Yine bir kendini saklama hevesi, şirketin arabasını, şoförünü almazsın. Özel işin ya, kuaför, ondan. Halbuki o toplantı için gidiyorsun kuaföre. Bazıları arabayı da şoförü de taksi fişini de alır, üzerine alışverişe gider. Sen iki dakika erken çıkıp doktora bile gidemiyorsun, işin var. İşin bittiği görülmüş sanki. “Bu hafta bütün işleri bitirdik, iş yok arkadaşlar.” Neyse bunları düşüne düşüne taksiye bin.
Hizmet sektörü çok acayip birşeydir. Bu sektörde “hizmet” veren insanlar, senin de o hizmeti “alma” diye bir işin var zannederler. Oysa paramı veriyorum hizmeti alıyorum, sen nerden çıktın? Hizmet sektöründekiler görünmez olmaları, geçirgen olmaları gerektiğini bilmezler.
Haftaiçi, öğle vakti eteğim gömleğimle darmaduman koşarak taksiye atlamışım. Senin kara kaşını değil, sarı boyanı seviyorum. “Ne iş yapıyorsunuz ablacım?”
Kuaför de böyle olacak şimdi. Haftaiçi, öğle vakti eteğim gömleğimle fırtına gibi kuaföre dalmışım. Yıka, yağlama, konuşma. E-mail’lerime bakacağım.
Teknolojinin gözünü seveyim, anında okuyup yanıt yazabiliyorum. “Broşürlerde yanlış logo kullanıldığı için hepsini tekrar basmak zorundayız. Cheers.” Ne? Ne Cheers’ı? Sen neyi kutluyorsun? Yabancılarla çalışmak böyledir işte. Cheers’a magnificent’a endoplasmic reticulum’a alışacaksın. “What the f**k???” o zaman. Allahım nasıl yanlış logo? Şimdi gidip tüm yazışmaları bir bir çıkarttırman lazım. Herkesi dizip büyük bir “sahne” yaratman lazım. Halbuki olan olmuş, kimse kimseyi gebertmeden herkes dersini alsa, olmaz. Sen de çıldırdın. Sanki para senin paran. O harcadığınız paraları konuşmalarınız yok mu, hastayım.“Beş yüz bin dolar bu sene çizgi altı işlere ayıracağız.” Zaten beş yüz bin çizgimin altına yetmezdi. Şimdi bir de bu broşürler tekrar basılacak.
Etrafına bakarsın. Kadınlar var, kafaları aliminyum folyolarla kaplı, üzerlerinde beyaz pelerinler, ayak parmaklarının arasında pamuklarla dolaşan şeyler var ortalıkta. Uzaylılar çay içip dergi okuyorlar. Sen de yapıyorsun, saçların bejimsi bir sıvıyla kaplı ve ince bir tarakla arkaya taranıp yapıştırılmış şekilde oturuyorsun bazen burda saatlerce. Niye bu hallere düşüyorsunuz, deli misiniz siz acaba? Saatler geçiyor aynadaki haline boş gözlerle bakarken, üzerine ödediğin serveti saymıyorum bile. Dünyada sadece kadınlar kalsa yine yapar mısın bunu? Ya da erkekler bilir mi acaba o kapıdan giren Marilyn Monroe’nun bir saat önce folyolu olduğunu? Niye kadınlar bu işe bir son vermezler? Ellerinin güzelliği ellerinin temizliğine kalsa sadece...
Adama bakarsın yeniden. “Ne iş yapıyordunuz?” Yeni başlamış, senin huyunu bilmiyor. “Ne zaman ne iş yapıyordum?” Gülüyor. Konuşacak elbette, onun taksimetresi bu. Ne kadar tanışma, o kadar bahşiş. Bırak, konuş gitsin ya. “İnşaat malzemeleri satıyorum.” Bozuldu ama değer. Bir süre birşey sormaz. Eve gelen temizlikçi de nefret ediyor senden zaten. Sabahın köründe koşuştururken hiçbir anlattığını dinlemiyorsun çünkü. “Beyaz gömleğin kolundaki lekeyi çıkarttım beğendin mi?” İşin o senin zaten. Lekeleri çıkartmak. Şimdi “farketmedim” desem bir daha o lekelerin yanına uğramazsın. “Beğendim” desem halıları nasıl temizlediğini anlatacaksın. “Beğenmedim” desem Lale Belkıs mıyım ben iyi niyetli hizmetkarlara işkence edeyim?
Böyle bu iş. Ne zaman sana hizmet verenlerle konuşmak su içmek gibi doğal senin için, o zaman doğru düzgün bir hayat yaşıyorsun demek olacak. Bekle sen. Daha yaratacağın çok “sahne” var.