Nil Aldemir

29 Nisan 2009

En garip anlar, sağlıklı gülüşler!

Ne güzel konuşa konuşa yürüyordunuz, ta ki...

İnsanlar birbirlerini sevince, kendileriyle ilgili bilgileri paylaşmak isterler. “En sevdiğim yemek makarnadır.” “Sinemaya gitmeye bayılırım.” “Dolunayda kurt adam olurum.” “Başparmağımı geriye doğru büküp bileğime değdirebiliyorum, baaak,” gibi.
Karşılıklı zevkleri, ilgi alanlarını, huyları bilmek, hayatı anlamlı kılar. Kurt adam olan arkadaşınızı ayın belli bir günü aramazsınız mesela. Hem siz ölmemiş olursunuz, hem de arkadaşınız ilerde vicdan azabı çekmez.
Bir arkadaşınızın küçükken bir palyaço tarafından kovalandığını bilirseniz, doğumgününde palyaço değil Donald Duck’ı çağırırsınız, artık ne biçim doğumgünüyse, arkadaşlığınız bozulmamış olur.
Samimi arkadaşlarınızın kendileriyle ilgili verdikleri her türlü bilgi önemlidir. Bir insanı tanımaya çalışırken de bu paylaşım seansları çok zevklidir. Ama bazı bilgiler vardır ki, iletişimi tıkar, “awkward moment” dediğimiz o suskun anlara sebep olur. (Biz bir grup İngiliz böyle diyoruz. Siz “garip anlar” diyebilirsiniz.)
“Bak ben bu hastanede doğmuşum.” Al sana garip an. Herkes susar. Ne güzel “Ben brokoli severim – Ay ben hiç sevmem,” “Şu filmi seyrettim – A ben de seyrettim, süperdi,” diye karşılıklı sohbete girmiştiniz. Tam böyle konuşa konuşa yürüyordunuz ki, arkadaşınız bir binayı göstererek “Bak, bu benim doğduğum hastane,” dedi.
“Bak, bu benim ilkokulum,” dese, “Aa, şuralarda mı oynuyordun, ne güzel,” diye bir nostalji havasına girebilirsiniz. Ama doğduğu hastane, kendi anısı bile değil. “Nasıldı? Güzel miydi?” Yanıt yok ki.
“Ee, kordon boynuna dolandı mı? Neler yaşadın, biraz anlatsana.” Olmaz. Ne deseniz olmaz.
Senkron bozulmasın diye çok inat ettiyseniz “Bak ben de şu yan binada doğmuşum,” diye uydurabilirsiniz tabii. Ama pek inandırıcı olmaz. Ya da “Ben de Çapa’da doğdum.” İyice saçma.
Susacaksınız. Bitti muhabbet. “Bak ben bu hastanede doğmuşum. Ya ne eziyetti, o minicik ciğerlerim havayla bir temas etti! Mis gibi anne karnından çıkmışım, zaten asabım bozuk, bir de doktor popoma tokadı patlatmasın mı. Yıllar sonra buldum adamı, aynı tokattan ben de ona attım.” Olmaz. Hikayenin devamı yok, sorulacak soru yok. Bütün ritm kaydı.
“Benim yıllarca saçım kısaydı.” Bu da fena. “Yıllarca kısa saçlıydım biliyor musun, inanabiliyor musun?” Neden inanmayayım? Yani ne diyeyim şimdi? “Aa, seni hiç öyle düşünemiyorum,” diyebilirsiniz mesela. Ama yine bitti muhabbet.
“Ben yıllarca kısa saçlıydım, kısa saçlıydım kısa saçlıydım, sonra bir uzadı saçım, bir anda uzayıverdi, çok acayipti.” Bari böyle olsa. Ama değil. Yapacak birşey yok. Tıkandınız ikiniz de.
“Ben yıllarca çok şişmandım.” Buna da ne yanıt verseniz iyi değil. “Hahaha, neden?” “Ne bileyim, önüme çıkan herşeyi yiyordum işte! Ühü ühü...” Aman aman. “Ben yıllarca yüz kiloydum.” “A-a!” Bitti. Kimse birşey diyemez artık. Susacaksınız.
Garip anlar, gerçek iletişim testleridir. Garip an’dan çarçabuk çıkabiliyorsanız, gerçek dostunuzu, ruh eşinizi falan bulmuşsunuz demektir. Ama siz yine de kimseyi bu teste tabi tutmayın. Çok ileri safha imtihandır, gerek yok.
“Bak dün gece ne içtiğimi tek tek sayıyorum sana, iki kadeh bilmemne, üç kadeh bilmemne...” Bunun da sonu yoktur mesela. Yapmayın.
Havadan bahsedin, sudan bahsedin, ilginç anılarınızı anlatın. El ele tutuşmaya giden en kısa yol nereden geçiyorsa, siz de oradan geçin. O kısmı çok eğlenceli. Hem güzel, hem samimi, hem de hiç garip değil.