Nil Aldemir

06 Mart 2009

İdeal insan: Çocuk insan

"Çocuk alengirli işlere girmez, eve iş getirmez"

Ben çocukları çok severim. Hatırladığım kadarıyla kendi çocukluğumu da çok severim. İçimdeki çocuğa hele, hastayım. Güzel yaptığım iki üç şey varsa, o çocuk sayesindedir. Bence o çocuk içimde değil, kapı gibi yanımdadır.
Çocukların en acayip ruh hali şudur: Büyümek için can atarlar, ama büyüklerin büyük oldukları için yaptıkları şeyleri feci garipserler. Büyüdükçe dokunaklı hale gelirsiniz, ve çocuklar bunu çok iyi gözler. Ben hatırlıyorum, merdivenleri koşarak çıkarken “büyükler nasıl öyle yavaş yavaş çıkıyorlar şu merdivenleri, inanılmaz!” diye dehşete kapılırdım. Yaz tatilinde ben horul horul uyurken işe giden annemle babamın yerinde olmadığıma sevinir, ayrıca bana bakmak için çalıştıklarını da bilir, ve bunu onların görevi kabul ederdim. Hayatı idame ettirmek. Bu uğurda bir sürü şeye katlanmak.
O zamanlar biri bana “Sen de aşağı yukarı bu gördüğün büyükler gibi olacaksın, biliyorsun değil mi?” deseydi, heralde ciyak ciyak isyan ederdim. Çocukların durumu budur. “Hayır, tabii ki. Ben bambaşka birşey olacağım, kimbilir astronot mu olacağım, şarkıcı mı, ne acayip bir hayatım olacak, ah ben bir büyüsem var ya ben, hiç bu büyükler gibi olmam ki ben, deli miyim ben. Ne bileyim ben yahu? İp atlayalım mı hadi?”
Enfes, değil mi? Sonsuz bir umut. Geleceğe bakmak, kolları kafanın altına alıp yıldızlara bakmaktan farksız.
Çocuklar dolaylı anlatım-deyim-mecaz falan da bilmezler. Hep deriz ya, “çocuklar acımasız olurlar.” Hayır efendim, çocuklar açık sözlü olurlar. Eğer cezadan ödlerini patlatmadıysanız onların dünyaları çok dürüsttür. Akıllarından geçeni söylerler. Çocukluk arkadaşlıkları bu yüzden muhteşemdir. Herkes dan-dun tavrını belli etmiş, yine de aralar bozulmamıştır. Daha ne olsun?
Siz hiç gördünüz mü, eve gelip annesine “Ali bugün beni çok kızdırdı anne, hareketlerinden rahatsız olduğumu yüzümden anlamıştır heralde,” diyen bir çocuk? Bıraksanız, ağzından çıkan anca “Ali bana çelme taktı, ben de ona yumruğu çaktım,” tadında birşey olur. Olay yaşanmış, bitmiştir. Ali’yle yarın sabah tekrar buluşulup misket oynanacaktır. Hem de sadece misket oynanacaktır. Önemli olan oyundur. Çocuk öyle alengirli işlere girmez. Önce “oyuna neden ara veriliyor ki şimdi?” diye bir bozulur, sonra da fiskeyi patlatır, noktayı koyar. Anne durumu çakana kadar da konuyu açmaz. Esas işi o oyundur ve çocuk eve iş getirmez. Çocuklukta hiç birşey sürüncemede kalmaz.
Bir arkadaşım kızına, “Leyla, sana laf anlatmaktan dilimde tüy bitti,” dedi. Çocuk şöyle bir durdu. Bu duruşlara da bayılırım. Garip bir durumu kafalarında oturtmaya çalışırken “durdukları” bir an vardır çocukların. Sonra da şöyle derler: “Tüy müü?”
Çok mantıklı yarabbim, dilinde tüy bitmek de ne demek? Çanta taşırken “kollarım koptu” desen anlar çocuk, duruma uygun o laf. Evet, çok ağır şeyleri uzun saatler taşırsan kollar kopabilir. Ama öylece durup “dilimde tüy bitti” dersen, o lafın direk anlamını sen bile bilmiyorsun, neresinden bağlantı kursun? Birşey çok yorulunca üzerindeki tüyler mi dökülür? Yoksa tüy bitmesi tüy oluşması anlamındaysa, birşey çok çalışınca üzerinde tüyler mi oluşur? Vallahi ben de bilmiyorum tam nerden benzetildiğini. Bileniniz varsa yazsın şuraya.
Velhasıl, çocukların dolaysız dünyasıyla karşılaştırıldığında, bizim dünyamızın pek ipe sapa gelir bir tarafı yoktur. Onlar bizim gibi “Kim Sorsun? Gilette Sensor” “Nuri’yi Çin’e gömmüşler, Nur i çinde yatsın” “Bu Ericsson, başka erik yok” “Ahmet kamyonu alsın, Leonardo Da Vinci” gibi korkunç esprilere gülmezler. Siz bunları kendiniz söyleyip kendiniz gülmekten katılırken, onlar “durup” bakarlar.
Başka erik yok. Gülüyorum, duramıyorum. Kim daha mantıklı, siz söyleyin.