08 Eylül 2011
Deli Adamlar
'İnsanlar hayatlarının düzene konmasını istemezler. Kimse gündelik problemlerinin çözülmesini istemez...
“İnsanlar hayatlarının düzene konmasını istemezler. Kimse gündelik problemlerinin çözülmesini istemez. Dramlarının. Dikkat dağınıklıklarının. Hikayelerinin çözümlenmesini istemezler. Çünkü geriye ne kalır? Büyük, korkutucu bir bilinmezlik.”
Böyle buyurmuş Chuck Palahniuk.
-
Kısa bir süre önce kendi işimi yapmaya başladım. Hayatta en çok şikayet ettiğim şeylerden kurtulmuş oldum böylece. Toplantılarda sırf konuşman beklendiği için boş şeyler söylemelerden. İki dakika kahve molası verdin diye duyulan suçluluk duygularından.
Nefis oldu.
Ama zamanla bambaşka bir duyguyla boğuşmak zorunda kaldım: Daha önce içinde yüzdüğüm, üzerine konuşup durduğum sorunların çözümlenmiş olması. Çözülüp dağılması.
-
Ben ve yakın arkadaşlarım, biz hep kadın doğasına aykırı hareket ettiğimizden, erkeklere benzediğimizden dem vururduk. Şıkır şıkır giyinip süslenmeyi sevmiyorduk, hesabı ödemeyi başkalarına bırakamıyorduk, şöyle bir geri çekilip kırıtamıyorduk, falan feşmekan.
Fakat “bunları konuşma” konusunu hiç düşünmemiştik. Bunları, işi gücü, hayatı konuşmaktan hiç vazgeçmiyorduk.
Oysa erkeklerin bir ‘meramını anlatmama’ durumu vardı.
“Bir erkek gibi dümdüz olmak” diye bir laf okumuştum bir yerlerde.
Herkes dramları yaşıyordu, fakat biz bir de üzerine konuşuyorduk. Kendi kendimize konuşuyorduk, arkadaşlarımızla konuşuyorduk. Erkekler pek öyle yapıyor gibi görünmüyordu.
Hayat şartları büyük sorun oluştursa da bununla ilgili pek az konuşuyordu erkekler. Ya da çok mutlu bir haber aldıklarında zıp zıp zıplamıyorlardı. Sırıtıyorlardı.
İşte ben birden, eskiden bütün o içinde bulunduğum ve erkekvari olduğunu sandığım hallerin hiç de öyle olmadığını anlayacak kadar “dümdüz” oldum.
Ve bu kez biraz korktum.
Korktum ki, iş dünyasında kendi kararlarını bağımsızca alıyor olmak, bana bir çeşit “kal” getirmişti. Viraj alırken yaşadığın türden bir durgunluk.
Dışardan bakınca pek bir fark görünmüyordu. Mutluluklar yine mutluluk, mutsuzluklar yine mutsuzluktu. Herkesin gözü önünde yaşayıp gidiyordum hala, ama bu kez üzerine konuşmuyordum. Doğal halim bu oldu, dümdüz oldum.
Sonra aynaya baktım, üzerimde eteğim, yüzümde makyajım, işimi ya da evimi, sadece yaşıyordum, “Aman allahım, ben bu kez gerçekten erkek oldum!”
Bunu doğanın kadına ve erkeğe biçtiği role yordum. Yaygara yapmamayı, bir de üzerine üretken olmaya çalışmayı, ne istediğini bilmeyi dümdüzlüğe, ve bunu da erkek kafasına yordum.
“İnsanın kendi sorumluluğunu tam randımanla alması, kendi hayatının patronu olması, kadın doğasında yok muymuş? Bıdı bıdı konuşmamız, dramlarımızı çok dillendirmemiz bundan mıymış?” Kendime bunu sordum.
Eskiden olsa, bizim kızlara sorardım. Bu kez hemen bi viski koyup kravatımı taktım...
Şaka şaka. Mad Men izliyordum.
Tam bu durmuş kalmış dönemde izlemeye başladım diziyi. O kadar gerçek buldum ki her şeyi, hiçbir şeyin dram halinde yazılmamış olmasına bayıldım. Her şeyin dümdüz hayat gibi gitmesi, ve senin hala merakla takip etmen, dümdüz izlemen.
Hah, dedim, erkek kafasıyla yazılmış işte. Sonra biraz bakayım dedim, kimler yazmış...
1960’larda geçen, bir Madison Avenue reklam ajansını anlatan Mad Men’in yazar kadrosu 9 kişi, bunlardan 7 tanesi kadın. Hollywood’da çok nadir olan bu durumla, ters köşeye yattım.
Üçüncü sezonda 13 bölümü kadınlar yönetmiş. Erkeklerin kontrolü ellerinde tuttuğu bir dünyada geçiyor Mad Men. Kadınlarınsa göründüklerinden daha karmaşık oldukları bir dünya. Ya da erkekler tarafından göründüklerinden daha karmaşık.
Birbirlerini “Unutma, bir kapı kapanır, bir elbise açılır” diyerek neşelendirmeye çalışan reklamcı erkeklerin dünyası. Ajans ortaklarından Roger Sterling “Kadınlar ne ister?” sorusuna “Kimin umurunda?” diye yanıt veriyor. Ofis müdürü olan kadın, TV departmanında senaryo okuma görevi üstleniyor, fakat daha az kalifiye bir erkek göreve uygun görüldüğünde nazikçe geri çekilmek zorunda.
Bir sekreter, işinde yükselerek reklam yazarı olmayı başarıyor, ama dizinin yazarlarına göre bu, onun gizli bir hamilelik yaşamasıyla olabiliyor ancak. Kız hamileliğinin anlaşılmaması için zırhlara bürünüyor ve bu yüzden erkek gibi davranmaya başlayabilmesiyle başarılı oluyor.
Yazarlar özgürlüklerini televizyon endüstrisini değiştirecek, özenle hazırlanmış, detaylı, stil sahibi bir dizi yaratmalarına bağlıyorlar. Kazandığı ödüllerle Amerika’da 2008’de 30 milyon kişi tarafından izlenen dizinin sadece 2. Sezon DVD’lerinin 6 ayda 18 milyon dolarlık satışından bahsediliyor. O kadar özenli bir çalışma var ki, 1 saatlik bir bölümün ortaya çıkması bazen 1 ay sürüyor. Başrol karakteri Don Draper’ın terlemesinden, arkada yürüyen figuranların kıyafetlerinin en ince detayına kadar her şey özenle yazılıyor. Dizinin yaratıcısı Matthew Weiner, “Özellikle kadın yazarlarla çalışmak gibi bir amacım yoktu, fakat senaryodaki “duygusal dürüstlük” dizinin başarısında büyük etken oldu,” diyor.
-
Mad Men 1960’larda geçiyor. Sene 2011, ben bu müthiş yazılmış diziyi kaleme alanların hangi erkekler olduklarını araştırmak üzere Google’ı açıyorum.
Bendeniz, ABC1 sosyo-ekonomik grubun naçizane bir ferdi olarak, gündelik dramların yokluğunda düştüğüm bilinmezlikte, gerçekten isteyerek çalışmayı, yaygaraya kapılmamayı, kendi sorumluluğunu taşımayı, risk almayı, ne istediğini bilmeyi dümdüzlüğe, ve bunu da erkek kafasına yoruyorum.
Sonra da dolunaya bakıp, “Ne yapabilirim ülkenin her yerinde büyük ve içinden çıkılmaz dramlar içinde hayattan düşen, sonuna kadar sömürülen, öldürülen kadınlar için?” diye düşünüyorum.