Ülkemizde yönetime yapılan uyarılar suya yazılmış gibi oluyor. Gene de yurttaş olarak görevimiz, bildiğimiz konularda bir iki şey söylemek. Bu görevimiz gereği yine bir iki lâf edelim.
Oruç Reis gemisinin bakım(?) için geri gelmesi gerilimi düşürmek bakımından iyi oldu. Benim itirazım yok. Ancak geri adım atıldığı yorumlarına da itirazım yok. Bir gün önce esip gürleyeceksin, en ağır lâfları edeceksin, ertesi gün gemini geri çekeceksin. Hem de ertesi gün Yunan Cumhurbaşkanı Meis adasında ölçülü kalmaya dikkat ederek de olsa savaş sözcüğünü ederken, Karaada’ya Yunan askeri çıkmışken, ABD Dışişleri Bakanı Kıbrıs Rum kesimiyle sana karşı şapur şupur olurken, o gün gemini geri çekeceksin. Bizimkiler uluslararası ilişkilere hep kuvvet ilişkileri açısından bakıyor, hep güç kullanma yoluyla üste çıkmaya çalışıyorlar. Olaya bu mantık, yani bizim mantığımız açısından bakıldığında gemiyi geri çekmek bal gibi geri adım atmak demektir. Nitekim, AB de hemen çıktı, "Evet ama yetmez" dedi. Ayıkla şimdi pirincin taşını. Onlar da olaya bizim gibi bakınca gemiyi geri çekmeyi zaafiyet gibi yorumlayıverdiler.
Aslında bizim tavrımızdan doğan bazı sorunlar bunlar. Haklıyız ama haklılığımızı anlatmak, kamu diplomasi yapmak yerine tehdit üslubu kullanmakta çok ileri gidiyoruz. Haklıyken haksız görülüyoruz. Açıkça kabul edelim: İmajımız kötü olduğu için zaten herkes bizi haksız görmeye dünden hazır. Ne var ki biz nasıl görüldüğümüzü görmek istemiyoruz.
İmajımız, yani dışarıdan görüntümüz yeni darbe aldı. BM Suriye Bağımsız Araştırma Komisyonu 15 Eylül günü yeni raporunu yayımladı. Daha önce yazmıştım. Bu komisyonun kurulmasında biz önemli rol oynadık. Komisyonun ilk üyelerinden biri çok değerli bir yurttaşımızdı. İşbirliği yaptığımız, iyi çalışan, güvenilir bir komisyondur. Yani raporlarını iftira diye bir kenara atabileceğimiz bir komisyon değildir. Son rapora bakıyorsunuz: Türkiye’nin denetimi altındaki Suriye topraklarında çok ciddi insan hakları ve uluslararası hukuk ihlalleri meydana geliyor. Türkiye, taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerini, Cenevre Sözleşmeleri'ni, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni denetimi altındaki bölgelerde uygulamak ve kendisine bağlı güçlere uygulatmakla yükümlüdür.
İlerde Suriye konusu bir uluslararası mahkemeye giderse bu Komisyon'un raporları iddianamelere temel oluşturacaktır. Komisyon raporlarında yer alan iddiaların hepsinin kanıtları BM İnsan Hakları Komiserliği'nde gizlilik kurallarına uygun şekilde biriktirilmektedir. Türkiye’de bu Komisyon'un raporlarını kaç kişi okur bilemem ama çok ciddi bir olaydan söz ediyorum. Bugünkü yönetimin umurunda olmayabilir, ama ilerde bu raporlar mahkemeye intikal ederse Türkiye büyük sıkıntılarla karşılaşabilir. Hiç bir yönetimin böyle bir olumsuz birikim yaratmasına ülkeye hizmet denemez. Raporda anlatılan olayların Türkiye ile Suriye halkı arasındaki ilişkiler açısından yaratmakta olduğu sorunlar da aynı derecede önemlidir. Böyle bir olumsuz mirasın altından kalkmak kolay olmayacak.
Sorarsanız, bizimkiler sadece Suriye yönetimine değil Mısır yönetimine da karşı çıkmalarını demokrasi aşkıyla açıklarlar. Peki o zaman Mali’ye neden koşa koşa gittiniz. Oradaki darbecilere destek anlamına gelen bir ziyaret yaptınız. Bakıyorum, bu konuda tık yok. Ancak, o bölgede "Türkiye gelsin, bize çeki düzen versin" diyen de yok. Ne işimiz vardı Mali’de? Yorum yapabiliriz ama saydamlık, doyurucu açıklama beklentimizi vurgulamak daha uygun olur.
"Libya’da ne işimiz var?" diyenlere de kızıyorlar. Elbette, Libya’da yapıcı rol oynamamız gerekir. Ne ki tek bir tarafı bu kadar desteklemenin bizi getirdiği nokta da sorgulanacak türden. Ateş kese destek veren bir tutum içinde görünmememiz dış dünyada sorgulanıyor. Öte yandan, Doğu Akdeniz’de konuşan konuşana, Libyalı dostumuz bizi desteklemek için doğru dürüst bir lâf etmedi. Dış politikada başarı bu tablo mudur?
Bakalım yakındaki AB toplantısından ne çıkacak? Macron’un abuk sabuk davranışlarının ağır basacağını sanmıyorum. AB başkentlerinde ciddi girişimlerle tutumumuz anlatılmalı, ekranlarda ciddi söylemler, açıklamalarla boy gösterilmelidir. Tezimizi anlatmak da, anlamak da zor değildir. Gel gör ki, biz bağırıp çağırdıkça Yunan / Rum cephesi çok memnun oluyor aslında. Sağlam olmayan kendi tezlerini savunmak için fazla zahmete girmelerine gerek kalmıyor. Bunu nasıl oluyor da biz anlamıyoruz, ben de onu anlamıyorum.
Bu arada, ABD’nin Yunanistan ile hem de Batı Trakya’da neden ortak tatbikat yaptığını anlamıyoruz, anlatan da yok. Acaba hangi olası tehdite karşı hazırlık yapıyor iki müttefikimiz? Bizi tehdit olarak görmüyorlardır herhalde, yoksa görüyorlar mı? Nasıl geldik bu aşamaya?
Doğu Akdeniz, Suriye, Mali, Libya, AB, ABD derken büyüyor sorunlar yumağı, biliyoruz daha neler var yumağın içinde. Çekemiyorlar bizi, yükselişimizi... Bir izah tarzı böyle, ne diyelim?
Bir zamanlar "Bizim düşmanımız yok, dostlarımız ve potansiyel dostlarımız var" derdik. Ya şimdi? Dünyada yalnız kalmakla övünen başka ülke var mıdır?