komisyonda değerli bir aydınımız da görevlendirilmişti. Bunun anlamını, önemini bilebildik mi acaba? Söz konusu aydınımız bu görevi bıraktıktan sonra verdiği bir demeçte, sorunun çözümü için Türkiye ile Rusya’nın birlikte çalışması gerektiğini söylemişti. Bu noktaya yıllar sonra geldik. Ama ne pahasına? Bu arada Rusya, kuzeyde komşumuz olduğu yetmiyormuş gibi, bir de güneyde komşumuz oldu. Gel de bundan sonra Rusya’yı Orta Doğu’dan uzaklaştır.
Rusya ile çalışmamız, Astana sürecini, pek etkili görünmese de başlatmamız doğrudur. Ne var ki, bu teşrik-i mesaii yıllar önce başlatmış olmakla ancak şimdi yapmak arasındaki fark muazzamdır. Kimin kime daha fazla ihtiyaç duyar hale geldiğini düşünmek gerekir.
Suriye sorununun Sünni/Şii kapışmasına dönüşmesi tehlikesini de yeterince hesap edemedik. Ülkemizde laiklik sisteminin kuruluşunun en önemli nedenlerinden biri Anadolu’da yüzyıllarca sürmüş Sünni/Alevi bölünmesine son vermek olmuştur. Biz, mezhep çatışmasının çözüm yolunu bulmuş bir ülke olarak Orta Doğu’ya örnek olacakken, Sünni cephede yer aldığımız izlenimi doğdu. İran ile zaten mesafeli olan ilişkilerimize soğukluk, karşılıklı itimatsızlık boyutları eklendi.
Sonunda sahaya inmek zorunda kaldık. Allah aziz şehitlerimize rahmet eylesin. Fırat Kalkan harekâtına son verilmesi ABD Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelmeden bir gün öncesine rastladı. İlginç bir tesadüf(!) Umarız müzakere masasında kullanabileceğimiz avantajlar sağlamışızdır.
Cenevre görüşmeleri ve sahaya yansımalarının da iyi kötü sürmesini temenni ederiz. Artık diplomaside çok dikkatli olmak, nerdeyse ip canbazlığı yapmak zorundayız. Suriye’de karşımızda sadece daeş yok. ABD’nin, Rusya’nın Suriye tasavvurları belirsiz. Bizim özel kaygılarımızı yeterince önemsedikleri izlenimi de vermiyorlar.
Bizim için önemli olan Suriye’de bir sünni muhafazakâr rejim kurulması değildir (hele bundan sonra). Suriye’nin toprak bütünlüğü ve olabildiğince istikrarıdır. Yıllardır “Sykes - Picot sınırları yapaydır” derken, Orta Doğu’da toprak bütünlüğü ilkesini ikinci plana ittik. Payımıza bir şeyler düşer diye sınırların yeniden çizilmesini destekler izlenimi uyandırdık. Tam bir harakiri politikası! Geldiğimiz noktada Suriye’nin toprak bütünlüğünü gerçekten savunan kaç aktör kaldı?
Futbolda hata yapıp yediğiniz golü, filmi geri sararak kurtaramazsınız. Dış politikada da attığınız yanlış adımları geri alamazsınız. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Şimdi bütün veriler değişti. Gene de umutsuz olmayalım. Dış politikamızda genel istikamet teyidini yapar, ideoloji yerine gerçekleri temel alırsak, Suriye’deki gidişi lehimize etkileme ihtimali artar. Gel gör ki, Suriye politikamız konusunda doyurucu bir hedef açıklaması işitemediğimiz için sadece endişelerimiz artıyor.