Nil Aldemir

07 Eylül 2009

Yaz bitemez!

Duyduğum kadarıyla yaz bitiyormuş. Böyledir bu iş. Mevsimlerin kendisinden önce, hem de sadece bir gün önce, haberi gelir.

Yaz bitemez!

Duyduğum kadarıyla yaz bitiyormuş. Böyledir bu iş. Mevsimlerin kendisinden önce, hem de sadece bir gün önce, haberi gelir.

Meteoroloji uyarır. “Yağmurlar başlayacak. Gök dolu dolu yere inip, kafanızı kıracak.”

Bu meteoroloji denen arkadaş, hiç “Yaz bitiyor, aman koşun tadını çıkarın, son günler ha!” diye uyarmaz. Her akşam olduğu gibi, o akşam da sizin balkonda aylak aylak çay içip okeye dördüncü ararken, siz “Ay acaba bayramda nerde denize girsem sevgili meteoroloş” diye salak salak mırıldanırken, o birden ayağa fırlar, “Rüzgar deli gibi esecek, bir yerleriniz donacak, hem de bu birazdan olacak! Hadi kar bastırmadan ben kaçayım, öptüm şekeeer,” diye ödünüzü patlatıp, fırlayıp kaçıverir.

“Meteoroloji uyardı. Yıllık izninizin ikinci ve son minik parçasını kullanmakta geç kalmayın. ‘Sonbahar depresyonu için çareler’ başlıklı makalelerin yayınlanmasını beklemeyin. ‘Kışı özlediniz mi abi? Evet ya,’ muhabbetleri dönmeye başlamadan atlayın gidin, denize girin, bakın sonra ‘meteoroloji dediydi’ olmasın.”

Nerde böyle konuşan meteoroloji...

Siyah bulutlar uzaklardan üstünüze üstünüze gelirken, elinizde çayınız, TV’lerde yan apartmanlardan yankılanan yeni yayın dönemi duyuruları, kaşlarınızı çatıp gökyüzüne bakarsınız.

Hava henüz sıcak. Üzerinizde hala askılı bluzunuz.

Bikininiz elektrik süpürgesinin üzerinden boynu bükük sarkıyor. “N’oldu ya? Daha akşamüstü bara geçecektin, aklında otele gidip üzerini değiştirmek varken sen muhabbeti bırakamayacaktın, benden ayrılamayacaktın, üzerime bir tişört, bir şort geçirecektin, sonsuza kadar birlikte kalacaktık!” Bikini ağlamaklı...

Plaj havlunuz halâ mis gibi deniz kokuyor. 35 koruma faktörlü güneş kreminizin kapağının altında kum tanecikleri var. Plaj terliklerinize yaklaşsanız, akşam arabaya doğru yürürken tozlu yolda çıkan ‘hışşşt hışşt’ sesini duyacaksınız.

Yazın başında aldığınız ve sadece bir kez giydiğiniz askılı gece elbisenizin boynundaki fiyonk yamuk yumuk olmuş. Dolunaya karşı yenen yemekten, başka zaman fikrine bile dayanamayacağınız o ‘eller havaya’ gecesinden izler taşıyor. Hani o akşamüstü odanızda iki saat uyuyup, duş alıp mis gibi üzerinize geçirdiğiniz elbise. Şimdi o geceki gururundan eser yok zavalımın. Nerede giyeyim tatlım seni, işe giderken mi?

Yazdan kalma bir alışkanlıkla salon camlarını açık bırakıyorsunuz. Rüzgârdan ürpermiyor gibi yapıp, soğuk meyve suyunuzu içiyorsunuz. İki ay önce arka odaya attığınız yorgan ufak ufak sizi kesiyor. Oralı olmuyorsunuz. Duvarlarda, sabaha kadar kovaladığınız sivrisineklerden acıklı izler var. Böcek ilacı, kış uykusuna dalmak üzere...

Hayııııııııır!

Elinizde seyahat setinizden çıkan küçük saç kurutma makinesi, diz çökmüş bağırıyorsunuz. “Haaaaaayııııııırrrrr!” Kamera yükseliyor. Kuşlar sesinizin etkisiyle ağaçlardan bulutlu göğe doğru uçuşuyor.

Bu memlekette Antalya var, Fethiye var! Kasım’a kadar Toroslar’a bakarak yüzebilirsin, sabahları okula giden üniformalı çocukların arasından geçip plaja inebilirsin. Bütün yaz ortalıkta dolaşan o best-seller’ı halâ okuyup bitirebilirsin. Kızlar için pembe, erkekler için gri kapağı var hani. Bikinine uyanı seçersin.

Önünden tor tor tor geçen tekneye el sallayabilirsin. O yörenin suyuyla normalden daha güzel bukleleri olan saçlarının durumuna şaşırıp, fönsüzlüğün tadını çıkarabilirsin. Uzun iskelede oturup denize bakabilirsin.

Kavun var hala orda, karpuz var, şeftali var. Domateslerin çekirdekleri var.

Hadi git ya, yaz bitmedi.

Halâ meteroroloji’ye nanik yapabilirsin.