Nataşa Mektupları

31 Ocak 2011

Hayvan sevgisi bir insanlık ölçütüdür

Genel olarak hayvanların, özelde de köpeklerin Türkiye’de pek fazla sevilmemesini, hatta yer yer...


Sevgili Hakan,
Pek çok yabancının “Türkiye’yi çok seviyorum, ama…” diye başlayan cümleleri vardır. Bu yabancıların çoğu burada yaşıyordur veya uzun yıllar yaşamıştır. Ve gerçekten Türkiye’yi çok seviyordur. Hatta bazen fanatik derecede. Ne var ki hemen hepsinin bir “ama”sı vardır. Çok sevdiği Türkiye’ye asla yakıştıramadığı, bir türlü alışamadığı bir şeyler…
Bence Türkler, kendilerini iyi tanıyan ve seven yabancıların “Türkiye’yi çok seviyorum, ama…” diye başlayan cümlelerini iyi incelemelidir. Bu, onların kendilerini başka (üstelik dost) gözlerle değerlendirmeleri için mükemmel bir fırsat olabilir.
Benim de “Türkiye’yi çok seviyorum, ama…” diye başlayan cümlelerim vardır. Bugün bunlardan birini yazmak istiyorum: Genel olarak hayvanların, özelde de köpeklerin Türkiye’de pek fazla sevilmemesini, hatta yer yer onlardan nefret edilmesini, hatta onların katledilmesini…
Yazacaklarıma itiraz edip “Hayır, Türkiye’de birçok hayvan dostu vardır. Köpekleri seven ve onları evinde besleyen binlerce, on binlerce aile vardır” diyeceklere baştan şunu söylemek istiyorum: Evet, böyle birçok Türk var; ama bunlar azınlıkta. Ben hem Rusya, hem de gördüğüm çeşitli Batılı ülkelere kıyasla, havyan sevgisi açısından Türkiye’deki genel durumun çok vahim olduğunu düşünüyorum.

*      *      *

Köpek çok eski tarihlerden bugüne kadar insanın en büyük dostu olagelmiştir. Yalnızca avlanırken, ya da ne bileyim, bomba ararken değil, aynı zamanda yalnızlığa karşı da bire bir gelmiştir köpek. Yunan, Mısır ve Çin kültüründe ve mitolojide köpeğin önemli yeri vardır... Ama doğrusu içimden bu konuları yazmak gelmiyor şimdi.


Köpeklerin ne kadar duygulu ve sadık olduğunu da anlatmayacağım uzun uzun. Önümdeki gazetede, ABD'de Chaser adındaki köpeğin 1022 nesnenin ismini öğrendiği yazıyor; ama ben köpeklerin ne derece akıllı olduklarını da açıklamaya girişmeyeceğim.
Aklımda hep dövülen, işkence edilen, geçici bir hevesle kısa süre beslendikten sonra bıkılıp sokağa atılan köpekler var. Apartmanda beslenen bir köpeğin havlamasından, hatta havlamasa bile, sadece tipinden rahatsız olarak hemen onu şikayet edenler, sokağa atılmasını talep edenler var. Ve dili olmayan ve derdini anlatamayan bu hayvanlara yapılan türlü kötülükler… 
İsterseniz interneti açıp rastgele “köpek katliamı” yazarak bir arama yapmayı deneyin. Karşınıza o kadar çok kentten bu tür haberler çıkacak ki… İstanbul’un değişik semtlerinden, Ankara’dan, Bursa’dan, Antalya’dan, Rize’den, Ağrı’dan, Sivas’tan, Balıkesir’den, Erzurum’dan, Adana’dan, Kars’tan, Bodrum’dan…
Hayvanlara işkence yapanları, onları dövenleri, dahası onların ırzına geçenleri konu alan o kadar çok haber var ki…
Sıradan insanların, köpek sahiplerinin komşularının, belediyelerin köpekleri zehirlediğine, gizlice öldürdüğüne, toplu katliam yaptığına ilişkin öylesine haberlere rastlıyorum ki…
Bırakın bu haberleri, yaşadığım hayatta köpeklerden korkan ve nefret eden o kadar çok “normal Türk” tanıdım ki… Hemen hepsinin çocukluklarıyla ilgili bulanık bir anısı var köpeklerle ilgili. Ve neredeyse psikolojik tedavi gerektirecek düzeyde bir köpek korkusu (kinofobi).

*      *      *

Duyduğum ve okuduğum kadarıyla, tarihte pek çok köpek kıyımı gerçekleştirilmiş bu topraklarda. Zavallı köpekler defalarca toplanıp Hayırsızada’da aç ve susuz yaşamaya, daha doğrusu ölmeye terk edilmiş. Rivayete göre, 1910’da adaya sürülen 80 bin köpeğin iniltisi tüm İstanbul’dan işitilirmiş. 
O zamanlardan bugünlere neler değişti acaba? Şimdi çöp kamyonlarında son yolculuklarına çıkıyor köpekler…
Dini doğru dürüst okuyup bilmeyenler, hayvan sevgisini tanımayanlar, köpeklerin mikrop kaynağı olduğunu savunuyorlar. Hatta köpek dostu aydınlara “Onlar köpekleriyle yatıp kalkarlar” diyen liderler bile çıkabiliyor…
İşin benim anlamadığım bir tarafı da şu: Hemen her konuda Atatürk’ü örnek gösterip tartışanlar, onun köpekleri çok sevdiğini, çeşitli dönemlerde köpekleri olduğunu, Alp’i, Alber’i ve özellikle de Foks’u hiç yazıp konuşmuyorlar… 
Bilmem, sen dünya liderlerinin köpeklerle fotoğraflarına dikkat ediyor musun? Mesela, ABD Başkanları Bush, Obama, bizim liderlerimiz Putin, Medvedev ve başkaları… Onların köpek beslemesi veya köpekleri severken fotoğraf çektirmesi, kendilerini “iyi insan” olarak göstermelerinin en önemli yöntemlerinden biri aslında. Bu doğru ya da değil, olsun; yine de hayvan seviyorlar, besliyorlar. Bir devlet yöneticisinin ulusuna verebileceği en iyi mesajlardan biridir bu…
Avrupa’nın birçok ülkesinde neredeyse bütün aileler hayvan besler. Bu Rusya’da da böyledir. (2006’da yapılan kapsamlı bir ankete göre, Rusya yurttaşlarının yüzde 54’ü kedi, yüzde 41’i köpek besliyordu.) 
Bu ailelerde çocuklar küçük yaşta hayvanlarla tanışır, dost olur; bu dostluk onların iyi yürekli ve fedakâr insanlar olarak yetişmesinde ve doğaya saygı duymasında büyük rol oynar. Bu çocuklar büyüdüklerinde köpek korkuları ve nefretleri bulunmaz. Köpek gördüklerinde yollarını değiştirmezler. Gittikleri bir evde bir köpekle karşılaşırlarsa hayatları alt üst olmaz. Korkularından utandıklarını gizlemek için komik durumlara düşmezler. Ve nihayet, yine aynı nedenle gizli gizli bu “düşman” köpekleri yok etme hayalleri kurmazlar…

*      *      *

Umarım bu yazdıklarımı çok sert bulup bana kızmıyorsundur. Bir keresinde sen de bana eskiden köpeklerden korktuğunu, kırkından sonra utanç veren bu korkuyu yenmek için “mükemmel bir ilaç” bulduğunu ve köpek beslemeye başladığını, şimdi köpeksiz bir ev ve hayat düşünemediğini yazmıştın.
Senin örneğinde olduğu gibi, birçok insanın köpek (ya da genel olarak hayvan) konusunda kendini “tedavi etmesi” gerekiyor. Bunun için benim önereceğim “ilaçlar” arasında köpekleri ve onlarla dostluğu yakından tanımaya yarayacak bazı filmler var. Mesela, aklıma eski ünlü filmlerden “Lassie” ve “101 Dalmaçyalı” geliyor. Son yıllarda “Beethoven”, “Marley ve ben”, “Hachiko: Bir köpeğin hikayesi” gibi çoğu acıklı, ama insancıl (ve hayvancıl) filmler yapıldı. Bizde de “Yanıma gel Muhtar”, “Muhtar’ın dönüşü” ve “Dört taksici ve bir köpek” gibi birçok ünlü benzeri film vardır.
İnsan doğanın tek sahibi değil. Hayatı hayvanlarla, bitkilerle, koskoca bir evrende bulunan her şeyle paylaşıyoruz. Bu paylaşıma saygı duymamız gerekir. Ağaç kesip çiçek katliamları yaparak, hayvanlara eziyet edip onları öldürerek insan olamayız. Tersine, susuz bitkiye su verip, aç kalmış hayvanı besleyerek üzerimize düşen sorumluluğun küçük de olsa bir bölümünü yerine getirebiliriz.
Eve bir hayvan alıp beslemek, onu anlamaya ve hissetmeye çalışmak, onunla konuşmak ve onun sessiz cümlelerini duymayı ve içten sevgisini hissetmeyi başarabilmek en büyük mutluluklardan biridir bence. (Bunu yapamayanlar, hiç olmazsa bir köpek barınağı yapılmasına katkıda bulunsalar, mesela…)
Bu tür mutlulukları içine sindiren bir insanın, kızdığı birine “köpek” diyerek hakaret etmesi de çok zor olacaktır, inan.
Köpeklerine selam söyleyerek veda ediyorum sana. Hoşça kal.
Nataşa