Bir habere göre, BM Keyfi İnfazlar Özel Raportörü’nü, Cemal Kaşıkçı cinayetini araştırmak üzere Türkiye’ye davet etmişiz. Günaydın! Bunu tâ işin başında yapmak gerekirdi. Olay patlak verir vermez araştırmanın BM’e havale edilmesi gerektiğini söyledik, yineledik. BM’in devreye girmesi Türkiye’nin devreden çıkması anlamına gelmez, BM ilgili ülkeyle işbirliği yapar, anlattık değişik yerlerde.
Doğru olduğu yeni anlaşılan bu yolu tutmak yerine, Kaşıkçı olayı üzerinden bir takım dış politika hamleleri yapmak tercih edildi. Ne ki, o hamleler hiç bir şey getirmedi, yeni sorunlar dışında. Sonuç olarak, hem olayın aydınlatılması ve adaletin tecellisi gecikti, hem de dış politika dosyamıza yeni ilginç bir sayfa eklendi.
Umarım bundan sonra BM ve diğer ilgili uluslararası yetkililerle işbirliği yapılır, Kaşıkçı olayında gerçekten mesafe alınır. Bu olayın üstünün kapatılmaya çalışılması uluslararası toplum açısından utanç verici bir gelişmedir.
Suriye konusunda da müthiş bir çark etme hareketi izliyoruz. 1998 Adana Mutabakatını hatırlayıverdik. İlk soru şu olmalı: Nasıl olur da unutursunuz? İkinci soru: 2010 yılında bu mutabakatı güçlendirici bir anlaşma yapan siz değil misiniz? Üçüncü soru: Bu mutabakat ve anlaşmanın çözmeye çalıştığı sorun ortadayken, sanki bu sorun yokmuş gibi bir Suriye politikasını nasıl oluşturup uygularsınız?
Neymiş, bu mutabakatı bize Putin kardeş anımsatmış. CHP’nin Eylül 2018’de İdlib konusu vesilesiyle yaptığı 6 maddelik öneriye bakın. Şu ifadelere yok mu? “İdlib konusu Türkiye için bir ulusal güvenlik sorunudur. Moskova ve Tahran ile yapılan görüşmelerde bu anlayışımızın kuvvetle vurgulanmasının yanı sıra, Suriye Yönetimi ile de temasa geçilmesinin ve 1998 Adana Mutabakatı ruhunun iki komşu ülke arasında yeniden canlandırılması için çalışılmasının zamanı gelmiştir.” Kaldı ki, Dışişleri Bakanlığında Suriye konusunda görev yapan diplomatların bu mutabakatı unutmadığından ve anımsattığından yüzde yüz eminim.
Şu anda mutabakat fiilen donmuş bir metin. Bize herhangi bir hak vermesi için uygulanıyor olması gerekir. Bu mutabakatı ve güçlendirici anlaşmayı uygulamak veya Suriye uygulamada kusurlu davranırsa tepki hakkını kullanabilmek için Esad rejimiyle normal bir ülkeymiş gibi normal ilişkiler ve mutabakatın gerektirdiği işbirliğini sürdürüyor olmak gerekir. Oysa biz Suriye’yi tanıyor olsak da, Esad rejimini tanımıyoruz. Suriye devletinin ve ülkesinin bu rejim tarafından yönetiliyor olmasını kabul etmiyoruz. Esad rejimi yerine demokratik bir yönetim gelmesi için uluslararası toplumla işbirliği yapıyoruz. Elbette, bu Suriye politikamızın vitrin tarafı, aslı başka. Şimdi ona girmeyelim. Şunu söyleyelim: Adana Mutabakatı’nın ele aldığı konudaki öngörüsüzlüğümüz nedeniyle sonunda tümel bir Suriye politikamız kalmadı. Suriye politikamız sadece o konuya indirgendi.
1998’den farklı olarak o konunun çözümü için Batı ve İsrail ile işbirliği yapamadığımız için Putin kardeşimizin ve sabık kardeşimiz Esad’ın işbirliğine gerek duyar hale geldik. Putin ile işbirliği tamam, ama Esad ile işbirliğini nasıl sağlayacağız? Esad rejimiyle temasların başladığı anlaşılıyor. Putin’in hatırlatmasını tersten de okumak gerek. ‘Suriye ile yeniden işbirliği yapmazsanız, bu konuyu çözemezsiniz’ demek istiyor. Terörle mücadele etmek gereği yavaş yavaş Esad rejimiyle yeniden işbirliğinin gerekçesi oluyor. Bu da bizim Suriye politikamızın çöktüğü anlamına geliyor.
Suriye karmaşasının içinden konuları parça parça ele alarak çıkmak mümkün değil. Bir an önce bütün tarafların, yani Esad’ın da, Kürtlerin de katılacağı ciddi bir müzakere sürecinin başlaması gerekiyor. Yoksa gün geçtikçe Türkiye’nin sıkıntıları artacağa benziyor.